IŞİD Nasıl Yenilgiye Uğratılabilir?

IŞİD Nasıl Yenilgiye Uğratılabilir?

Hamit Taqvai*

 

IŞİD nasıl yenilgiye uğratılabilir? Bu soru, özellikle Paris saldırısından sonra, Batı’da ve tüm dünyada devletlerin, medyanın ve kamuoyunun gündeminde yer almaya başladı. Batılı devletler ve siyasetçiler bu soruyu çeşitli biçimlerde yanıtlıyorlar: Obama, ABD ve Avrupa devletleri IŞİD’e karşı stratejilerinde Batı kampında yer alan “ılımlı” İslamcı devletler ve güçlerin askeri rolünü vurguluyorlar; Batılı devletler ve onları destekleyen medya IŞİD’e karşı mücadelenin şiddetlendirilmesini vurgularken siyasal İslam’ı eleştirinin kılıcından kurtarmaya çalışıyor, görülmemiş bir titizlikle “İslamcı terörizm”e karşı gelmekten, hatta bu terimi kullanmaktan kaçınıyor. Donald Trump ve Cumhuriyetçi Parti’nin öteki başkanlık aday adayları Irak ve Bagdat’a 2003 yılında yapılana benzer geniş çaplı ve bölgesel bombardımandan (carpet bombing), teröristlerin ailelerine saldırıdan ve Müslümanların ABD’ye girişlerinin yasaklanmasından söz ediyorlar. Avrupa ve ABD’deki ırkçı parti ve örgütler Paris saldırısından sonra yabancı düşmanlığı ve özellikle İslamzede ülkelerden kaçan mültecilere karşı nefret borazanına daha fazla üflüyorlar vs.

 

Bu siyasetler sorunun çözümünün parçaları değil; bizaat sorunun öğeleridir. Batılı devlet ve özel medya aracılığıyla propagandası yapılıp kamuoyuna yedirilen bu gibi siyasetler ve “çözüm yolları” Batı’da ve Doğu’daki insanların çıkarlarını temsil etmediği gibi geniş kitlelerin çıkarları, istek ve ereklerinin tam karşısında yer alır. Bu atmosferi kırmak gerekir. Bu siyasetler ve söylemlerin bütünsel bir eleştirisi yapılmaksızın, bunları savunup yayan devletler, partiler ve medya deşifre edilmeksizin IŞİD ve bütün İslamcı güçlerle etkili ve bütünsel bir mücadele olanaksızdır.

 

IŞİD’e karşı sol ve insancıl mücadelenin temelleri

 

IŞİD ancak ve ancak Batı’da ve bölgede sol, insancıl ve radikal bir hareket örgütlenerek yenilgiye uğratılabilir. Derin eleştirel böyle bir hareketin özellikleri şunlardır:

 

  1. IŞİD’in İslamcı bir güç olarak eleştirilmesi ve onunla karşılaşmak: IŞİD gerek ideolojik açıdan (Kuran’daki ve İslam’ın ilk yönetiminin hükümlerine dayalı İslam devleti) gerek siyasal açıdan (İslam Cumhuriyeti-Suriye-Rusya bloğuna karşı Türkiye-Suudi Arabistan-BAE bloğunun bir parçası olarak) siyasal İslam hareketi içinde yer alan dinci bir güçtür. IŞİD’a karşı eleştiri ve mücadele bu hareketin öteki güçlerine dayanılarak yapılamaz. IŞİD’i rengarenk İslamcı güçlerin iç savaşı ve bu güçleri destekleyen batılı ve bölge devletleri aracılığıyla yenilgiye uğratmak olanaklı değildir. Batılı devletler, Rusya ve bunlarla ittifak içindeki devletlerin siyasetlerinin ekseni olan böyle bir yaklaşım IŞİD gibi güçlerin ortaya çıkmasına yol açan önemli etmenlerden biridir; böyle bir strateji IŞİD’i geri püskürtmeyi başarabilse bile yeni IŞİDlerin ortaya çıkmasına yol açacaktır.

 

IŞİD’e karşı mücadelenin ilk adımı İslamcı siyasetlerinin ve stratejilerinin eleştirisidir. Siyasal bir güç olarak İslam, ister iktidarda olsun ister opozisyonda, dinsel ideolojisi ve doktrini ve küflenmiş hükümleri ve yasaları nedeniyle (kısas yasasından kadın düşmanı, “kafirler ve zındıklar” karşıtı hükümleri, modernizme, özgürlüğe ve özgürlükçü düşünceye düşmanlığına kadar) bütünüyle ultra-gerici ve insan düşmanı bir güçtür. IŞİD ve İslami hilafeti bu barbarlık ve gericiliğin en açık ve son örneğidir. Ancak tek örneği değildir. Suudi Arabistan ve İran türünden Erdoğan hükümeti gibi “ılımlı” cinsine kadar bütün İslamcı devletlerin siyasetleri ve pratiği aynı barbarlık ve gericiliği farklı boyutlar ve ölçülerde gözler önüne seriyor. Bu açıdan da bakıldığında, İslamcı güçleri aşırı ve ılımlı olarak ikiye bölmek, daha da kötüsü aşırılara karşı ılımlılara dayanmak yalnızca bu güçlerin İslamzede ülkelerin insanlarına karşı ve dünya çapında etkilerinin ve cinayetlerinin boyutlarının artmasına yol açar.

 

IŞİD ile mücadelede ilerlemek ve zafere ulaşmak herşeyden önce siyasal İslam hareketinin bütününün ve bütün İslamcı devlet ve güçlerin sol ve insancıl bir açıdan eleştirilmesiyle olanaklıdır.

 

  1. IŞİD terörizmini sadece Batı’daki terörist saldırılarla ilişkili değil; bizzat bölgede ve Müslümanlara karşı (siyasetlerinden) dolayı eleştirmek. Batılı devletler ve medya genelde İslamcı güçlerin saldırıları ve cinayetlerini Batı ülkelerinde gerçekleştiğinde terörizm olarak adlandırıp kınar. Onlar açısından İslamcı devletler ve güçlerin İslamzede toplumlardaki rutin saldırıları ve cinayetleri terörizm değildir. İran, Irak ve Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki geniş çaplı idamlar, recm cezaları, kırbaçlama, çeşitli İslami işkenceler, dinden çıkanların, ateistlerin ve eşcinsellerin öldürülmesi ve bu ülkelerdeki gençlerin, kadınların ve halkın itiraz ve başkaldırılarına karşı binbir çeşit yasal ve şer’i cinayet görmezlikten gelmekle kalmıyor kimi durumda halkın İslami kültürü adı altında meşrulaştırılıyor. Bütün bunlar bütün İslamcı devlet ve güçlerin İslamzede ülkelerde gerçekleştirdiği sürekli cinayetlerinin ve İslamcı terörizmin bir parçasıdır. İslamcılık ve siyasal İslam hareketinin insanlık düşmanı yüzünü ve kimliğini Batı’da ve Doğu’da tanıyıp onunla mücadeleye girmek gerekir.

 

  1. Batılı devletlerin Yeni Dünya Düzenci siyasetlerinin ürünü olarak IŞİD (ve bütün İslamcı güçlerin) eleştirisi. IŞİD ve benzeri güçleri öne çıkaran siyasal ve toplumsal koşullar uluslararası ve yerel burjuvazinin eylemlerinin sonucudur. IŞİD’ın ideolojik kökleri bin dört yüz yıllık İslam’dadır; ancak siyasal açıdan dönemimiz uluslararası ve bölgesel burjuvazisinin konumu ve çıkmazının sonucudur.

 

Bu siyasetleri deşifre edip eleştirmek gerekir. ABD ve müttefiklerinin Afganistan ve Irak’a saldırılarının IŞİD benzeri güçlerin oluşması ve etkinleşmesinin zeminini nasıl hazırladığını göstermek gerekir. Uluslararası burjuvazinin erk bunalımı temelinde siyasal İslam’ın Arap ve İslamzede ülkelerin burjuvazisinin pay alma bayrağı olarak nasıl ortaya çıktığını göstermek gerekir. Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu dünyada Batı burjuvazisinin siyasetlerinin nasıl da önce Yugoslavya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde, sonrasındaysa Afganistan, Irak ve bütün Orta Doğu’da etnisist-dinci-ırkçı devlet ve güçlerin ortaya çıkmasına neden olduğunu göstermek gerekir. Bizzat uluslararası burjuvazinin erk ve felsefi-ideolojik bunalımının sonucu olan postmodernist bakış açılarının ve mozaik toplum ve dinsel-etnisist devlet tezlerinin siyasal İslamcı güçlerin meydanı ele geçirmesinin yolunu nasıl da sonuna dek açtığını va kapıyı “İslam Devleti”, İslami toplum ve İslami yasalar bayrağıyla öne çıkan bir hareketin oluşmasına açık bıraktığını göstermek gerekir. Bu koşullar hiçbir şekilde İslamcı devletler ve güçlerin barbarlığını ve cinayetlerini meşrulaştırmaz ve gerekçelendirmez; her hareketin ve gücün cinayetini kendi hesabına yazmak gerekir; ancak IŞİD’ın ve sınıfsal niteliği ve köklerinin kökten eleştirisi için bu temelleri tanımak zorunludur.

 

  1. Batı’daki sağ ve sol burjuva devlet, parti ve hareketlerin İslam’ı koruyucu siyasetlerinin eleştirisi. Batılı devletler “ılımlı” ve “iyicil” İslam karşısında işbirlikçi siyasetler güdüyorlar. Öte yandan liberal ve geleneksel sol güçler ve partiler dinlere saygı postmodern savlar ve “İslamofobi”ye karşıtlık vs. (adı altında) gerçekte Batı devletlerinin İslam yanlısı politikalarının değirmenine su taşıyorlar. Bu kümeye görünürde “anti emperyalist” sol güçlerin “Amerika karşıtı” İslami devletler ve güçlere açık desteklerini de eklemek gerekir. Avrupa ülkelerinde camiler, İslami okullar ve şeriat mahkemelerinin mantar gibi çoğalması, Batı ülkelerinde Cuma imamlarının, müftülerin ve kendi kendilerini “Müslüman toplumun” önderleri olarak ilan edenleri göçmen Müslümanların sözcü ve temsilcileri olarak tanınmaları ve buna benzer uygulamaların hepsi devletlerin ve postmodern liberal ve geleneksel Amerika karşıtı sol güçlerinin siyasetlerinin sonucudur. Siyasal İslam ve IŞİD gibi İslamcı terörist güçler bu siyasetlerden besleniyor ve etkinlik alanlarını bizzat Batı ülkelerinde genişletiyorlar.

 

  1. Batı’da ırkçılık ve faşizmin eleştirisi. İslam yanlısı politikaların ve İslamcı güçlere verilen postmodern ve “anti emperyalist” avantanın öteki yüzü ırkçı güçlerin Batı’da etkinleşmesidir. Irkçılığa karşı liberalizm ve postmodern sol aracılığıyla savaşılamaz. Irkçılık ve postmodernizm kökteştir. Irkçılık gerçekte “öteki”lere tahammül edemeyen postmodernizmdir. Yalnızca ve yalnızca insanların ortak, evrensel kimliklerini savunurak ırkçılık ve postmodernizmle mücadele edilebilir.

 

Son dönemde, Paris saldırısından sonra ırkçı güçler Müslümanları ve İslamzede ülkelerden gelen mültecileri hedef almaya başladı. Müslümanlara ve mültecilere düşmanlığın yanıtı da liberalizm ve postmodern sol değil; İslam ve İslamcılığın hesabını Müslümanlardan ayırmak, İslam ve siyasal İslam’ın bütüncül ve derinlikli eleştirisiyle birlikte İslamzede ülkelerden gelen göçmenler ve mültecilerin insani ve yurttaşlık haklarının etkin biçimde savunulmasıdır.

 

  1. Geleneksel barışçılığın eleştirisi. Batı’daki bazı geleneksel sol güçlerin temsil ettiği barışçılık IŞİD sorununun yanıtı değildir. Bu duruş görünürde Batı devletlerinin Suriye’ye askeri müdahalesine karşıtlıktan çıkarsanıyor. Ancak bu bakış birinci olarak sorunun özünün Batı devletlerinin IŞİD’e karşı saldırıları değil; bu devletlerin fiilen IŞİD’i desteklemeleri olduğunu görmüyor. Batı devletleri ve Türkiye ile Arabistan gibi bölgesel müttefikleri ve öte yandan Rusya, en iyi durumda, IŞİD’e karşı iki uclu bir siyaset güdüyorlar. Rusya ve İslam Cumhuriyeti IŞİD bahanesiyle Esad’ı destekliyor, muhaliflerini vuruyor; Suudi Arabistan, Türkiye ve BAE gerçekte IŞİD’i destekliyor; ABD ve Batı devletleri de bölgedeki dengeleri (ilkin Irak’ta Maliki devleti ve İslam Cumhuriyeti’nin nüfuzuna karşı, şimdiyse Rusya ve İslam Cumhuriyeti’ne gönül veren siyasal İslam’a karşı) kendi lehlerine değiştirmek için IŞİD’i kullanıyor. Bu devletler ve güçlerden hiçbiri, farklı nedenlerden dolayı, IŞİD’i bölgeden süpürmenin siyasal iradesine sahip değildir. ABD’nin varolduğunu iddia ettiği IŞİD’e karşı altmış ülkelik ittifak pratik-askeri bir ittifak değil; daha çok siyasal-diplomatik bir konuşlanmadır. Bu devletlerin yarısı bile gerçekten IŞİD’i bölgeden süpürmek isteseydi IŞİD’in çok hızlı biçimde bozguna uğraması bir yana, başından beri Irak’ta ve Suriye’de böyle bir etki ve güce kavuşamazdı.

 

İkincisi, barış yanlıları bütün Batılı devletler ve güçler barışçı olsa bile IŞİD’in İslami hilafet kurma kutsal savaşından vaz geçmeyeceğinin ayırdında değildir. Bu durumda geleneksel solun sözümona barışçılığı IŞİD ve öteki İslamcı örgütlerin savaşını, kan dökücülüğünü ve bölge insanlarına karşı cinayetlerini önleyemeyeceği gibi bunları şiddetlendirecektir. IŞİD ve öteki İslamcı güçlere karşı mücadelenin yolu barışçılık değildir.

 

IŞİD’e karşı askeri mücadele onu güçten düşürmenin ve sonunda yenilgiye uğratmanın olmazsa olmaz bir öğesidir. Bizim desteklediğimiz askeri mücadele Kobane halkının kahramanca direnişi ve utkulu savaşı örneğidir. Ancak biz –İŞİD’e karşı mücadele bahanesiyle halk ve öteki siyasal güçlere karşı değil—gerçekten IŞİD’e karşı askeri harekatta bulunan hiçbir güce karşı gelmeyiz. Bizim Batı devletlerine eleştirimiz –hangi ölçüde olursa olsun ve İŞİD’e karşı savaştıkları sürece—İŞİD’e askeri müdahalelerinden dolayı değil; IŞİD gibi faşist güçlerin yükselişine yol açan siyasetler ve stratejilerinin bütününden dolayıdır.

 

  1. IŞİD’in sokak eleştirisi. Son aylarda Irak’ta Sunni ve Şii güçlere ve etnik-sekter devlete karşı, sekülerizm, sivil haklar ve insani toplumu savunan kitlesel bir hareket baş gösterdi. Bu yalnızca IŞİD ve öteki İslamcı güçler ve devletlere doğrudan karşı çıkan bir hareket değil; aynı zamanda Batı devletlerinin siyasetleri ve bu siyasetler sayesinde toplumun ve uygarlığın yapısının çökmesine karşı bir harekettir. Irak halkının bu son aylardaki protestoları uluslararası burjuvazinin “Yeni Düzen” doktrininin bütününe ve bu doktrinin ipini çözdüğü İslamcı-etnisist-aşiretçi güçlere karşıdır. Mevcut düzenin bu sokak eleştirisine başka biçimlerde ve boyutlarda Kobane halkının IŞİD’e karşı mücadelesinde, Afganistan’daki gençlerin ve kadınların “Yeni Hareket, Yeni Düzen” sloganıyla gerçekleşen protestolarında, Türkiye’de, Suriye Kürdistanı’nda ve Lübnan’daki sekülerizm yanlısı protestolarda tanık olduk. İran’da da yıllardan beri geniş çaplı din-karşıtı, seküler bir hareket sürmektedir. Bölgede insanların bu seküler hareketi IŞİD’e karşı mücadelenin gerçek ve insanı yolunu bizlere gösteriyor. Başından beri medyanın suskunluğuyla karşılaşan bu hareketi tanıtmak, yorumlamak ve etkin biçimde savunmak, onu yayıp güçlendirmek komünist , özgürlükçü ve devrimci güçlerin temel görevlerinden ve bölgede IŞİD ve siyasal İslam hareketini yenilgiye uğratmanın belirleyici etmenlerinden biridir.

 

IŞİD’in komünist eleştirisinin temelleri

 

İslamcı devletler ve güçlerin, ırkçılığın ve Batı devletlerinin siyasetlerinin köktenci, derinlikli eleştirisi yapılmaksızın ve bunlara karşı gelmeksizin IŞİD’i geriletip yenilgiye uğratmak olanaksızdır. Böyle bütünsel bir eleştirinin yokluğunda IŞİD askeri anlamda yenilgiye uğrasa bile başka bir İslamcı güç ortaya çıkacaktır (nasıl ki Taliban’dan sonra sırayla El Kaide ve IŞİD çıktıysa öyle).

 

Biz komünistlerin görevi yukarıdaki eleştirel platform çerçevesinde toplumsal bir hareket örgütlemektir. Bu eleştirel hareket bu bu hareketin eleştirel öğelerini birbirine bağlayan zemin üç ilkeye dayanır: Sekülerizm, evrenselcilik, ateizm.

 

  1. Sekülerizm. Devlet ve toplumun dinden arındırılması, sivil toplum ve sivil hakların vurgulanması, dine kişilerin özel meselesi olarak yaklaşmak bizim Orta Doğu ve İslamzede ülkelerinin İslamcı güçler ve devletlerine karşı eleştirimizin temelidir. Biz komünistlerin İslamcı güçler ve İslamcılığın devletçi, postmodern ve “anti emperyalist” yandaşlarına karşı mücadelemizin ilk mevzii budur.

 

Günümüzde sekülerizm Orta Doğu ülkelerinde geniş bir toplumsal tabana sahiptir. Yukarıda değinilen IŞİD’in bölge insanları tarafından sokak eleştirisi sekülerizme genel ilginin ve desteğin ve bunun bu ülkelerdeki mevcut durumun sol ve insancıl bir açıdan eleştirmenin temeli olduğunun göstergesidir. Bu seküler hareket aynı zamanda bütün dinsel-etnik devletlerin ve mozaik toplumlar savının da eleştirisidir. Bu belirli anlamda Yeni Dünya Düzeni ve bu düzenin Orta Doğu’daki uygulamasına karşı bir harekettir. Orta Doğu’daki komünist ve seküler güçlerin IŞİD’e karşı mücadelede temel görevlerinden biri İslamzede ülkelerdeki bu kitlesel seküler hareketi tanıtmak, güçlendirmek ve desteklemektir.

 

  1. Evrenselcilik. Evrensel insani değerleri ve yeryüzündeki bütün insanların insani kimliğini vurgulamak bizim ırkçılığa ve insanları ve toplumları bizzat Batı’da da din, ulus, ırk (mozaik ve getto toplumları) temelinde ayrıştırmaya karşı eleştirimizin, bütün yurttaşlar için eşit yurttaşlık hakları ve göçmenlerin geldikleri toplumlara entegrasyonunu talep etmemizin temelidir. Biz postmodern uygarlıklar çokluğu savına, buna bağlı olarak da uygarlıklar arası diyalog veya uygarlıklar arası savaş savlarına kökten karşıyız. İnsan uygarlığı birdir ve evrenseldir (bu uygarlığın maddi kazanımlarında da olduğu gibi: Elektrik, bilgisayar, otomobil vs. evrenseldir ve bütün ülkelerdeki insanların kültürünün ve yaşam biçimlerinin öğesidir).

 

Batı uygarlığı olarak adlandırılan şey gerçekte insan uygarlığının ilerlemesinin son durumu ve bütün insan toplumlarının tarihsel kazanımlarının sonucudur. Sivil haklar ve sekülerizm bütün insanlığın kazanımıdır. Ne var ki burjuvazi günümüzde tüm bu kazanımlardan geri çekilmiş durumdadır. Sivil haklar, sekülerizm, eşit yurttaşlık hakları ve sivil toplumun özü yalnızca İslamzede toplumlarda bütünüyle yadsınmakla kalmıyor; bizzat Batı toplumlarında da büyük ölçüde sorgulanıyor. Bu geri çekilişin doktrini ve siyasal ve toplumsal felsefesi postmodernizm ve kültür göreceliğidir. Evrenselcilik bu doktrinin kökten eleştirisiyle insanlığı ve insani kimlik, haklar ve evrensel değerleri savunur.

 

  1. Ateizm. İslam tıpkı bütün öteki dinler gibi, sadece bir inanç sistemi olarak bile köleleştirici ve insan karşıtıdır. IŞİD, İslam Cumhuriyeti ve öteki İslamcı devletler ve güçlerin cinayetleri ideolojik ve kuramsal açıdan İslam’ın hükümlerine dayanıyor. Nasıl ki Ortaçağ’da kilisenin cinayetleri Hristiyanlık ve İncil’in hükümlerine dayanıyorsa öyle. Siyasal açıdan IŞİD ve siyasal İslam hareketinin bütünü günümüz kapitalist toplumunun zorunluluklarından doğuyor. Ancak ideolojik açıdan ultra-gerici İslami hükümler, dünya görüşü ve değerlere dayalıdır. Bu kuramsal temellerin eleştirisi ve buna karşı aydınlatmada bulunmak siyasal İslam hareketinin bütününe karşı mücadelenin önemli bir parçasıdır. Günümüzde ateizm yalnızca tanrı ve din hurafelerine karşı düşünsel-kuramsal bir eleştiri olarak değil; en barbarca cinayetleri tanrısal buyruklara dayanarak gerekçelendiren bir harekete karşı siyasal bir mücadele alanı olarak IŞİD ve öteki İslamcı güçler ve devletlere karşı mücadelede önemli bir konumda yer alıyor. Ateizm aynı zamanda Batı’da devletlerin, postmodernizmin ve geleneksel solun İslam’ı koruyucu siyasetlerine karşı mücadelede de etkili bir silahtır.

 

______________________________________________________________________________

 

Tarihsel olarak bu üç ilkenin hiçbiri komünistlerin özgüllüğü değildi; ancak günümüzde bu bayrak yalnızca biz komünistlerin elindedir (günümüzde ne bir burjuva devlet ne de bir liberal, demokrat parti, ne de bir sol güç veya geleneksel sol, komünist, Avrupa komünisti, sosyal demokrat vs. parti bu ilkeleri savunuyor). Yalnızca IŞİD’i değil insan düşmanı siyasal İslamcı hareketin bütününü yenilgiye uğratmak günümüz komünizminin en önemli sınıf savaşı ve karşılaşmasının cephesidir. Bu büyük güç biz komünistlerin siyasal İslam’a ve uluslararası burjuvazinin dünyadaki bütün insanlara dayattığı gerilemenin bütününe karşı savaşının toplumsal dayanağı ve tabanıdır.

 

İlk kez İran Komünist-işçi Partisi yayını Enternasyonal’in 25 Aralık 2015 tarihli 640. sayısında Farsça yayımlandı.

 

Hamit Taqvai İran Komünist-işçi Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteridir

 

Türkçesi: Siyaveş Azeri

 

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *