Nasyonalizm ve Irak Kürdistan’ındaki Olaylar

Nasyonalizm ve Irak Kürdistan’ındaki Olaylar

Yoldaş Abdullah Mohtadi’nin Üç Yazısına Eleştiri*

Mansur Hikmet

Irak Kürdistan’ındaki son olaylar, Irak rejiminin haince saldırıları karşısında halkın milyonluk ölçeklerde yersiz yurtsuzlaşması ve acıları aynı zamanda İran Komünist Partisi saflarındaki Kürt nasyonalist eğilimler ve düşüncelerin etkisinin ölçülerini bir kez daha gözler önüne serdi. Burada örgüt içi ve eylemsel düzeylerdeki nasyonalist hareketlenmeye değinmeyeceğim. Çünkü bu kez ne yazık ki veya ne mutlu ki bu eğilimler yorumlanmış ve yazılı makaleler veya bildirgeler biçiminde bulunmaktadır, doğrudan bunlarla ilgilenmek olanaklıdır. Benim söz konusu ettiğim yoldaş Abdullah Mohtadi’nin üç yazsıdır. Birinci yazı, “Körfez Savaşı Sonrasında Irak’taki Gelişmeler ve Bizim Siyasetimiz”, yoldaş Mohtadi’nin “etkin siyaset” gütme gerekliliğini belirten bir mektupla birlikte Siyasi Büro’ya sunduğu bildirge taslağıdır. İkinci yazı, “Irak Kürdistan’ındaki Gelişmeler ve Bizim Yaklaşım Yöntemimiz”, birinci bildirgenin Siyasi Büro ve Komünist Danışmanlar (SB ve yoldaşlar Hamit Taqvai, Nasır Cavit) oturumuna sözlü sunulması ve daha sonra Komala Yurtdışı Merkeziyeti’nin oturumuna iletildikten sonra yoldaşların eleştirleri ve görüşleri doğrultusunda düzenlenmiştir. Üçüncü yazı yoldaş Mohtadi’nin Kargar-e Emruz (Günümüz İşçisi) 13. sayısındaki makalesidir.

Benim savım bu üç yazının, her birinin öncekine göre düzeltilip değiştirilmiş olmasına karşın, yalnızca konum ve içeriği değil tartışılan konunun açıklanmasında kullanılan yöntem ve kavramlar açısından da sosyalizm ve enternasyonalizmle ilgileri olmayan güçlü nasyonalist bir bakışın göstergesi olduğudur. Ana tarışmanın yanısıra, daha sonra, bu yazılardaki birkaç ikincil noktaya da değineceğim.

Körfez Bunalımında Kürt Nasyonalizmi

Son gelişmeler konusunda nasyonalizmi şu özgüllekleri tanıtabilir. Bu özellikleri en açık biçiminde Irak Kürt muhalif nasyonalist partilerinin görüş ve eylemlerinde gözlemlemiştik. Söz konusu makalaler bu özellikleri, daha üstü kapalı ve daha ince biçimde olsa bile, göstermekteler:

  1. Ulusal bağımlılık, kimlik ve çıkarların her türden başka toplumsal olay ve ilkeye öncelleştirilmesi. Nesnel tarih ve gerçeklere genel olarak insan veya toplumsal bir sınıf açısından değil bir ulus açısından bakıp bunlardan söz etmek. Bunları “Kürdistan Cephesi” partileri ve önderlerinin eylemlerinde açıkça gördük. Bunlar için “Kürt ulusal çıkarları” dünyadaki emperyalist müdahale tarihinin en karanlık dönemlerinden birinde, (Amerika’nın Vietnam’da yenilgiye uğramasından sonra) emperyalist güçlerin uluslararası siyasette ana araçları olarak militarizmin yeniden resmileşmesi uğrağında, “başka bir ulusun” katlıamı, ekonomik ve toplumsal yok edilişinin ortasında Amerika safında yerlerini alıp direnen insanlığın yüzüne tükürme gerekçesiydi. Arap halkının acılarını gülümseyerek izleme gerekçeleriydi. Ulusal çıkar bunların İslamcı gericilikle cephe oluşturmalarının gerekçesiydi. Bu önsel haklılık, uluslararası hiçbir insani ve toplumsal ölçüte tabii olmamak nasyonalizm, din ve ırkçılığın genel özelliğidir. Filistin halkının bastırılması ve resmen bütün haklardan yoksunluğu İsrail devleti tarafından Yahudi ulusun çıkarları ve Hitler Almanya’sındaki acılarının adı altında gerçekleştirilmektedir. Kürdistan halkının katledilip yersiz yurtsuzlaştırılması Arap ulusunun çıkarlarıyla gerekçelendiriliyor. Kürt nasyonalizminin Ortadoğu bunalımı ve savaşının bütün sürecinde hareketi de asgari özgürlükçü ölçütler ve beklentilere aynı ilgisizliği göstermektedir.
  2. Bir ulusun, daha doğrusu varsayılan ulusal bir çerçevede doğan insanların nasyonalizmle örtüştürülmesi ve bunların özdeşleştirilmesi. İnsanların kimliklerinin etnik özelliklerine indirgenmesi, kaçınılmaz olarak etnisite ve nasyonalizmin dilsel ve dirimsel özelliklerine dayanarak ulus diye adlandırılan halkın toplumsal ve siyasal varlıklarını duyurmasının doğal, kendiliğinden temsilcisine dönüştürülmesi. Bu din konusunda da geçerlidir. Fark şurada: Kişiler varsayımsal koşullarda toplumu örneğin gayri müslüm olmalarını tanımaya zorlayabilirler, ancak ulusal kimlikten feragat etmek kimsenin imgelemine sığmıyor. Görünürde kişi yarından itibaren kendi kararıyla İranlı, Arap veya Kürt olmaktan feragat edemez. Genel olarak halk yığınlarının özel olarak nasyonalizmin zihniyetinde bu başlangıç noktası nasyonalizmin “ulus”unu sahiplenme ve “bir ulusun insanlarının” varoluşu ve hareketini nasyonalizme ait olarak kabul etme duygusunu resmen tanıma gerekçesini sağlamaktadır. Görünürde sonsuza kadar Kürdistan halkının acılarından dolayı “Kürt önderler”e sempati duymak gerek, Necef ve Kerbela’daki depremden dolayı “dünya Şiileri’nin önderlerine” baş sağlığı dilemek gerek, Lübnan veya Irak’ta “Hristiyan”, “Şii”, “Sünni” ve “Kürt”ün doğru biçimde “temsil edildiği” bir devlet istemek gerek. Nasyonalist hareketler bu varsayımı güçlendirme ve kendilerini “soydaşı ve yurttaşı” oldukları halkın doğal temsilcileri olarak göstermek için büyük çaba gösterirler. Bu, siyasal mücadelede nasyonalizm ve dinin önsel sermayesidir, komünizm bunu eleştirmeden bu hareketlere karşı tek bir adım bile ilerleyemez. Ulusal kimliğin eleştirisi ve insani, sınıfsal kimliği bunun yerine koymak komünizmin klasik başlangıç noktasıdır.
  3. Yoksunluk, acı, toplumsal ve siyasal hareketler, kültür, sanat, ahlak vs. konusunda insanların “kendi ulus”undan olma veya olmamaya bağlı olarak keyfi ölçütler geliştirmek. Nasyonalizmin bu insanlık karşıtı dar görüşlülüğünü yaşamın bütün yönlerinde görmek olanaklıdır. Sovyet’lerdeki Ermeni ve Azeri nasyonalisti için cinayet yalnızca kendi ulusunun gebe kadının karnının deşilmesidir. Geri sanat ve ahlakın İran ve Kürdistan dahil üçüncü dünyacı solcularca kutsanması bunun bir başka örneğidir. Kürt ulusunun yersiz yurtsuzlaşması gerçekte, ussal bir gözlemci için Kuveyt ve Irak’taki felaket ve yersiz yurtsuzlaşmanın devamıydı, ancak Kürt nasyonalizmi için bu felaketin tarihi Irak Cumhuriyet Ordusu’nun Kerkük’e saldırısıyla başlar.
  4. Son olarak yer yer kendini yoldaş Mohtadi’nin yorumlarında gösteren tarihsel gerçeklerin anlatımındaki Kürt nasyonalizminin kavramlar, terminoloji ve anahtar formüllerine değinmek gerek. Amerika’nın Kürtler’e ihaneti tartışması, Kerkük petrolü miti, Kürt halkına uygulanan ulusal baskının yokedilmesi yolunda “askeri işgal” ve peşmerge sayısının son söz olduğu yanılsaması daha aşağıda değineceğim bu formüller ve kavramların örnekleridir.

 

 

“İki Evre” veya Tarihin Gerekçeli Kopuşu?

Yoldaş Mohtadi’nin her üç yazısının ana çözümsel temeli ve ekseni Ortadoğu olaylarında “militarist çabalar ve Amerika’nın bölgedeki savaşı” ve “Irak’ta halkın ayaklanması” iki evre varsaymasıdır. Yazının daha ilk maddesinde şu noktanın altı çizilmektedir: “Bu farklılığın ayırtedilip tanınması bu gelişmeler karşısında doğru siyasal tavır almanın temel koşuludur.” Tarihsel bir görüngü veya süreci evrelere ayırmak ve çeşitli yönlerini sınıflandırmak özünde yanlış değildir, herhangi bir tarihçi veya çözümlemeci bu gibi sınıflandırmalarda bulunmak zorundadır. Temel sorun yazarın bu aşamalandırmadan nasıl yararlandığı bu temelde hangi yargılarda bulunduğudur. Bu aşamalandırmanın siyasal ve ideolojik özelliği, gerçekte ise çözümlemecinin gerçek siyasal konumu işte bu noktada belirlenmektedir. Örneğin Beni Sadr’ın devrilmesi, ne olursa olsun, İslam Cumhuriyeti yaşamının bir evresini sona erdirip yeni bir aşamasını başlattı. Ancak, bu evrenin İslam Cumhuriyeti’nin evrimindeki bütün önemine karşın, bu uğrağı İran’da demokrasinin sonu ve baskının başlangıcı tanımlayan kişi yalnızca liberal-İslamcı olduğunu göstermektedir.

Yukarıda sözü edilen makalelerdeki aşamalandırma da yalnızca nasyonalist Kürt bir zihniyetin altını çizmektedir. Bu çözümlemedeki aşamalandırmanın özelliği Amerika’nın bölgeye tecavüz siyaseti dosyasını bütünüyle kapatmak, bu dönemde güçlerin belirli biçimde saflaşmalarını, bölgenin siyasal ve toplumsal karşılaşmalarına etkisini bir yana bırakmak, kısacası ikinci evreyi birinci evreden çözümsel ve siyasal açıdan koparmak ve ikinci evrenin bağımsız bir dinamizm temelinde çözümlemektir. Birinci evrenin ikinci evreyle bütün bağları şu biçimde özetleniyor: Amerika’yla savaş Irak rejimini güçsüzleştirdi, bundan dolayı halkın eski ve yeni muhalefeti açığa çıkma olanağına kavuştu. Bundan sonrasını görünürde bir halkın diktatör bir rejime karşı mücadelesi kavramları ve dinamizmiyle açıklamak olanaklı oluyor.

Bu aşamalandırma görüldüğü gibi açık siyasal bir yük taşımaktadır. Bu aşamalandırma temelde şunlara yönelik: Birincisi, Kürt muhalefetinin saflaşması ve Kürt nasyonalizminin “birinci evre”de Amerika blokuna katılmaya yönelik siyasal ve tarihsel seçimi unutulacaktır. Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın irili ufaklı masaları arasında pinekleyen güçler ve önderler, başka bir ulusun acıları karşısında açıkça emperyalizmden yana tavır alan hareketler bir kez daha kutsanıp “ikinci evrede” halk mücadelesinin dar görüşlü, burjuva, işbirlikçi (ve onlarca başka genel sıfat sahibi) önderler olsalar dahi ortaya çıkarılmakta ve komünistlerden dayanışma mesajları almaları sağlanmaktadır (Birinci Bildirge, 4. Madde, Görevlerimiz).

İkincisi, bu aşamalandırma karşı taraf nasyonalizminin (Arap nasyonalizminin) bu karşılaşmadaki bütün bakış açısını, uslamlamalarını ve gerekçelerini önceden ilgisiz ve duyulmaya değmez nitelemektedir. Bu, gerçekte bir nasyonalistin (Kürt) bir öteki nasyonalist (Arap) karşısında dik kafalıve tek yanlı uslamlama çizgisidir. “O evre bitti. Öldürüldünüz, Amerika’yla savaştınız, eviniz başınıza yıkıldı, Kürt güçleri neler yaptı veya yapmadı, bu konuyla ilgisi yok. Bu, benim ulusumun haklı mücadelesiyle başlayan ikinci bir evredir.” Bu aşamalandırma okuyucuyu şu anki durumu iki nasyonalizmin geleneksel karşılaşması ve Körfez bunalımının bu karşılaşmanın her iki ucuna etkileri ışığında değerlendiren olağan jurnalist bir çözümlemeden bile yoksun bırakmaktadır.

Üçüncüsü, “birinci evre”nin arşive kaldırılmasıyla gerçekte günümüz gerçeklerinin bütün kökleri, değerlendirilen konunun bütün tarihsel ve belirli çerçevesi, bir başka deyişle Irak Kürdistan halkının acıları ve yersiz yurtsuzlaşması pratikte unutulmakta, çözümlemecimiz kaçınılmaz olarak yanıtlanamayan, gerekçelendirilemeyen sorular seliyle karşılaşmaktadır (Karger-e Emruz makalesinin neler olduları ve acabaları). Böylesi çözümsel bir çıkmazda “Amerika’nın yeşil ışığı”, Irak helikopterlerinin uçuş yasağının kalkması, bu olayı gerekçelendirmede Kürt nasyonalizminin benzer uslamlamaları yukarıda sözü edilen makalede yerini bulup gerçek, Marksist bir çözümlemenin yokluğunu örtmediği gibi öne çıkarıyor.

Son felaketin doğru biçimde kavranması ve Karger-e Emruz makalesinde sorulan soruları yanıtlamak tam da Kürdistan’daki son olayları Amerika’nın Körfez’deki savaşı ve Ortadoğu’daki son bunalımın ortaya çıkışının uluslararası koşullarının bütünüyle bağlantılandırmaya bağlıdır. Birinci evre bütün özellikleriyle ikinci evrede at koşturmaktadır. Arap nasyonalizminin hareketi, Kürt nasyonalizminin konumu, Kürdistan direniş hareketine egemen özellikler ve bakış açısı, Kürdistan’da yığınsal psikoloji, devlet ve Kürtler arasında askeri güç dengesi, merkezi devletin karşı saldırısındaki yırtıcılığı ve “Saddam’ın intikamından” duyulan genel korku, Kürt güçlerinin yenilgisi ve direniş göstermeyişi, yersiz yurtsuzlaşan kitlelerin felaketi yorumlayışları, kısacası bu sözümona ikinci evrenin bütün özellikleri bir önceki dönemin gerçekleri temelinde biçimlendi. “Bushbize ihanet etti” diyen Kürt sığınmacı açıkca iki aşama tartışmasının geçersizliğini kanıtlamaktadır. Körfez’deki bunalım ve savaşla biçimlenen düşünsel, toplumsal, siyasal ve askeri çerçeveye göndermede bulunmaksızın “ikinci evre”nin gerçekleri ve gözlemlerinin hiçbiri açıklanamaz.

Bu üç yazıdaki bütün düzeltmeler ve değiştirmelere karşın sıraladığım bütün özellikleriyle birlikte iki evre savı her üç makalenin de eksenidir. Birinci bildirge bu iki evreyi açıkça tanımlamaktadır. İkinci bildirge genel olarak “ikinci evre”den başlamakta, bütün dünyanın sözünü ettiği tarihsel ve siyasal çerçevenin bütününe, bir başka deyişle Amerika’nın bölgeye müdahalesine göndermede bulunmamaktadır. Bu belgede Amerika yalnızca Kürdistan hareketi veya halkı karşısında Irak’ın destekçisi olarak görüntüye sokulmaktadır. Üçüncü belge, Karger-e Emruz makalesi, çözümsel biçeme sahip değil. Ancak burada da gerçekte “birinci evre”den sessizce geçmek olan iki evrenin ayrılması açıkça görünmektedir. Kürdistan halkının acılarını anlatan bir girişten sonra ve Kürdistan’daki ayaklanmanın başarısızlığıyla ilgili bir takım soruların ortaya atılmasının ardından şöyle sürdürüyor: “Önce olayların seyrine bakalım.” Ancak “olayların seyri” oldukça basit ve keyfi biçimde Irak’ın Amerika’yla savaşta yenilgisinden “birkaç hafta sonra”sından başlamaktadır. Yazarın Kürt deneyimini Ortadoğu bunalımından ve dünyayı sallayan hemen öncesindeki olaylardan koparmadaki ısrarı her üç yazıda açıkça ortadadır. Bu makaleler üniversite tezi olsalardı kuşkusuz yetersiz ve çalışılmamış tezler olarak yazarlarına geri gönderilir Kürt halkının acılarının ondan bir iki ay önceki göz kamaştırıcı olaylarla bağlantısının incelenmesi istenirdi. Ancak bu yazılar siyasal yazılardır, bu ilgiyi değerlendirmiyorlarsa sözünü ettiğimiz belirli siyasal nedenlerdendir.

Son olarak şu noktaya değinmek gerek: Bu makalelerin önerdiği düşünsel çerçeve ve iki evre savını kabul edip sorunu yalnızca Irak Kürdistan’ında devrim ve karşıdevrim biçiminde görsek bile bu yazılardaki çıkarımlar ve yargılar bizim hareketimizin 79 Devrimi’ndeki belirleyici özelliği olan kitlesel devrime ilişkin komünist ve Leninist gelenekten fersah fersah uzaktadır. Kürdistan devrimi gerçekse komünistlerin ilk görevi emekçi kitleleri burjuva partilerinden ayırmak, bu partilerin toplumdaki demokratik hareket temelinde etkilerini artırmalarını önlemektir. Bu savlarla bunun ters yönünde hareket edilmektedir. Kitlesel mücadelelnin asalatini vurgulamak nasyonalist muhalefete yaklaşmanın önsözüne dönüşmektedir.

Kürt Nasyonaliminin Kutsanmasının İkinci Halkası

Birinci ve ikinci belgelerin her ikisi de görünürde (daha sonra kim olduğunu söyleyeceğim) birilerinin eleştirilerine önceden yanıt veren bir madde içermekte. Bu cümle her iki yazıda geçmektedir: “Irak’ta (ilk yazıda Irak Kürdistan’ında) halk kitlelerinin ayaklanmasının koşulları Irak rejiminin Amerika ve müttefiklerine karşı savaşta –kendisi tecavüzcü ve emperyalist erekleri olan savaşta- yenilgisiyle sağlanmış olması hiçbir biçimde kitlelerin ayaklanmasını lekelemez, daha az desteklenir kılmaz.” Her iki yazı bunun devamında “kitlelerin ayaklanmasının lekelenmesi”ne ilişkin her türden kuşkunun giderilmesi için tarihte çeşitli devrimlerin, örneğin Paris Komünü’nün ve Rusya 1905 Devrimi’nin, merkezi devletin dış güçlerle savaşta zayıflamasının ardından gerçekleştiğini dile getiriyor.

Bu birkaç satırın sorunları, gerçekte Kürt nasyonalizminin burada yankılanması, hiç de az değil. Birincisi, bilinmeyen eleştirmen karşısında yazar bilerek tecahül-i arifte bulunuyor. Hiç kimsenin hiçbir yerde “Niçin Irak devleti Amerika’yla savaşta zayıfladığında ona karşı ayaklandınız” konumundan “Kürdistan hareketi”ne veya (daha sonra bununla farklılıklarını dile getireceğimiz) “kitlelerin ayaklanması”na eleştiride bulunduğunu veya “Irak rejiminin mazlumluğu” konumundan Kürdistan’daki hareketi daha az desteklenebilir bulduğunu sanmıyorum. Sürekli es geçilen, bu biçimde dile getirilen ana sorun, sol ve anti-emperyalist güçlerin safında Kürtler’e duyulan sempatiyi azaltabilecek şey Irak’ın güçsüzleşmiş devletine yönelik mazlumu korumak değil Kürt muhalefetinin Amerika’nın bölgedeki emperyalist ve militarist siyasetini desteklemesidir. Herkesin anladığı doğru cümle şu olmalı: “Kürt muhalefetinin Amerika ve müttefiklerinin yayılmacı ve hegemonyacı savaşını desteklemiş olması kitlelerin ayaklanmasını lekelemez veya daha az desteklenebilir yapmaz.” Ancak bizim yoldaşımız tam da bunu söylememek istiyor. Görünürde bu olaydaki iki evreyi ayırmakla kalmayıp birinci evrenin hatırasını bellekten silmek gerek.

Bu “yorum” nasyonalist Kürt muhalefetini eleştiri keskin kılıcından kurtardığı gibi bir kez daha, bunların birinci evrede (hatta ikinci evredeki) edimlerine karşın onları Kürt halkının baş tacı edip Kürt halkının mücadelesini onların hanesine yazıyor. Bu girişin sonucu da Görevler bölümünde açıkça görünüyor:

Irak Kürt muhalefetiyle, özellikle YNK ile çeşitli düzeylerde sıkı ilişkiler kurmak, onlara tavrımızı dile getiren resmi mektup yazmak, sempatimizi ve desteğimizi, beklenti ve önerilerimizi bildirmek. Şimdi ve gelecek için en büyük olanaklar ve dostları edinmek için çaba harcamak.

Burada bizim lekeli görmemiz ve desteğimizi esirgememiz gereken şeyin, burada tartışmanın tarafı olan karartının, halkın mücadelesi değil kalem sürçmesi sonucunda halkın yerine oturtulan, ne söyleyip ne yaptıklarından bağımsız olarak halk (ulus) mücadelesinin kalıtsal sahipleri, halkın acılarının yaslıları sayılan nasyonalizm ve burjuva-nasyonalist örgütleri olduğu ortaya çıkıyor. Yukarıdaki maddede (Yurtsever Birlik’in yalnızca bir “özellikle”yle öteki örgüt ve hareketlerinden ayrıldığı) Kürt muhalefetine gösterilen yakınlık ölçüsü Kürdistan’daki komünist geleneğinin saflarındaki özbilince karşı ve Komala’nın bu harekeler Amerika’nın cebinde olmadıklarında bile bunlara sağladığı destekten çok daha sıcaktır. Bu yazılara göre görünürde “Irak Kürt muhalefeti” bu olaylarda karnesini düzeltmiştir. Kürdistan nasyonalist muhalefeti örgütleri görüntülerini resmen UNITA’ya benzettikleri ve Kontra hareketinin deneyimlerine öykünmeyi düşünmekte oldukları uğrakta onlara mektup yazmalıyız, desteğimizi bildirmeliyiz, beklentilerimizi dile getirmeliyiz ve en fazla sayıda dostlarımızı onların arasından seçmeliyiz!

Halk mücadelesi bir komünist gözünde asla lekelenmez. Kişinin halkın haklı mücadelesini egemen sınıfların ideolojisi, propagandası ve siyasal hareketlerinin örtüsünün altından çıkarıp bunlar arasındaki sınırı göstermesi koşuluyla. Halkın mücadelesini gerçekte lekeleyen veya yadsıyan bu sınırı belirsizleştiren veya yadısyan bakıştır. 79 yılında İran halkının mücadelesini desteklemek bu direniş hareketinin ürünlerini kapmaya çalışan dinci-ulusal hareketi deşifre etmeksizin olanaklı değildi. İran Devrimi’ni lekeleyenler onu Humeyni’nin hanesine yazanlardır, Humeyni’ye mektup yazıp şimdi ve gelecek için en fazla sayıdaki dostlarını onların arasında arayanlardır. Castro, Ortega ve Arafat’tan İngiltere’deki falanca Troçkist partiye kadar Batı burjuvazisi ve İranlı monarşistlerle omuz omuza İran Devrimi’ni İslamcı hareketle ilişkilendirerek lekelediler. Bugün, komünist bir parti içinde, bizden (üstelik halk mücadelesi adına) aynı belayı Irak Kürdistan halkının başına açmamız istenmekte. Bu yüzden halk mücadelesini lekelememe uyarısına müminlere gereksiz bir vaaz olsa bile saygıyla kulak asarsak hala niçin Görevlerimiz 4. maddesine boyun eğip Irak Kürdistan nasyonalist ve gözlerini Amerika’ya dikmiş muhalefetini kucaklamamız gerektiği ortaya çıkmıyor. Niçin örneğin Irak’ın güneyindeki halkın mücadelesinden dolayı İran Hizbullah’ı ve “Şiiler’in önderleri”yle aynı biçimde ilişkiye girip hoş beş etmemiz tavsiye edilmemektedir? Bu hareketlerin üyelerinden biri aynı biçimde halk mücadelesinin adına kendini bize ilerici ve desteklenebilir diye yutturmaya kalkışırsa oyununu bozarız. O zaman nasıl oluyor da böyle bir yargı Komünist Parti’nin bir iç bildirgesinde ortaya çıkabiliyor?

Birinci bildirgede bir başka ilgiye değer nokta bu yazıdaki nasyonalist eğilimlerin kendiliğinden ve önceden varsayılan özelliklerini açıkça ortaya çıkaran sınıfsal görevlerimize ilişkin maddedir. Görevlerimizin 7. maddesinde şunlar söyleniyor:

Irak Kürdistan’ındaki işçi ve komünist hareketlere destek sağlamak üzere etkin ancak sessiz sedasız ve ihtiyatlı bir siyaset gütmek.”

Bu aslında bizim desteklememiz gereken “lekelenmemiş gerçek” mücadele olmalı, “sessiz sedasız ve ihtiyatlı” koşulu da Irak devletini kışkırtmamak için dile getirilmiş olmalı. Burada, bu işçi ve komünist hareketlerin ve okurun karşısına çıkan soru sessiz sedasız ve ihtiyatlı koşulunun Kürt muhalefet partilerini desteklemekle ilgili maddede dile getirilmediğidir. Niçin orada ihtiyatlı olmaya gerek yok? Bunlar Irak rejimine karşı silahlı mücadele yürütmüyorlar mı? Irak devleti daha önce Komünist Parti’nin Kürdistan’daki sorumlularının sözlü yorumlarının da tanıklık ettiği gibi bize Kürt muhalefeti partilerine yakınlık konusunda uyarıda bulunmak için üslerimizi kimyasal ve konvansiyonel silahlarla bombalayıp 30’a yakın kişiyi öldürmedi mi? Defalarca uyarıda bulunmadı mı? Bu konuda ihtiyatlı olmak Komala’nın diplomasi ilkelerinden biri değil mi? Niçin bunları desteklemeye gelince bunca şevk ve cesarete tanık oluyoruz da işçi hareketine gelince ihtiyat ve dikkat uyarılarıyla karşılaşıyoruz? Bu çelişkinin açıklanması ancak ayrıntılarda dahi dışa vurulan derin nasyonalist sempatiyle olanaklıdır. İhtiyat koşulunun Kürdistan Cephesi tepkisinden dolayı zorunlu olduğu söylenebilir. Bu durumda da Görevlerimiz maddesi, dayanışma mektubu ve sempati bildirme kısmının anlaşılması iyiden iyiye güçleşir.

Her ne olursa olsun birinci belge açık bir formüle sahiptir. İki aşama savı Kürt nasyonalizminin bölgedeki emperyalist siyaseti desteklemesini eleştirenlerin ayaklarının altındaki zemini eşeliyor ve bu muhalefetin kutsanmasının genel ortamını hazırlıyor. “Kitlelerin mücadelesi” savı Kürt nasyonalizminin ilerici sayılmasının koşullarını hazırlıyor, tartışmanın mantıksal sonucu olarak Görevlerimizin 4. maddesi Kürdistan Cephesi’ni özellikle de Yurtsever Birlik’i desteklemeyi ve onlarla sıkı ilişkilere girmeyi resmen propaganda ediyor. 3 sayfa içinde nasyonalizm ve emperyalizmi eleştiren sosyalist kendini onlarla dostluk kurmaya çalışırken buluyor. Böyle bir tavrın onaylanması Komünist Parti ve Kürdistan’daki sınıfsal geleneğimizi bir çırpıda duman ediyor.

Resmi Nasyonalizmden Eleştirel Nasyonalizme

Birinci bildirgeyi okuyan kişi için sonraki iki yazı ciddi düzeltme ve ilerleme sayılabilir. Çünkü bu belgelerde Kürt muhalefeti komünist eleştiriye tabii tutulmasa bile sorgulanmıştır. Ancak gerçekte ilk belgeden Karger-e Emruz yazısına kadar asıl konum ve temel tavır değişmiş değil. İki evre savı her üç yazıda olduğu gibi durmaktadır. Kürt nasyonalizmi halkla ortak konularda yukardan yöntemlere ve emperyalizmle işbirliği yapmaktan dolayı eleştiriliyor, “halk kitlelerine, halk mücadelesine ve bu mücadeleyi seferber etmeye ne gücü yetiyor ne de böyle bir eğilimi bulunuyor, tersine Kürt ulusunu emperyalist komplolara kurban edecek koşulların ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor.” Bu baskın (emperyalizm yanlısı ve halk karşıtı) nasyonalizmin eleştirilmeden onaylanması konumundan sosyalist benzeri radikal nasyonalizm konumuna geçiştir. Resmi nasyonalizmin günahı hala eksiklik, yanlışlık, en radikal ifadeyle kendi ulusunun gündemine ihanettir. Bu hareket gerek Irak ve Kürdistan ölçeğinde gerek uluslararası ölçekte kendi ulusundan bağımsız sınıflararası çekişmede bir güç olarak görülmemektedir. Karger-e Emruz makalesinde, son yazıda, aynı izlek ve aynı eleştiri dile getirilmektedir. Kürt nasyonalizmi Amerika’nın desteğine bel bağlamak ve Kürdistan halkının yazgısını bu ülkenin desteğine düğümlediğinden dolayı eleştiriliyor.

Ancak bir komünist için sorun hiç de buradan başlamaz. Eleştirinin başlama noktası ve ekseni Amerika’nın Kürt muhalefetini destekleme kuruntusu değil Kürt muhalefetinin ta kendisinin Amerika’yı desteklemesidir. Soruna ulus açısından bakan bir yorumcu için bu tepe taklaklık kaçınılmazdır, iki evre savı da soruna bakıştaki bu tepe taklaklığı gerekçelendiriyor. Komünistin Kürt nasyonalizminin hareketine eleştirisi birinci evrede başlıyor, bu eleştirinin konusu da temelde Kürt ulusunun sorunu değildir, çünkü bu nesnel olarak daha sahne önüne çıkmış bile değil. Kürt nasyonalist muhalefeti çağdaş toplumun yaşamının belirleyici bir uğrağında emperyalizm ve burjuva militarizmini gerekçelendirme aracı olarak davrandı. Daha Kürdistan’da mücadele ve yersiz yurtsuzlaşma başlamadan Amerika egemenlerinin Körfez bölgesine saldırısını (arkasından Küba’nın işgalini, Vietnamlar’ın tekrarını, Batı burjuvazisinin insanları kandırmasının yeni bir evresini, Amerika ve Avrupa’da nasyonalist seferberliği, ırkçılığın yeniden canlanmasını, iş yerinin militarizasyonunu, güçlerinin yettiği her yerde komünizmin illegalleşmesini, dünyanın dört bir köşesinde gelecekteki ilerici ve işçi yönetimleri askeri yolla bastırmayı, kısacası brujuvazinin gerici yeni düzenini getirecek olan şeyi) önlemek isteyen Amerikan işçisi ve sosyalisti bir cemaatin yoksun bir halk adına her gün televizyon ekranlarında bu yeni düzene desteğini dile getirdiğine, karşısında kampanyalar düzenledikleri gerici ve katil diye nitelediklerini halkının kurtarıcısı diye ilan ettiğine tanık oluyor. Ulusal olmayan komünist, bütün bu halk mücadelesi ve yersiz yurtsuzlaşmadan önce, bir cemaatin bir ulusun çıkarları adına başka bir ulusun acılarına güldüğüne, komşu ülkenin ulusal yas gününü kendi ülkesinin ulusal günü ialn etmeye hazır olduklarına ve iki ulus arasında doldurulması için günümüze kadar iki ülkenin onlarca komünistinin canlarını koydukları korkunç bir uçurum yaratmaya giriştiklerine tanık oluyor. Komünistin Kürt nasyonalizminde gördüğü leke yalnızca ikinci evrede, Amerika desteğinin yokluğu evresinde değil birinci evrede, Amerika’yi destekleme evresindedir. Aynı yurttan enternasyonalist bir komünistin ta birinci evrede ayağa kalkıp Troçki’nın BUND’a karşı yaptığı gibi sizin ulusal bölümlemelerinize göre “ben de Kürt’üm ama başka bir şey diyorum” demesini beklemek, Avrupalı, Amerikalı ve Arap işçisine sınıfsal kimliğin asaletinin ve işçinın ulusal kimliğinin yalancıllığının örneğini gösterecek başka bir “Kürt”ü görmek beklentisi, birilerinin Siyasal Büro’nun kapısını çalıp Kürt nasyonalizminin Kürdistan halkına uygulanan ulusal baskıyı yeni düzeninde dünya burjuvazisinden ödün koparmak için kötüye kullanması karşısında “etkin siyaset” güdülmesini istemesini beklemek, böylesi temel sosyalist ve enternasyonalist beklentiler görünürde bizim boyumuzu aşıyor. Biz Irak Kürt muhalefetinin beceriksizliği konusunda eleştirel bir maddenin ve yazarın bu hareketlere karşı bazı kaygılarını dile getiren iki sorunun eklenmesiyle yetinmeliyiz.

İşin doğrusu böyle bir “ilerleme”nin özel sosyalist bir düşünce ve başlama noktası gerektirmediğidir. Yeterli insancılığa sahip, Vietnam’ı unutmayan, 60’lı yılların anti emperyalizminin boyası az da olsa üzerinde kalmış olan herhangi bir Kürt aydın başından Kürt muhalefetinin Amerika’ya yaranmasından rahatsızlık duyardı, “bu halk hareketini başındaki geleneksel nasyonalist partilerden ayırmak gerektiğini” bilirdi. Ancak radikal nasyonalizmin pratikteki sorunu, sorunları ve uğraşılarının kendi ulusu ve yazgısıyla sınırlı oluşu bir yana, resmi nasyonalizmin başarısı karşısında silahsızlanması, ona katılması ve yalnızca yenilgiye uğradığında sesini çıkarmasıdır. İlk makale (Kürt muhalefetiyle dayanışma) ile ikinci ve üçüncü makaleler (eleştiri) arasında Kürdistan’daki nasyonalist muhalefet işi batırıyor. Bu yenilgiden önce “Amerika’nın desteği yanılsaması”, “kitlelere ne dayanabilir ne de bunu istiyor” vs. eleştiriler ne radikal nasyonalist yorumcunun aklına geliyor ne de ilk belgenin sayfalarında görünüyor. Bu dönemdeki içsel yorum “belki bu sefer bir şeyler olur” biçimindedir. Karger-e Emruz makalesi üç makale boyunca Kürt muhalefetine bel bağlamaktan, dayanışma ve önerilerden bulunmaktan ondan kopup eleştirmeye başlamaya varan çevrimin tamamlanmasını en iyi biçimde göstermektedir. Amerika “ihanet” etmeseydi, Irak rejimi devrilip Kürdistan Cephesi Hizbulda’ve ve Şiyuiler vs. ile birlikte iktidara gelseydi ikinci ve ücüncü belgelerimiz olmayacaktı. O zaman Süleymaniye ve Kerkük’ün radikal nasyonalistleri de Kürt önderlerinin uzgörüsü ve siyasetçilikleri konusunda nutuklar atarlardı. Nasyonalist Kürt muhalefetine yöneltilen “ikinci evre” eleştirisi yalnızca “ikinci evre”nin yazgısının belirlenmesi çerçevesinde ortaya atılabilir, ikinci ve üçüncü yazılarda bu hareketlere yöneltilen bütün eleştiriler sosyalist eleştiri değil resmi nasyonalizmin yenilgisini gözlemlemekten kaynaklanan eleştirilerdir.

Nasyonalizm ve Komünist Parti’nin Körfez Savaşı’ndaki Resmi Çizgisi

Yukarıda birinci ve ikinci yazıların (birinci bildirgenin 3. Ve 4. maddeleri, ikinci bildirgenin 5. maddesi) tanıtılmayan birileriyle önceden polemiğe girdiklerini söyledim. Halk hareketinin lekelenmemesine ilişkin uyarı, komünist geleneğin önemli devrimleri Paris Komünü ve 1905 Devrimi’nin dış güçlerle savaş döneminde ortaya çıktıklarına ilişkin tarihsel örnekler “Kürdistan hareketine” daha az dayanışmayla yaklaşacağı varsayılan bir görüşe önceden yanıt vermek istemektedir. Bu varsayımsal polemiğin karşı tarafı Komünist Parti’nin Siyasi Bürosu ve Ortadoğu bunalımı karşısında resmi çizgisidir. Görünürde yazara göre bizim Kürdistan halkının mücadelesine fazla ilgi göstermememiz bunalımın bütünü karşısında tutumumuzun beklenilir bir sonucudur, bu yüzden bizim olası ilgisizliğimize karşı gelmek için komünist mukkadasatı (Paris Komünü, halk mücadelesi vs.) anımsatmayı zorunlu görüyor. Bu, bu iki belgenin girişindeki maddelerinden çıkarsan sonuçtur. Ancak birinci belgenin Görevlerimiz kısmının 5. Maddesinde Kürdistan olaylarına ilişkin Siyasi Büro’nun tavrına ilişkin kaygının çok daha ciddi olduğu, Ortadoğu bunalımının bütünü karşısında (birinci evre) SB’nun tutmuyla daha ciddi bir ayrılığa ilişkin olduğu ortaya çıkıyor. Şöyle yazıyor:

Radyo’daki, her ne olursa olsun Körfez bunalımı ve savaşının ilk aşamalarına uygun olan ve Irak halkı (özellikle bizim radyomuzu tanıyan Kürfdistan bölgesi halkı) gözünde Irak rejimini destekliyor gibi yorumlanabilen, atmosferi değiştirmek.

Öncelikle bir noktayı açıklığa kavuşturmamıza izin verin. Daha öncesinden olmasa bile 10 Ocak 1990 tarihinden bu belgelerin yazıldığı tarihe kadar Parti sesi ve Devrim Radyosu programlarının hiçbir metni veya bandı yurtdışına ulaşmış değil. Radyo Komitesi’nin bir mektubunu getirecek bir yolcu dahi yoktu. Irak’la telefon bağlantısı kesilmişti. Dolayısıyla ne biz ne de yoldaş Mohtadi radyomuzdaki atmosfer veya hangi programları yayınladığı konusunda bilgisi bulunmuyordu. Bu süre boyunca Irak halkının, özellikle de radyomuzu bilen Kürdistan bölge halkının radyo programlarımız konusunda görüşlerini bildiren herhangi bir rapor elimize ulaşmış değil. Ancak ikimizin de bu süre içinde radyodan yayımlandığından emin olduğumuz şey Siyasi Büro tarafından Parti’nin resmi görüşleri olarak Komünist dergisinde yayımlanan belgelerdir. Bu yüzden “radyodaki atmosfer” “Siyasi Büro’nun tavrı”nı nitlemeye yarayan gizli bir paroladır. Aynı biçimde “Irak halkının özellikle Kürdistan bölgesi halkının yorumu” yazarın kendi yorumunun yerine oturtulmuştur. Radyo ile ilgili, açıklığı ve onaylanabilirliği yüzünden açıklama ve kanıtlama gereksinmeyen, hayırseverce bir tavsiye olarak dile getirilen şey gerçekte Siyasi Büro’nun tavrıyla anlaşmazlığın ifadesidir. Burada aslında “ikinci evrenin başlaması ve Kürt sorununun ortaya çıkmasıyla SB’nun tavrı yumuşatılmalıdır, aksi halde Irak’ı savunma biçiminde yorumlanabilir” dile getirilmektedir.

Birincisi, ulusal çıkar görünürde gerçeğin de rengini değiştirebilir. SB’nun Ortadoğu bunalımıya ilgili konumu Irak yanlısı idiyse veya böyle yorumlanabilmişse bunu o çerçevede göstermek gerek, karşısında durup siyasal konumu dile getirmek gerek. Yoksa bu tavrımızla işçi ve emekçi kitlelere açıkladığımız gerçekler Kürt ulusunun sahneye çıkmasıyla yumuşamaz ve tartışma konusu gerçeklere ilişkin konumumuzu değiştirmez. Parti’nin tavrının Irak yanlısı yorumlanmasının Irak Kürdistan’ındaki atmosferin değişiminden kaynaklandığı ilgili maddede açıkça ortadadır. Ancak bu atmosfer hangi yönde değişti? Kürt’ün bir ulus olarak sahneye çıktığı, ulusal çıkar bu ulusun bu önderliğiyle Ortadoğu bunalımındaki bütün saflaşmaları yargıladığı bir ölçüte dönüştüğü açıktır. Kürt resmi nasyonalizmi için Çöl Fırtınası operasyonunun Irak rejiminin yıkılmasına kadar sürmesi için tezahüratta bulunmayan tavır Irak yanlısıdır. Kürt radikal nasyonalizmi için yukarıdaki aşamalandırmayı tanımayan, 1991 Mart başlarından itibaren ulusal çıkarın eksene oturtulmasını sindiremeyen, bölge olaylarını kavramasının ekseni uluslararsı ölçekte burjuva yeni gerici düzeni olan konum Irak yanlısıdır.

İkincisi, radyo programlarının Irak yanlısı “yorumlanması”na karşı bu duyarlılığı Kürt muhalefetinin Amerika yanlısı olmasına karşı salt duyarsızlığın yanına koyduğumuzda şaşkınlık bir yana tek bir sonuca varıyoruz: Yaarın kaklış noktası Irak Kürdistan’ındaki sıradan insanların, üstelik nasyonalist ufukla yetişen kesimin yaygın eğilimlerinden pek farklı değil. Onlar için de biri çirkin ötekiyse görmezden gelinebilirdir.

Üçüncüsü, Siyasi Büro’nun Ortadoğu bunalımı ve savaşı konusundaki tavrı Partili yoldaşların bir kısmı (bizim bilgimize ulaştığına göre küçük bir kesimi) tarafından başından ılımlı nitelendi. Bu eleştiri çeşitli yönlerden töneltiliyordu. Bunlardan biri insancı ancak bana göre siyasal olmayan, dar açılı bakıştı: [ Bu bakış açısı] Kuvet halkına uygulanan baskıyı görüyordu, ancak Irak’ın kınanması yüzeyde bile kabul edildiğinde İran Komünist Partisi Sesi’nin, dünyanın bütün yarı zamanlı liberalleri ve insancıları gibi, yüzbinlerce kez daha büyük ve daha insanlık dışı cinayetlere hazırlanan büyük bir propaganda makinasına ekleneceğini görmüyordu. Bu savaşın başlamadığı dönemdi. Irak rejiminin niteliği konusunda hiç kimseden daha az bilgili değildik, Kuveyt halkı ve bu ülke yurttaşlarının büyük çoğunluğunu oluşturan ve Irak’ın bu eylemleri sonunda yersiz yurtsuzlaşan göçmen işçilere karşı daha az sempati beslemiyorduk. Ancak bütün dünya ve bütün insanlığın geleceğine baktığımızdan Komünist Parti’nin uluslararası ölçekte burjuvazi ve emperyalist siyasete alet olmamasına izin vermemeiz gerektiğini kavradık. Komünist Parti bu uluslararsı bunalımdan başı dik, övünçle çıktı. Yazılarımız ve bildirilerimiz nerede ve hangi dilde olurs olsun dağıtıldığında radikal, özgürlükçü ve devrimci görüşler olarak ilgiyle karşılandı.

Sınırlı insancılık Kuveyt’te oturan insanlara sevgisenden dolayı insanlığın bütününü ilerideki on yıllar için unutuyordu, oysa Kürt nasyonalizmi ulusal çıkarından dolayı bizi eleştiriyordu. İki yıl önce Irak ile Komala’nin ilişkilerini bozduğumuz ve bu ilişkinin kurulmasının toplu sorumluluğundan kaçmak istediğimiz suçlamasıyla bizi eleştiren ve bize karşı savaş açan aynı hareket şimdi Irak rejimini eleştirmeyi anımsamıştı. Bunun nedeni ortada. Bu olaylarda Irak rejiminin güçsüzleşmesini, Kürdistan’da hareketliliğin artışını ve Kürt muhalefetinin ağırlık kazandığını görüyordu. Irak rejiminin karakteri İran kentlerinin insanlarını, rafineri ve fabrikalarının işçilerini, Halepçe halkını ve Komala üssünü bombalamaktan Ağustos 90’a kadar değişmiş değildi. Değişen veya değişmesi beklenilen Irak rejiminin içteki gücüydü. Bundan dolayı Irak rejimine karşı eleştirel bir geçmiş yaratma zamanı gelmişti.

Bu, Kürt nasyonalizminin Komünist Parti’de izlediği genel yöndür. Yukarıda sözü edilen makalelerde bu bağlama yerleşiyor bu çerçevede önem kazanıyorlar. İki evre savı ve radyo propagandası “atmosferinin değişimi” tartışması İran Komünist Partisi’nin Ortadoğu bunalımına yaklaşımını Kürdistan’daki nasyonalist ufka uygun değiştirme formülleridir.

Kürt Nasyonalizminin Kavramlarının Yinelenmesi ve Gerekçelendirilmesi

Her üç yazıda rahatsız edici bir nokta bu yazıların geleneksel Kürt nasyonalizminin kavramları ve zihniyeti çerçevesinde sınırlı kalmasıdır. Sanki Kürt sorunu söz konusu olduğundan Marksist ve sosyalist anlayış ve bu anlayışın toplumsal dönüşümleri kavrayıp çözümlemek için sağladığı kavramlar işlevlerini yitirmiş nasyonalist kavram ve kategoriler işlerlik kazanmışlardır. Bu, aşağı yukarı bu üç yazının bütün satırlarında, olayları çözümlemesinde, sözcük seçiminde, altı çizilmesi gereken konuların seçiminde vs.de görünüyor. Bunlar arasından birkaç belirgin örneğin altını çizeceğim.

“Amerika’nın İhaneti” Olayı

Amerika’yı Kürtler’e “ihanet” etti diye eleştirmek Irak’taki Kürt nasyonalist harketlerin ve buna bağlı olarak yersiz yurtsuzlaşan Kürt halkının büyük bölümü tarafından son felaketin nedenlerini açıklamak için kullanılan bir yöntemdir. Amerika’nın Körfez’deki savaşı boyunca Amerika’nın yanında duran, Irak rejimine karşı stratejisini bu rejimin Amerika tarafından devrilmesine bağlayan resmi Kürt nasyonalizmi için bu formülün hala bir geçerliliği olabilir. “Olabilir” diyorum çünkü Amerika devletinin bu savaş boyunca resmi açıklamaları ve binlerce resmi ve resmi olmayan ima Kürt burjuva muhalefetinin Amerika’nın resmi siyasetini kendi gönlünce ve gerçekçi olmayan biçimde yorumladığını göstermektedir. Aşağıda bu yorumlar ve bunların Kürdistan Cephesi için yaralarına değineceğim. Şimdilik yalnızca şu noktanın altını çizmekle yetiniyorum: Amerika ve Batı Kürtler’e ihanet etti yakıştırmasının ta kendisi Kürt muhalefetinin Körfez savaşı süresince Amerika’yla birlik ve yandaşlık duygusunu belirginleştiriyor. Nasıl ki Rıza Pehlevi’nin Amerika’nın babasına ihanet ettiğine ilişkin açıklamaları tarafsız herhangi bir gözlemci için Şah rejiminin Amerikan yanlısı olduğunu belirginleştirmekteyse öyle. Ne Rıza Pehlevi ne de Kürdistan Cephesi için böyle bir formül özel bir utanca neden olmamaktadır çünkü Amerika’yla birlik utanç verici gerçeği, Amerika yanlılık, daha önceden meşrulaştırılmıştı. Aynı formül ve bu formülün çirkin olduğuna aynı ilgisizlik tartışma konumuz olan makalelerde de açıkça görünmektedir. Daha önce Kürdistan Cephesi’nin “birinci evre”deki Amerika’yla birliğinin bilerek görüntünün dışına çıkarıldığını söyledim. Amerikalılar ile Kürtler’den bir cümlede ve bir metin içinde yan yana söz edilen ilk yer Amerika’nın Kürtler’e karşı hareketi veya komplosunun söz konusu olduğu yerdir:

Amerika’nın siyaseti şimdiki rejimi her türden halk devrimi ve mevcut muhalefete tercih etmektir, bu yüzden şimdiye dek halkı bastırmakta Saddam’ın önünü açık bırakmış hatta içten içe onu özendirmiştir.” (Birinci bildirge)

Amerika’nın Kürdistan’daki kitlesel ayaklanmaya karşı siyaseti halk ayaklanmasına karşı Irak rejimini açıkça desteklemek biçimindedir. Amerika devleti gerek “bölünme ve kargaşa tehlikesi” karşısında Irak rejimini siyasal açıdan desteklemek gerek bu bastırma harekatında Irak ordusunun önünü açık bırakmak hatta işlerini kolaylaştırmak yoluyla şu ereğin peşindeydi…” ayrıca “bu anlamda Irak Kürdistan halkının hareketinin bastırılması siyaseti emperyalist bir siyasetti, ayaklanmanın yenilgisiyle…bu emperyalist siyaset, en azından bu evrede, ereklerine ulaştı denebilir.” (İkinci bildirge)

Amerika “Irak’ın önünü boş bıraktı” düşüncesi başka biçimlerde ve daha yaygın formülasyonlarıyla Karger-e Emruz makalesinde de yineleniyor. Örneğin yazar içteki direnişin başlamasından sonra “Amerika siyasetinde dikkat çekici değişim”den söz ediyor bu “değişmiş” siyaseti eleştiren çok sayıda paragraf sıralıyor:

Önce Irak’ın güney kentleri ardından kısa bir süre sonra Kürtler’den oluşan ülkenin kuzey merkezleri ayaklandı…Burada Amerika’nın siyaseti dikkat çekici ölçüde değişti. Amerika ve müttefiklerinin savaşının açıklanmamış ereği olan Irak rejimini devirme çabası geçici olsa dahi halk ayaklanmaları karşısında Irak’ın devlet egemenliği ve toprak bütünlüğünü savunmaya dönüştü, Amerika hem üstü kapalı hem de açık biçimde “kargaşa” karşısında merkezi devleti destekleyeceğini açıkladı. Irak rejimine baskı yerini muhalifleri bastırmak için devletin önünü açık bırakmaya verdi… Devletin Kürtler’e saldırıları başladığında savaştan hemen sonra askeri erekleri doğrultusunda Irak’a dayattığı Irak helikopterlerinin kendi hava sahalarında uçuş yasağı kaldırıldı.

Bu açıklamalardan sonra Kürtler’in yersiz yurtsuzlaşmasının kamuoyuna etkisi konusunda uzun bir paragraf geliyor. Bu bölümün çıkarımı Amerika’nın bölgedeki siyasetinin “çirkin” yönleri ve “savaşın pek de iyi niyet, adaletçi ve ahlaki erekler taşımadığı” gerçeği ancak yeni yeni Kürtler’in yersiz yurtsuzlaşmasıyla kamuoyu için açıklığa kavuştuğu biçimindedir. Makale daha sonra doğrudan Amerika ve Batı’nın sorumluluğuna ve halka ihanetlerine değiniyor:

Bu durum karşısında Batı ülkeleri bu sorumluluk yükünü omuzlarından indirmek ve mültecilerin acınası yüzlerinin yeni emperyalist düzenin görüntüsünü daha fazla bozmasına izin vermemek için telaşa kapıldılar, gıda ve ilaç yardımları Kürt kitlelerindeki ihanete uğrama ve komploya kurban gitmekten kaynaklanan derin insani yarayı tedavi etmeyecekse de liberal vicdanları teskin etmeye ve demokrat eleştrimenleri susturmaya yarayacaktı.

Yazar halk kitlelerindeki “ihanet duygusu”nu eleştirmiyor, tersine bunu onaylayıcı bir tavırla, “Amerika’nın dönüşü” ile ilgili “olgular”la, helikopterlerin uçuş yasağının kaldırılmasıyla sunuyor. Bu makalede Kürtler’in ihanete uğrama duygusu meşru bir duygu sayılıyor, bu da karşı tarafın, Amerika ve Batı’nın, sorumluluğundan kaçışını gösteriyor. “Irak rejiminin önünü açık bıraktılar”, “helikopterlere uçuş izni verildi”, “Amerika’nın siyaseti değişti”, “Irak rejimini devirme siyaseti yerini bu rejimi desteklemeye bıraktı”. Bunlar Kürt nasyonalizminin Amerika’ya karşı iddianameleri ve Irak ordusunun ilk ilerlemeleri karşısında Kürt muhalefeti güçlerinin ansız yenilgisinin gerekçeleridir. İhanete uğrama duygusu Amerika’dan beklentisi olmak anlamına gelir. Burada bu beklentinin de içeriği açıklanmıtır: Amerika siyasetinin değişmemesi ve Irak rejimini devirmek üzere Amerika kampanyasının sürdürülmesi. Gerçekte bunun anlamı Çöl Fırtınası operasyonunun sürdürülmemesinden yakınmaktan başka değildir. Bu, emperyalist bir tecavüzün sürdürülmesi, Irak ve Kuveyt’te milyonların evlerinin başlarına yıkılması demektir. Kürt nasyonalizmi Kürt halkının geniş bir kesimini bunu isteyecek noktaya sürüklemiştir. Görünürde yoldaş Mohtadi bu tavrın çirkinliğinin farkında değil. Gerçekte yenilgiden sonra Kürt nasyonalizminin propaganda platformu olan Kürdistan halk kitlelerinin bu isteğini deşifre edip eleştirmediği gibi onu doğruluyor. Yazarı tanımayan, ideolojisi ve partisinden haberdar olmayan biri Karger-e Emruz makalesini Amerika’nın askeri müdahalesini meşru sayan, Amerika ile Irak arasında ateşkes anlaşmasına karşın bu müdahalenin sürmesini isteyen Kürdistan Cephesi’nin daha rahatsız sözcülerinden birinin sözleri olduğunu kolayca düşünebilir.

Gerçekte Amerika Kürdistan nasyonalist muhalefetine herhangi bir ihanette bulunmadı. Amerika’nın siyasetinde belirli bir değişim yoktu. Bu formüller Kürt muhalefetinin Amerika’ya baskı uygulayıp yenilginin ertesinde ödün koparma aracıdır. Bunlar Kürt muhalefetinin Kürdistan halkının yersiz yurtsuzlaşmasını siyasal bir sermaye olarak kullanma aracıdır.

Amerika’nın Irak siyaseti hiçbir zaman Kürt muhalefeti, Hizbulda’ve ve Şiyuiler’den oluşan bir koalisyon iktidarı kurmaya dayanmıyordu. Başından Irak’ın toprak bütünlüğünün altını çizdiler, başından güçsüzleşmiş Irak rejimini muhalefetine tercih edeceklerini söylediler, başından ittifakın askeri kampanyasının Kuveyt’in geri alınması ve Irak’ın savaş makinasının yok edilmesiyle sınırlı olduğunu, Saddam’ı devirme siyasetini savaştan sonra, siyasal ve barışçıl yollarla ve Irak’ın istikrarını bozmadan güteceklerini açıkça ilan ettiler. Gerçekte de Irak’ın güneyi veya kuzeyinde herhangi bir hareket başlamadan önce ateşkes anlaşmasını imzalayıp askeri operasyonlarını sona erdirdiler. Irak rejimini devirmek üzere “açıklanmamış bir siyaset” söz konusu olsaydı bile tarafsız gözlemci bu ateşkesle bunun defterinin kapatıldığını anlaması gerekirdi. Ancak nasyonalist Kürt muhalefeti Amerika’nın bu siyasetinden başka bir görüntü sunarak, ittifak önderlerinin yer yer Irak’a baskı uygulamak için Bağdat’ın işgali ve Irak rejiminin devrilmesi konusunda başlattıkları propagandayı Kürdistan halkına yutturmak ile belirli bir çıkarın peşindeydi. “Amerika bizimle”, “Irak rejimi devrilecek”, “Kürdistan’da iktidar hükmü cebimizde” vs. Irak rejiminden asileşmiş halk kitlesini Kürt nasyonalizminin siyasetlerinin arkasına sıraya sokma aracıydı. Amerika’nın desteğinin arkalarında olduğu iddiası son on yıllık dönemde İranlı monarşistlerin hatta Halk Mücahitleri’nin ağızlarından düşürmedikleri sözdü. Bu kitlesel kadercilik atmosferinde yayılma, halkın üzerinden bakma ve bu atmosferi yayma aracıdır.

Helikopterlerin uçuş yasağının kaldırılması tartışması gerçekten üzücüdür. Bu, Kürdistan Cephesi’nin yenilgisini gerekçelendirmek içindir. Şahsen İran ve Irak’ta Kürdistan hareketinin sorumlularından hiçbirinin helikoptere “direniş ve ayaklanma dalgalarını aşıp kendilerini bütünüyle muzaffer sayan bir halkın” yenilgisinin açıklanmasında sözü edilebilir ve ortaya atılabilir bir etmen kadar belirleyici bir rol yüklediklerini anımsamıyorum. Bundan öte nesnel açıdan bu sav yanlıştır. Ateşkesten sonra iki Irak uçağının düşürülmesi ardından ilk helikopterler uçmaya başladığında Schwartzkomf, ateşkes anlaşmasına yalnızca hareketsiz kanatları olan uçakları dahil ettiklerinden dolayı bizzat Kürt muhalefetine üzüntülerini bildirdi. Kürt muhalefeti bugün Amerika’nın oyunbozanlığı ve ihaneti konusunda daha fazla kanıtı olsun diye kendi başına helikopterleri de anlaşmaya dahil ediyor. Tartışılan makalede bu savın boy göstermesi Kürt nasyonalizminin bu yazıya etkisinin ölçüsünü göstermektedir.

Amerika’nın ihaneti tartışması Amerika’nın desteğiyle ilerleme siyasetini tamamlamaktadır. İkincisini eleştirip birincisinin yanlışının yanından geçmek olanaklı değildir. Sorunu Amerika’nın ihaneti biçiminde değerlendirmek özünde Irak’a emperyalist müdahaleyi meşru saymak, yıkıcı Çöl Fırtınası operasyonunun sürmesine eğilim göstermek ve bir ulus olarak Kürdistan halkının, İsrail gibi, bölgeye uzun vadeli emperyalist müdahalenin uzantısı ve zeminine dönüşmesine boyun eğmek anlamlarına gelmektedir. Buna daha sonra değineceğim.

“Kürdistan Hareketinin İlerlemesi” ve “Kerkük ve Petrol Kaynaklarının” Ele Geçirilmesi

Bu üç yazıda defalarca “Kürt hareketi” veya “Kürdistan hareketi” terimleriyle karşılaşıyoruz. Bu hareketi gerçekte tanımlaması gereken özerklik yanlısı, ulusal vb. sıfatların elenmesi Komünist Parti’nin Kürt sorununu değerlendirişi geleneğinde geriye atılmış önemli bir adımdır. Bu, “Kürdistan hareketi” diye bilinen hareketi işçi hareketi, demokratik hareket, kadın hareketi vs. gibi Kürdistan’daki öteki toplumsal hareketlere koşut özerklik yanlısı veya ulusalcı bir hareket olarak değil Kürdistan’daki bütün direniş hareketlerinin genel çerçevesi ve ana hareket olarak niteleyen nasyonalist yoruma geri dönüştür. “Kürdistan hareketi” kavramı böylece sınıfsal yükünü yitiriyor, sınıflar ötesi ve sınıflardan önce tanımlanıyor. Bu konu daha önce Komünist Parti’de epey tartışıldı, uzun süredir bu terim bu biçimiyle partili ajitatörler ve aktivistler tarafından kullanılmıyordu. Son olaylar bu gibi nasyonalist kategorileri bizim saflarımızda bile canlandıran bir etki yaratmışa benziyor.

Sürmekte olana “Kürdistan hareketi” diye bakmak bu hareketin ögeleri ve özellikleri olarak Kürdistan hareketinin çantasına konulan her şeyi kabul etmeyi de kaçınılmaz kılıyor. Nasyonalist muhalefet, önderleri, ortaya atılan veya daha atılmamış sloganlar, bu “Kürdistan hareketi” bağlamında gerçekleştirilen yöntemler ve önlemler, bunların hepsi soruna böyle bakan biri için “Kürdistan hareketi”ne ait. İkinci ve üçüncü makalelerde emekçi kitlelerin çıkarlarıyla çelişkileri dile getirilen nasyonalist Kürt muhalefetine destek mektubu yazmak bunlara “Kürdistan hareketi”nin bir parçası olarak önsel üyelik kartı vermekten kaynaklanmaktadır.

Ne var ki sorun bununla bitmiyor. “Kürdistan hareketi” bu belirleyici ve genel özelliğiyle, yazarı bu hareketi bu ışıkta görmeye zorlayan, özgül bir tarihsel sürekliliğe kavuşuyor, bir geçmiş ve gelenek elde ediyor. Bunu Amerika’nın ihaneti tartışmasında görmek olanaklı. Yazar kesinlikle Doğu Bloğu işçilerinin Batı’ya veya Kürdistan işçi hareketinin Amerika’ya karşı “ihanete uğrama duygusu”ndan aynı biçimde söz etmeye yanaşmayacaktır. Böyle bir duygu gerçekte varsa bile bir komünistin baştan bu duygunun özünü eleştireceği ve onaylayıcı biçimde aktarmayacağı açıktır. Ancak görünürde “Kürdistan hareketi” ve bu hareket için yaratılan geçmiş ve gelenek böyle bir yorumu meşrulaştırıyor. “Kürt ulusu şu veya bu yolla hakkını elde etmeli” bu kavramı düşünce sistemine yerleştiren kişinin bakışının sınıfsal ve eleştirel olmaktan çıkarılmasının sonucudur.

Gerçekte sorunları sınıflar üstü açıdan kavramak anlamına gelen “Kürdistan hareketi”nin dilinde konuşmanın belirgin bir örneği daha üçüncü makalenin “Kürdistan hareketinin” yazgısını ele alış biçimi, ateşkes döenminden yersiz yurtsuzlaşmaya kadar büyüme ve ilerlemesini değerlendirmesidir. Karger-e Emruz makalesi hareketin ilerleme ve zaferinden destansı bir görüntü sunuyor, sonra kırılma ve yenilginin nedenleri konusunda yanıtsız bir dizi soru ortaya atıyor. Kürdistan hareketinin ilerlemesinden sunulan görüntü şöyle:

Direniş ve ayaklanma dalgalarını aşan, kendilerini bütünüyle muzaffer sayan bir halk nasıl oldu da kısa bir süre içinde yaşamlarını korumak için her şeye sarılan savunmasız sığınmacılara dönüştü?…Toplu ayaklanmalar sonucunda önemli bölgeler ve bazı petrol kaynaklarının denetimini ele geçiren silahlı bir halk neden ve nasıl bu hızla yenilgiye (uğradı)?…Niçin kitlesel direniş örgütlenemedi?

Makalenin bu sorulara ciddi yanıtlar verememesi, son çözümlemede Kürt nasyonalizminin resim yorumunu (Amerika’nın ihaneti ve helikopterlerin uçuş yasağının kaldırılması) işin içine sokmasının nedeni temelde “birinci evre”yi unutması, Irak Kürdistan’ındaki son olayların toplumsal koşullarını ve daha geniş çerçevesini göremeyişidir. Ancak bu temel nedenin yanında, hareketin ilerlemesine ilişkin geleneksel kavrayış da baştaki aşırı çoşku ve hızlı yenilgiye ilişkin sonraki şaşkınlığın ortaya çıkmasında payı var. Bu makalelerde hareketin ilerlemesi (belirli sınıfsal bileşim ve özelliği olan bir hareket değil “Kürdistan hareketi” olduğundan) Kürdistan’da geleneksel peşmerge mücadelesi açısından anlaşılıyor. “Önemli bölgeler ve bazı petrol kaynaklarının denetimini ele geçiren silahlı bir halk.” Hareketi bu şekilde kavramak yerine komünist geleneğin bize öğrettiği ve İran, Nikaragua ve onlarca benzer durumdan öğrendiklerimizin altını çizdiği gibi ilerleme bağlamında sloganlar, istekler, program, sınıfların direniş hareketi safında nasıl yeraldığı ve sınıfsal güç dengesi, siyasal ve silahlı olmayan aşamada hareketin geçmişi, kitle örgütleri, radikal önderler, sınıfsal hegemonya, harekete egemen ufuk ve komünistlerin hareketlerin ilerleme ve gerilemesini genelede onlarla değerlendirdikleri başka etmenleri göz önünde bulundurduğumuzda hareketin mevcut değerlendirilişinin bir şekilde düzeltilmesi gerektiği ortaya çıkar. Ancak burada halk ayaklanması, devlet tarafından silahlandırılmış aşiretlerin saf değiştirmesi, peşmergelerin savaşa girmesi ve devlet güçlerinin umutsuzluğunun karışımı sonucu gerçekleşen ele geçirme ve ilerleme Kürdistan hareketinin ilerlemesinde son söz olarak görülmekte. Çöl Fırtınısı önceki biçiminde veya daha hafifletilmiş şekilde Irak rejiminin devrilmesine kadar sürseydi Kürdistan’da askeri ilerleme “Kürdistan hareketi”nin geleneksel çizgileri için gerçekten de en büyük kazanım sayılırdı; bu anlaşılır bir şeydir. Bu da bir senaryo olabilirdi. Ancak gerçekten bu senaryoya bel bağlamayan, hareketin ilerlemesini ve sonraki yazgısını hareketin maddi güçleriyle ölçmek isteyen biri bu hareket askeri yolla bazı yerleri ele geçirdi diye hareketle birlikte zafere ulaşma duygusuna kapılmak daha sonra da hareketle birlikte şaşkınlığa uğramak yerine baştan bu hareketin düşünsel, programatik, siyasal, örgütsel, önderlik ve pratik güçsüzlüğü ve karışıklığına ilişkin kaygılarını dile getirmeli, merkezi devletin karşı saldırısı durumunda “Kürdistan hareketi”nin başına gelebilecek felaket konusunda uyarıda bulunmalı ve çözüm yolları aramalıydı. Olup biten Kürt nasyonalizminin peşmergeci ufkunun üstün çıkmasının ve halk mücadelesinin sahnesinde öne geçmesinin sonucuydu. Tartıştığımız makalenin ufkunu bu peşmergeci ufuktan ayırmak olanaklı değil.

Bu silahlı ilerlemeye kesin önem kazandıran şey “önemli bölgeler ve bazı petrol kaynaklarının denetimini”nin ele geçirilmesidir. Bağımsız birleşik Kürdistan stratejisinde Kerkük petrolünün önemli bir yere sahip olması anlaşılır bir durumdur. Bu bakış açısında Irak’ın Kürt bölgerinin petrolü Kürdistan adında bir ülkenin ekonomik destek ve temeli olarak önem kaznıyor. Ancak bu yolla Kerkük petrolü nasyonalist düşüncede bir fetişe dönüşüyor öyle ki Kürdistan’ın birliği ve bağımsızlığı stratejisi siyasal, somut nedenlerden dolayı bir yana bırakıldığında bile Kerkük petrolü kendinde ve ulaşılamaz bir düş biçiminde Kürdistan ulusalcılarının zihniyetinde parlıyor. Pratik, ekonomik ve askeri açıdan Irak Kürdistan’ının petrol kaynaklarının Kürt güçler tarafından ele geçirilmesi, bağımsızlık isteğinin yokluğunda, bir anlam ve önem taşımamaktadır. Kerkük petrolünün mülkiyetinin ele geçirilip satılması petrol kaynaklarının üzerindeki toprakların işgaliyle gerçekleşemez, çünkü malzeme depoları, tarlalar hatta (bazı özel koşullarda) fabrikaların tersine petrol kaynaklarının ele geçirilmesinin ivedi ekonomik anlamı bulunmamaktadır ve bölgeyi ele geçiren askeri gücün karşılaştığı düğümleri çözmemektedir. Sorun bölgenin egemenlik hakkı, petrolün hukuksal mülkiyeti, istihraç ve ihraç hakkının elde edilmesidir; üstelik bu ancak petrol endüstrisinin harekete geçirilmesi, taşıma sorunun çözülmesi ve anlaşmaların yapılmasından sonra olanaklıdır. Bundan dolayı petrol kaynaklarının ele geçirilmesi ancak egemenlik hakkı ve bağımsızlık elde etme hareketi bağlamında ekonomik ve stratejik bir öneme kavuşabilir. Bağımsızlık ve egemenlik hakkı da, gerçekte Amerika ve Türkiye’nin hoşuna gitmediğinden, daha önce Kürt muhalefeti tarafından gündemden çıkarılmıştı. Petrol sorunu siyasal, uluslararası bir sorundur, petrol kaynaklarını ele geçiren bir ordu, sırf bu yüzden, petrolden ekonomik ve askeri açıdan yararlanmaya bir adım bile yaklaşmış değil. Irak ordusu da Kuveyt’in bütün petrolünü ele geçirdi, ancak Irak’ın Kuveyt üzerinde egemenlik hakkı tanınmadan bir varilini satması bile olanaklı değildi. Sorunun bu siyasal ve hukuksal yönünü değerlendirmeksizin “bazı petrol kaynaklarının denetimini”ni ele geçirmişlerdi demek, bu anlamıyla, Kürdistan ulusal hareketinin eski fetişi karşısında eğilmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Gerçek şu ki Bush’un buyruğu doğrultusunda tüm bu olaylar boyunca özerklikten bile söz etmeyen ve Irak’ın toprak bütünlüğünü vurgulamakta Irak rejimiyle yarışan Kürdistan Cephesi için “bazı petrol kaynaklarının” halk veya Cephe güçleri tarafından ele geçirilmesi önemli askeri bir zarardı. Bu, askeri veya ekonomik açıdan ivedi bir önemi olmaksızın Irak rejimini ölüm kalım savaşına çağırıyordu.

“Güvenli Bölge” Planı

Kürdistan’ın kuzeyinde güvenli bölge planının onaylanması nasyonalizmin Kürt halk kitleleriyle çeliştiğinin en açık örneklerinden biriydi. Bugüne kadar Kürdistan halkının sorunu ister varolan ülkeler çerçevesinde olsun ister bağımsız bir ülke kurmak yoluyla ulusal baskının yok edilmesiydi. Güvenli bölge planının sonu Kürt halkının yurtsuzlaşması ve yazgısının Filistin halkının yazgısına benzemesidir. Bir yıl öncesine kadar günün modasına uygun olarak Kürt İnsan Hakları komiteleri vb. oluşturulması gündemlerinde bulunan nasyonalist Kürt örgütler için Filistin Kurtuluş Örgütü gibi uluslararası prestije sahip bir örgüte dönüşmek ve Birleşmiş Milletler ile çeşitli kurumlarda oynatılmak bir ilerleme sayılıyor herhalde. Ancak bu Kürt halkının Filsitin halkının hukuksuzluk düzeyine indirilmesine bağlıdır. Görünürdü nasyonalist Kürt muhalefeti buna olumlu bakıyor.

Ancak bu planın onaylanmasının ardında, kökleri Kürt sorununa geleneksel militarist ve köylü bakışta yatan, bir başka yanılsama bulunuyor. Bu bakışta Amerika ile İngiltere’nin Kürtler için tasarladığı güvenli bölge gerçek siyasal ve hukuksal niteliğiyle değil yalnızca coğrafi boyutunda anlaşılmaktadır. Baştan konunun bağımsız bir Kürt ülkesinin oluşturulmasıyla ilgili olmadığı ortada olduğu halde sırf şu veya bu şekilde Kürtler bir “yurt” elde edecekler diye bu plana kucak açılıyor. Yine olmayan şey bu plana egemen siyasal ve hukusal çerçeve, Kürt halkı ve gerçekte bütün çağdaş dünya için toplumsal, kültürel ve düşünsel anlamlarıdır; görülense eski ulusal bir fetiş olan “yurt”un gerçekleşmesidir. Nasyonalist peşmerge güç için, aşiret için, kapitalist öncesi düzendeki köylü için baskıcı düşmanın giremeyeceği bir yurdun olması önemli bir meziyettir. Ancak Kürt işçisiyle burjuvası için yurttaşlık hakkı, istihdam, yatırım, ekonomik gelişme, büyüme, endüstri vs. toplumun tanımının paraçasıdır. Bunların mücadelesinin ereği, ulusal çerçevede bile, kendinde “yurt” elde etmek değil bir toplumu içine alacak yurdu elde etmektir. Kürdistan’daki kapitalist toplumun ana sınıflarının insanların toplumsal-olmayan biçimde bir araya getirildikleri güvenli bir bölgenin oluşturulmasına niçin sevinmeleri gerektiği hiç de açık değil.

“Yurt”a duyulan aynı fetişist bağlılığı, güvenli bölge tasarısının hukuksal, toplumsal ve doğal olarak siyasal anlamını ayrımsamamayı Karger-e Emruz makalesinde de görüyoruz. Şöyle yazıyor:

“Güvenli bölge” konusunda ilk öneri bile, nasıl olursa olsun ileride Kürtler için belli türden siyasal-coğrafi bir konumu güvenceye alabileceğinden bir yana bırakıldı, şimdiyse “Yeni Dünya Düzeni”nin önderlerinin bütün sundukları şey Kürt halkı için “güvenli bir sığınak” oluşturmaktır. Bunlar Kürtler’in yersiz yurtsuzluğu konumunu süreklileştirecek “Sabra” ve “Şatilla”dan başka değil.

Bir başka deyişle konu kürtler için bir bölge veya yurda ilişkin olsaydı “düşünülebilirdi” ancak bu tasarı “mülteciler kampı” tasarısına indirgenmiş bulunmaktadır. Hangi gözlemler sonucunda “güvenli bölge” planında bir dönüşün varlığının çıkarsandığı anlaşılmıyor. Bu tasarının zaman içinde kesinleştiği açık. Ancak özü değişmiş değil: Komşu ülkelere ve ardından Batı ülkelerine mülteci akımını önleyecek, Kürtler’in içinde Irak rejiminin saldırısından korunduğu, İngiltere ile Amerika veya Birelşmiş Milletler gözetiminde güvenli bir bölge oluşturmak. Baştan bunun geçici olduğunu, Irak’ın bölünmesi anlamına gelmediğini duyurdular. Gerçekte de geniş bir bölgeyi yabancı güçlerin denetimine verdiler. Ne olursa olsun bu sorun ikincildir. Temel sorun makalenin baştaki düşünceden memnun olmasıdır. Burada Kürt halkının yersiz yurtsuzlaşmasının sürekliliğinin “güvenli bölge” tasarısının “güvenli sığınak” tasarısına dönüşmesiyle başladığı gösterilmeye çalışılıyor. Oysa yukarıda dile getirdiğim nedenlerden dolayı “güvenli bölge” tasarısı bu ufku Kürt halkının önüne koydu. Ancak görünürde orada yurt (bölge) söz konusu olduğundan içinde hayırlı bir şeyler bulunuyordu.

Böyle bir yaklaşımın önemli bir yönü olaylara belirli ulusal çıkarlar açısından bakmasıdır. Kürt halkına etkilerinden bağımsız olarak güvenli bölge planı sömürgeci bir plandır, burada Amerika ile İngiltere resmen dünya insanlarının yazgısını belirliyorlar, dünya çapında böyle müdahaleleri meşrulaştırıyorlar. Bu tasarı “Kürtler için belli türden siyasal-coğrafi bir konumu güvenceye” alsaydı bile bir komünist bunu sömürgeci yöntemlerin yeniden canlandırılması ve açık emperyalist saldırılara karşı dünya emekçilerinin günümüze kadarki kazanımlarına bir saldırı olarak mahkum etmeliydi. Mazlum Yahudi halkı ve şu anki siyasal-coğrafi konumu hepimizin gözleri önündedir. Dünyaya ve daha geniş insanlık bütününe böyle bir ilgisizlik, daha önce de söylediğim gibi, milliyetçiliğin ve insanları biz ve ötekilere bölen her türden ideolojinin belirleyici özelliğidir.

* * *

Bu yazıda sözü edilen makalelerde değinilen konularla sınırlı kaldım. Bundan öte yoldaş Mohtadi’nin makaleleri belirli tarihsel bir uğrakta yazıldı, bundan dolayı yoldaşın makalesinde yeralmayan Kürdistan’daki olaylarla ilgili sonraki gözlemler ve elimize ulaşan daha ayrıntılı bilgilerin benim yazıma yansıması kanımca ilkesel olmazdı. Bunlardan biri tartışmasına girmediğim Irak Kürdistan’ındaki konsey (şura) hareketidir. Yine de yukarıda sözü edilen makalelerin eleştirilebilen çok sayıda başka noktaları bulunuyor. Ancak bunlara girmek konuyu daha da uzatırdı.

Ben bu yazılarda dile getirilen noktalar konusunda görüş bildirdim. Yazılanlar nasyonalistçedir. Ancak bu bakışın sosyalizm ve komünizmle gerçek ve çok daha önemli ayrımını yazılanlarda değil yazılmayanlarda aramak gerek. Uluslararsı ufkun terkedilmesi ve Kürt sorununa Kürdistan sınırları dışında daha geniş sınıfsal karşılaşmanın bağlamında bakmamak, emperyalist militarizmin yükselişini görmemek, Kürt ve Arap emekçileri arasındaki ulusal çatlağın büyümesini görmemek, burjuvazinin bir ulus olarak Kürt’ü bölgeye emperyalist müdahalenin üssüne dönüştürme çabasını görmemek, Kürt sorununun emperyalist güçler tarafından yukarıdan, gerici ve İsrail benzeri çözümlerini görmemek, Kürt ulusunun ve Irak Kürdistan burjuva muhalefetinin yanılsamalarının savaş karşıtı harekete ve Batı işçisinin kendi yayılmacı burjuvazisine karşı mücadelesine etkilerini görmemek, Kürt deneyimini en önemli uluslararsı siyasal bunalımlardan birinden ayırmak ve bu yüzden işçilerin, özellikle de Kürt işçisi ve emekçisinin bu daha geniş bunalım konusunda tarihsel belleğinin bulandırılmasına katkıda bulunmak, bütün dünyada Kürdistan halıkının ulusal baskıya uğramasını da kullanarak biçimlenmekte olan gerici düzeni görmemek; tüm bunlar yukarıda sözü edilen makaleleri komünist geleneğe bütünüyle yabancılaştırmakta ve radikal Kürt nasyonalizminin mirasının bir parçasına dönüştürmektedir.

22 Mayıs 1991

*İlk kez Körfez Bunalımı ve Irak Kürdistan’ındaki Olaylar (İran Komünist Partisi İç Tartışmalarının Belgeleri) adlı kitapta Farsça yayımlandı.

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *