İslam, Çocuk Hakları ve İşçi Yolu’nun Türban-Gate’i *
Mansur Hikmet**
Giriş
Çocuk Hakları ve İslami Hicap (Türban)
Çocuklar için “Zorunlu Örtünmenin” Yasaklanması
Umacı: “Yasa ve Polis”
Azınlıkçılık ve Kültürel Görecelik
Giriş
Stockholm’de İran’da Kadın Haklarını Savunmak İçin Uluslararası Kampanya (İKHSUK) ve İran Komünist-İşçi Partisi’nin İsveç Komitesi’ne karşı iki broşür yayınlanmıştır. Her iki broşürün de tonu oldukça düşmancadır. İçerikleri ve yönelimleri aynıdır ve belki de aynı kalemdendir. İlki, İsveç dergisi(?) Kadın ve Köktencilik’in başyazısı iken diğeri doğrudan Rah-e Kargar (İran Devrimci İşçiler Örgütü) tarafından imzalanmıştır. Broşürlere acil ve ciddi bir yanıt verilmesi gerekiyor.
İki broşürün yazarlarını provoke eden şey görünürde çocuklar için İslami tesettürün yasaklanmasını desteklememizdir. Buna Müslümanların “kıyafet seçimi özgürlüğüne karşı olduğu” gerekçesiyle itiraz ediyorlar. Bu “azınlıkların demokratik haklarının yadsınması”dır. Bu talebin “ırkçı” ve “faşist” ve de “Pol Pot” ve “Rıza Şah” yöntemlerine geri dönmek olduğunu iddia ediyorlar. Bizi “devlet, yasa ve polisi” yardıma çağırdığımız için teşhir ediyorlar. Kadınların başlarından örtülerini zor kullanarak kaldırmak istediğimizi, insanları “İslam ulusu ve onun düşmanları” olarak böldüğümüzü ve yeni bir “haçlı” seferine başladığımızı söylüyorlar. Üstelik bunlar daha hafif suçlamalarının yalnızca bir kısmıdır. Öteki suçlamaları yurttaşların onuruna saygı gösterildiği ve “azınlıkların” “kendi” İslami ve oryantal kültür ve geleneklerinin insafına bırakılmadığı bir toplumda haysiyet kırıcı olacağı için yazarını “devlet, yasa ve polisi” ile karşı karşıya getirecektir.
Çocukların vazgeçilemez hakları ve İslami ailelerde kadınlara uygulanan baskı ve aşağılama sorununu ele alışımızdaki farklılıklarımız kesinlikle önemlidir, ciddidir, net ve mantıklı bir biçimde açıklanmalıdır. Bu konuya ileride döneceğiz. Ne var ki broşürlerdeki histeri bu sorunlar üzerindeki kuramsal farklılıklardan kaynaklanmamaktadır. Bu, daha çok, bir kez daha kamuoyu önünde pot kırdıklarının farkına varmalarındandır. Birkaç yıl önce Afganların İran’dan sürülmelerini destekledikleri zaman olduğu gibi ( Sovyetler Birliği’nin çöküşünden ve soylu arkadaşlarımızın demokratik vaftizlerinden önce aziz kampları Afgan Müslümanlarla savaşır ve hala, demokrasi Afganlar için yasak meyve olarak görülürken) bir kez daha kamuoyu önünde battılar ve bir skandal yarattılar. Bu kez yaygara komünistlere hadlerini bildirmek ve Asrin Muhammedi ve İKHSUK’nın İslam ve çocuk hakları sorununda kamuoyundan aldığı yaygın ilgiye karşı koymak amacıyla miting çağrısında bulunmalarından kaynaklandı. Ancak, kendi broşürlerinin de gösterdiği gibi, mitingin kendi yandaşlarının saflarında Müslümanlar, elbette “köktenciler” ve öfkeli Allahu Ekber bağırtıları ve İslamcı alkışlarıyla bu kadar çok kucaklanacağını ummuyorlardı. Bir süre sonra farkına vardılar ki her şey hesaba katıldığında zarar etmişlerdi. O kadar İslamcı görünmeyi niyet etmemişlerdi. İslamcılarla “ayrım çizgileri”inin o kadar kolay bulanıklaşmasını istememişlerdi. İslamfilinin İslam’ın etkisinin olduğu göçmen nüfusla ilişkili olan “kardeş parti” için faydalı olması (kuşkulu olmasına karşın) anlaşılabilir. Ancak bu, temelde daha şehirli, derinden din karşıtı ve broşürün ortaya koyduğu gibi “züppe” İranlı göçmenlerle ilişkili bir örgüt için bir yüzkarası ve siyasal skandaldı. Özellikle herkes örgütün İran toplumunda Humeyni yanlısı Tudeh Partisi ve Çoğunluk’u temsil eden toplumsal hareketin ve siyasal geleneğin hık demiş burnundan düşmüş çocuğu olduğunu bildiğinden, bir kez daha, İslam ve İslamcı hareketi iyi ve kötü, ılımlı ve köktenci, zehirli ve yenebilir, halkçı ve halk düşmanı diye ayırmaya çalışan örgüt kamuoyu önünde kendi siyasal iflasını ilan etti. Bu, arkadaşlar için dev bir skandala dönüştü. Bu, hazretlerinin “İslam-gate”i ve “Türban-gate”idir. Şimdi bunun farkına vardılar ve gürültü potpurisinde bunu temize çıkarmaya çalışıyorlar. Kabahati bizim “solculuk” ve “anti-İslamcı köktenciliğimiz”de bularak kendi pozisyonlarına ve görüşlerine Müslümanların can sıkıcı desteklerini mazur göstermeye çalışıyorlar. Eğer Komünist-İşçi Partisi’nin Pol-Potizmi ve Rıza Hanizmi olmasaydı, köktenci Müslümanlar haklı bir konumda bulunmazlar, kendilerini demokrasinin arkasına saklamazlar ve böylece Rah-e Kargar ve İsveç Kadınları’nın karşı çıktığı Köktencilik ile aralarındaki ayrım çizgilerini soluklaştırmazlardı! Kurnazca fakat faydasız bir bahane.
Teker teker bu argümandaki temel noktaları inceleyelim.
Çocuk Hakları ve İslami Hicap (Türban)
Biz hiçbir zaman “polis tarafından”, “ kadınların başlarından örtülerini çıkarmak” ile ilgili hiçbir şey söylemedik. Komünist-İşçi Partisi açıkça kıyafet özgürlüğünü savunur. Ancak programımız çocukların haklarının din ve dini mezhepler tarafından ihlaline karşı da korunmasını ister. Üstelik, programımız bunu, eğitim, eğlenme ve çocuklara özgü sosyal etkinliklere katılma gibi çocukların sosyal ve medeni haklarını kullanmalarını önlemeyi hedefleyen bir saldırı olarak görür. Kıyafet özgürlüğü tartışması, İslamcı bıçakla ve yüzüne bir kavanoz İslamcı asit tehdidiyle tanışık yetişkin bir kadın için seçme hakkının biçimsel olması bir yana, en azından resmi ve yasal olarak seçme hakkına sahip ve seçimlerinin sonuçlarıyla yüzleşebilecek yetişkinleri ilgilendirmektedir. Kıyafet özgürlüğü çocuk hakları veya İslami ailelerde ebeveynlerinin velayetinde yaşayan küçük ve buluğ çağına ermiş kızlarla ilgili hiçbir şey dememektedir. Sevgili dahilerimiz çocuk ve yetişkin arasındaki ayrımın “bu konuda hiçbir farklılık yaratmadığını” ilan etmekteler. Hiç de, [ bu ayrım] kesinlikle fark yaratır.
Reşit olma yaşına ulaşmamış çocukların ve gençlerin örtünmesinin yasalarda yasaklanması gerektiğini söylüyoruz çünkü bu belli bir dini mezhebin izleyicilerinin çocuğa belli bir kıyafeti dayatmasıdır. Çocuğun medeni haklarının ve seçme hakkının ( kendinde mutlak değildir) savunusu bu dayatmanın yasal olarak önlenmesini gerektirmektedir. Çocuğun dini, geleneği ve önyargıları yoktur. Herhangi bir dini mezhebe katılmamıştır. O tesadüfen ve kendi iradesi dışında belli bir dini, geleneği ve önyargıları olan ailede doğmuş yeni bir insan varlığıdır. Gerçekte bu kör piyangonun olumsuz etkilerini nötralize etmek toplumun görevidir. Toplum, çocuklar, onların büyümesi ve gelişimleri ve toplumsal yaşama etkin katılımlarının sağlanması için adil ve eşit yaşam koşullarını sağlamakla görevlidir. Bir çocuğun normal sosyal yaşamını engellemeye çalışan herkes, tam olarak bir çocuğa kendi kültürlerine, dinlerine veya kişisel ve kolektif komplekslerine göre fiziksel olarak saldıranlar gibi hukukun katı bariyeri ve toplumun ciddi tepkisi ile karşılaşmalıdır. Dokuz yaşındaki hiçbir kız çocuğu evlenmeyi, sünneti, ailenin erkek üyeleri için ev hizmetçisi ve aşçı olmayı ve egzersizden, eğitimden ve oyun oynamaktan yoksun olmayı seçmez. Çocuk aile ve toplum içinde yerleşik gelenekler, töreler ve düzenlemelere göre büyür ve otomatikman bu düşünceleri ve gelenekleri yaşamın normları olarak kabul etmeyi öğrenir. Çocuğun kendisinin İslami tesettürü seçtiğinden bahsetmek aptalca bir şakadır. Anaokulu öğrencisi yaşında bir kızın örtünme mekanizmasını kızın kendi “demokratik seçimi” olarak sunan kişi ya uzaydan gelmiştir ya da çocuk hakları ve ayrımcılığa karşı mücadele üzerine bir tartışmaya katılmayı hak etmeyen bir iki yüzlüdür. Çocuğun yaşama katılma özgürlüğünün herhangi bir biçimini savunmanın koşulu, çocuğun seçme hakkını savunmanın koşulu ilk başta ve en önce bu otomatik ve ortak dayatmaları önlemektir. Örtünme konusunda çocuk ve yetişkin arasında bir “fark olmadığını” düşünen kimse herhangi bir yazı kurulu üyesi ve bir örgütün İskandinav Komitesi üyesi olmadan önce acilen tartışılan sorunun temel noktalarında kendi geriliği ve cehaletiyle ilgili bir şeyler yapmalıdır.
Bu insanlar “demokratik hakların ihlalinden” bahsettiklerinde çocuğunkilerden değil fakat ebeveynlerinkinden bahsetmekteler. Çocuklar ve buluğ çağındaki kızlar için İslami örtünmenin yasaklanması ebeveynlerin “demokratik haklarını” ihlal mi etmektedir? İddia ettikleri budur. Bereket versin ki insan toplumu kadının ve çocukların eğer isterse onları ölüme gönderme yetkisine sahip patriyarkın mülkiyeti olarak düşünüldüğü çağlardan çıkıyor. Bu bağlamda, bu insanların ebeveynlerin demokrat hakları olarak bahsettikleri, çok şükür ki, toplumsal ilerleme ve toplumun daha “züppe” olmasıyla önemli ölçüde geriletilmiş patriyarkın kabilesel haklarının kalıntısıdır. Elbette, ebeveynlerin çocuklarıyla ilgili hakları çocuğun evrensel ve yasal insan haklarıyla sınırlıdır ve koşullandırılmıştır. Bunu korumak yasanın (tam da “devlet ve polisin”) görevidir. Hiç kimse, ne baba ne de anne ne de başka bir kimse çocuğu dövme ve korkutma hakkına sahip değildir. Hiç kimse çocuğun özgürlüğünü kendisinden çalma, onu eğitim alma ve sporla ilgilenme veya sosyal yaşamdan alıkoyma hakkına sahip değildir. Hiç kimsenin çocuğu cinsel istismar hakkı yoktur. Hiç kimse çocuğu çalıştırma ve sömürme hakkına sahip değildir. Hiç kimse “kutsal Şeriatın” yaptırımı da dahil çocuğu fiziksel olarak istismar hakkına sahip değildir. Hiç kimse toplumun yerleşik normlarının ona hak olarak bahşettiği herhangi bir şeyden çocuğu yoksun bırakma hakkına sahip değildir. Çocuk istismarının bu çeşitlemeleri hiç kimsenin “demokratik hakkı” değildir.
Babaların ve kocaların geleneksel ve kabilesel sınırsız güçlerine yasaklar ve sınırlamalar getirmek çocuğun temel insan haklarını kullanabilmesi için olmazsa olmazdır. Yarı-zamanlı demokratlarımızı, toplumun bu noktaya ulaşmakla ileri doğru bir adım attığını tamamen temin ederiz. Bu basit gerçeği anlamak çok mu zor?
Ancak belki İslami örtünme bir çocuk istismarı biçimi değildir. İma ettikleri şey budur. Her şeye rağmen İslami örtünme “halk kültürü”nün bir parçasıdır, “bize aittir”, “yoksun göçmenlere” aittir, “biz Doğuluların” kültürünün parçasıdır, “anti-emperyalistlerin” resmi kıyafetidir. Irkçılar da onu sevmiyorlar, göçmenlere düşmanlığın simgesi İsveç göç bakanı da örtünmeksizin etrafta dolaşıyor. Katıksız süprüntü. “Köktenci olmayan” bir Müslüman’dan veya Mücahit mezhebinden birinden gelse bu saçmalıklar şaşırtıcı olmazdı. Ancak ilerici kadınlarla ilgili iddialarda bulunan ve bize “İsveç kadın hareketi ve ırkçılık hareketindeki emektar aktivistlerle” içten ilişkileri olduğunu hatırlatanlar gerçekten İslami tesettürün önemini ve onun küçük ve buluğ çağındaki kızların zihinleri ve yaşamlarındaki yıkıcı etkilerini anlamayı başaramamışlar mıdır? Birileri onlara yalnızlaştırılan ve hedef gösterilen, yüzmesine, sınıf arkadaşlarıyla serbestçe kaynaşmasına, aktif ve neşeli olmasına izin verilmeyen fakat bu kabustan kurtulmak için tamamen güçsüz olan bir çocuğun üzüntüsü hakkında vaaz vermeye mi başlamalı? Tudeh Partisi’nin siyasal yetiştirmesi olmanın bu grup üzerindeki uzun dönemli etkileri o kadar derindir ki tesadüfen bile tökezleyip İslam’a karşı özgürleşmiş bir konumda yer alamıyorlar.
Çocukların “Zorunlu” Örtünmesinin Yasaklanması
Bu insanların İslami tesettürün çocuklara dayatılması sorununa ilişkin pozitif sloganı budur. İyi, etkili ve demokratik bir formül keşfettiklerini hayal ediyorlar. Ancak bu slogan hiçbir şey söylemiyor ve bu sloganın İslami çevrelerde çocukların ve özellikle kızların ezilmesi gerçeği karşısında en ufak bir etkisi yok. Neden? Pratikte bunun nasıl işleyeceğini düşünün. Eğer bu formül sosyal bir norm olursa, yalnızca bir mahkemede örtüyü ebeveynlerinin zorla onlara giydirdiğini kanıtlayan çocuklar örtünmekten muaf tutulacaktır. Güç kullanıldığı kanıtlanmadığı sürece hiçbir yasadışı eylem işlenmemiş olacaktır. Ne mucizevi formül! Hukukta lisans üstü derecesi olan, medeni haklarının tamamen farkında ve üstelik ailesinden uzaklaştırılmaya ve Müslüman ebeveynlerine karşı tanıklık etmeye hazır ve bunu başının zorla örtüldüğünü gösteren yeterli kanıtlarla destekleyecek, ebeveynlerinin savunma avukatlarına karşı hemen gerekli argümanlarla çıkacak ve ikna edici biçimde kültürel rölativizmi eleştirecek ve reddedecek olan (eğer, elbette İsveç endüstrisi, o an “İslami dünyaya” ihracatta bulunmuyorsa) dokuz yaşındaki her cesur kıza örtünmeme izni verilebilir. Davadan sonra çocuğun nerede yaşayacağı ve otobüs sırasında veya okul yolunda ona ne olacağı elbette ki arkadaşlarımızın kendilerini sıkıntıya sokmadıkları bir sorundur.
Bu formülün tek yararı gerçek yaşamın fiili mekanizmaları, ailede ve toplumda çocuk istismarı sorunu konusunda yandaşlarının hamlıklarını ve cehaletlerini göstermesi gibi görünüyor. Ey sevgili arkadaşlar, ey büyük düşünürler, aile içi zorlama ve dayatma mekanizması sizin bu sandığınızdan daha köklü, daha örtülü va daha sistematiktir. Kimse çocuğa örtünmesi için silah çekmez çünkü çocuk ebeveynlerinin irade ve arzularını sorgulamaz. Dövüldüğü ve fiziksel olarak istismar edildiği zaman bile zihninde onları meşrulaştırır ve kendini suçlu hisseder. Onların arzularına boyun eğmeyi mutlak bir görev olarak görür. Ebeveynlerini kızdırmak ve onların sevgi ve övgülerinden yoksun kalmak çocuk için bir kabustur. Kendilerinin kolektif olarak Müslümanlarla karşılaşırken göstermeyi göze alamadıkları cesareti çocuğun, dini bir ailede ebeveynlerine ve kabilenin önde gelenlerine göstermesini beklemelerini anlamak gerçekten zor. Onların çocuk haklarının savunulmasında bir öneri veya politika formüle ettiklerini düşünmüştük. Sloganları sayesinde, şimdi, Rah-e Kargar (İşçinin Yolu)’ı ve İsveç Kadın ve Köktencilik dergisini siyasal sondan yiğitçe kurtaracak olan çocuklardır. Sadece düşünün, bu sloganla ne kadar çocuk gerçekten İslami tesettürden kurtarılabilir? Üç, dört, yedi, on bir? Düşünülen bu slogan İsveç’te ezilen bir kuşak çocuk ve gencin sorununu çözebilecek mi? Onlara soralım, neden suçu kanıtlama yükü veya bir şikayet başvurusunda bulunma görevi diğer benzer davalarda çocuklara ait değil? Yalnızca “zorunlu” çocuk işçiliğini ya da “zorla” çocukların cinsel istismarını mı yasaklamayı göze alabiliyorsunuz? Ya da bir çocuğun dövülmesini veya yaşı küçük olan bir kızın evlenmesini “iradesine karşıysa” mı yasaklayacaksınız? Yalnızca kızların “zorla” sünnetini mi yasaklayacaksınız? Bu davaların herhangi birinde eğer çocuğun kendisi aldırışsızsa veya rıza gösteriyorsa ya da şikayette bulunmaktan sakınıyorsa ya da şikayetini geri alıyorsa suç işlenmemiştir, sorumluluğunuz bitmiştir, vicdanınız temizdir ve İsveç yazı kurulunun ve örgütünüzün İskandinav Komitesi toplantısına dönebilir misiniz?
Bu slogan boş ve ikiyüzlücedir. Sorundan kaçınmak ve Müslümanların keyiflerini kaçırmamak için icat edilmiştir. Küçük kızları tesettüre sokmak tanım itibariyle belli bir dini mezhebin dini ve kültürel dayatmasıdır. “Cennetin Kapısı” mezhebinin izleyicilerinin “Ana Gemi”ye ulaşmak için intihar ettiklerinde çocuklarını da kendileriyle ölüme götürmelerine hakları olmadığı gibi İslam sekti üyelerinin de bu toplulukta dünyaya gelmiş kızlara kültlerinin kadına reva gördüğü izolasyon, kölelik ve hukuksuzluğu dayatma hakları yoktur. Toplum, kendilerine neler olduğunun farkında olamasalar veya onu kendi iradeleriyle benimsemiş olsalar bile bu çocukların haklarını savunma hakkına sahiptir, gerçekte savunmakla yükümlüdür. Toplum aydınlanma ve sayısız insanın haklı mücadeleleri sonucunda normlara dönüşmüş olan standartların bu çocukların durumunda da gözetilmesini talep etme hakkına sahiptir. Onlar, sadece ebeveynlerinin mülkü değillerdir. Toplumun belli hakları olan saygın üyeleridir ve toplum bu haklarının korunmasından sorumludur. Kim gerçekten çocuklara İslami tesettürün dayatılmasının önlenmesini isterse, kim bugün İslami tesettürün kurbanları olan binlerce kızın bundan kurtarılmasını isterse, İslami tesettürün çocuklar için yasaklanması gerektiğini de anlayacaktır. Sadece bu talep, İslami ailelerdeki kızlar için geçek desteği sağlar. Sadece bu talep İslami örtünmeye isteksiz olan fakat İslami grupların baskısı altında ve içinde bulundukları çevrede baskın olan atmosferden dolayı zorlanan ailelerin baskıları itmelerini ve daha insanca eylemelerini sağlar. Sadece bu talep bir kez adaletsizliği hissetmiş ve kızlarıyla sempati içinde ailede çocuklarını korumak için ve bir sesleri olması için anneleri güçlendirir. Yalnızca bu talep göçmen çevrelerindeki katı, dar kafalı fanatikleri ve dindeki gangsterleri gerçekten izole edebilir. Sadece bu talep çocukları çekecekleri acılardan kurtarabilecek en az acılı ve en ilkeli yoldur.
Umacı: “Hukuk ve Polis”
İşlediğimiz ciddi suçlardan biri küçük ve genç kızların İslami çevrelerde haklarının ihlalini önlemek için yasalardan istekte bulunmamızdır. Belli türlerde çocuk istismarının ve sınırlandırılmasının yasaklanmasını istiyoruz. Tepkileri inanılmaz. Bu “yasa ve güce başvurmaktır”. “Kilit altına alınmayı getiriyor”. “Pol Pot”, “Rıza Şah”, “Le Pen” diye çığlık atıyorlar. Yasalarda değişiklik, bir hakkın desteklenmesinde ve onun ihlaline karşı yasal güvence isteyen birilerini ilk defa duymuş gibiler. Çocukların savunulmasında devletin müdahalesine muhalefetlerini yeni benimsenmiş anarşizm ve süper-devrimcilikle mi yoksa post-Sovyet dünyada demokrat kabul edilmenin ön koşulu gözüken hükümetsizleştirme ve pazara tapma hareketine katılmayla mı açıklamamız gerektiği belli değil. “İsveç feminist ve ırkçılık karşıtı hareketleri”nin içinde olan birisi kesinlikle nouveau-demokratlarımıza reformlar ve ayrımcılıkları ortadan kaldırma mücadelesinin yasalar üzerinde, yasaları değiştirme, geliştirme ve uygulatma üzerinde bir mücadele olduğunu açıklama zahmetine girecektir. Birisi onlara eşitlikçi işçiler ve kadınların yürüttüğü çok sayıda mücadele sonucu kadınve erkek eşitliği ilkesi, hamilelik izni ve işsizlik yardımlarının iş yasalarına dahil edildiğini, başka şeylerin yanı sıra, bizim soylu arkadaşlarımızın iyiliği için açıklamalıdır. Onlara kadın hareketinin, ABD’deki medeni haklar hareketinin, apartheid karşıtı hareketin ve çevre hareketinin yasaları değiştirmek ve taleplerinin arkasına yasaların desteğini almayı hedefleyen hareketler olduğu açıklanmalıdır. Toplumda reformlar için mücadelenin ana odağı yasadır. Kadın haklarından ve çocukların savunulmasından bahsedenler fakat peşinen yasalar ülkesini tek başlarına terk edenler ve onları değiştirme ihtiyacı duymayanlar ciddiye alınmazlar. Farz edelim ki, Yeni bir Dünya Düzeni var ve arkadaşlarımızın İsveç sponsorları Farsça anlamıyor. Ancak bu saçmalamak için kötü bir bahanedir. Eğer bu “parlak” düşüncelerini İsveççe tekrar ederlerse, eğer kadınların yararına yasaların kabul edilmesini isteyen feminist harekette “Le Pen” ve “Pol Pot” diye bağırırlarsa, eğer çocuk işçiliğinin yasal olarak yasaklanmasını talep eden sendikalara küfrederlerse, eğer emekli fonlarındaki birikimlerinin çarçur edilmesini durdurmak için devlet, yasa ve “polis”in kontrolünde ısrar eden emeklilerin onurunu kırarlarsa, o zaman onlara kapıyı gösterenler en başta tam da bu “İsveç feminist ve ırkçılık karşıtı hareketler” olacaktır.
Dahası, bir yasanın çıkarılmasının neden insanların “kilit altına alınması” olarak yorumlanabileceği net değildir. Mollalar yöntemiyle halkı korkutmaları, rezilce, kabak tadı veren Soğuk Savaş küfürlerini ve Batı hükümetlerinin komünistlerle ilgili yalanlarını papağan gibi tekrarlamaları bizi şaşırtmıyor. Gerçek ise çocuklar için İslami tesettürü yasaklayan yasanın kabul edilmesinin diğer medeni düzenlemeler gibi çok fazla gürültü kopmadan insanların bunlara uymasıyla sonuçlanacağıdır. Böyle bir durumun sonucu İslami ailelerdeki çok sayıdaki kızın gündelik çatışmalar olmadan örtünmekten kurtulması olacaktır. Yasaya uyulmadığı durumlarda hangi adımların atılması gerektiği ayrıca tartışılabilir. İtfaiye Birimleri musluklarının önünde araç park etmek de yasaklanmıştır ve İran veya Endonezya’da bile bu suçtan dolayı kimse tutuklanmamıştır. Kasksız motosiklete binmek de yasaklanmıştır ve bu yasa Sihler’in sarıklarıyla çelişki içindedir. Ancak bu olgu yasanın geçmesini engellemedi ve hiçbir Sih bunu Pol Pot ve Rıza Şah’ın mirası olarak ya da Sihler’i kilit altına almak için bir kumpas olarak adlandırmadı. Gerçekte bu yasasının çıkarılmasıyla çocuk haklarının ilkeselliği, dinin ebeveynlerin özel işleri olduğu, çocuğa dayatılamayacağı ve de çocuğun medeni haklarını sınırlandıramayacağı onaylanacağı ve sosyal norm olarak yerleşmesinin sağlanmış olacağıdır. Ve nihayet, belki belirtilmelidir ki bu yasanın ihlalinden çocuk değil ebeveynler sorumludur. Örtünen çocuğun kendisi bir suç işlemiş değildir.
Ancak bu insanlar için alternatif nedir? Eğer yasa müdahalede bulunmayacaksa o zaman İslami ailelerde kızların gündelik yaşamlarının kabusuna nasıl son verilebilir? Yanıtları “eleştirel diyalog”, yönlendirme, “İslami ailelerde kızlara desteğin artırılması” ve “bağımsız halk örgütlerinin ve kurumlarının gücünü artırmak”tır. Diğer bir deyişle sorun özel sektöre ve Pazar mekanizmasının düşüncelerine bırakılıyor. Ilımlı Müslümanlar’ı harekete geçirerek ve ılımlı İslam’ı destekleyerek göçmenler arasında köktenciliğin büyümesine tanıdığımız yöntemlerle karşı çalışmasını sağlamaları için “İsveç Kadın ve Köktencilik Dergisi” gibi örgütlere ve “toplantı yönetmeyi bilen” “tanınmış televizyon kişiliklerine” daha çok servet ve “güç” dağıtılmalıdır. Bu arada, İslami ailelerdeki kızlar sabırlı olmalı, inançlı ebeveynlerinin demokratik haklarına saygı duymalıdır. Kızlar, harika TV programı Mozaik aracılığıyla bu gayretlerin özgürleştirici sonucu hakkında sırası gelince bilgilendirilecektir.
Aşağıda bu konumun “maddi” temelini göreceğiz. Ancak gerçek endişeleri bu toplumda şu an yaşayan çocuk kuşağının bir kesiminin insan haklarından yoksunluğu olanlar için bu görüşler boş ve değersizdir. Çocuk hakları toplumdaki diğer haklarda olduğu gibi aynı mekanizmayla güvenceye alınmalıdır. Yasa, İslami ailelerde kızlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması yararına değiştirilmelidir. Yasa, dini mezhepler tarafından kızları haklarının ihlal edilmesinden korumalıdır. Yasa, İsveç toplumunun bu unutulmuş üyelerine reşit olduklarında serbestçe dinlerine karar verebilmeleri hakkını vermeli ve bu zamana kadar hiçbir dini inanç veya ritüelin, özellikle böyle yıkıcı etkileri olanları, dayatmamalıdır. Yasa ve devletin desteğini bu apaçık çocuk istismarının ve kadın nefretinin kurbanlarına sağlamayı göze alamayan kişi demagog değilse bile sorunun temellerini kesinlikle anlamamıştır.
Azınlıkçılık ve Kültürel Görecelik
Bu insanların sağcı İslamcı konumlarının ana ekseni kültürel görecelik kavramı ve “azınlıklar” sorunudur. Bu başka bir yerde derinlemesine incelenmelidir. Kültürel görecelik tezinin ve bu teze dayanan Batı’daki politikalar, hükümet ve hükümet dışı yasaların ve provizyonların en derin biçimde ırkçı bir görüngü olduğunu belirtmek yeterlidir. Kültürel görecelik bir ülkenin sakinleri arasında ırk, etnisite, ve dine dayanan bütünsel bir sosyal, yasal, entelektüel, duygusal, coğrafi ve sivil apartheid yaratmanın örtüsüdür. Sonucu beyaz, Avrupalı “çoğunluğun” kalbinde küçük, kapalı ve gerici Avrupalı olmayan “azınlık” toplulukları yaratmaktır.
Bu eğilim önlenmelidir. Bütün İsveç halkı eşit haklara sahip yurttaşlardır ve aynı toplumsal yasa ve normlara göre yaşamalıdır. Diğerlerinin tersine biz toplumu kültürel, dini, ulusal, etnik azınlıklar ve çoğunluklara bölmüyoruz. Cinsiyet, ırk, etnisite vb. ayrımı yapmadan herkesi kapsayan, tüm insanlık için eşit ve evrensel hakları savunuyoruz. Kendimizi herhangi bir azınlığın bir parçası olarak görmüyoruz. Şimdiki tartışmanın merkezinde olan çocuklar herhangi bir azınlığa ait değildir. Onlar, bu toplumda birbirini izleyen kuşakların ilerici, aydınlanmış, eşitlikçi insanların çabalarının sonucunda kazanılan tüm haklar, özgürlükler ve olanaklardan yararlanabilmesi gereken İsveç sakinleridir.
İslami tesettür tartışmasının kendisi ne tür insanların kültürel görecelik ve azınlıkçılığın destekçileri olduğunu yansıtıyor: Göçmenleri ve yabancıları daima İsveç toplumuna yabancı gören ve olanaklı en ucuz biçimde onları kontrol altında ve İsveç sosyal metabolizmasından uzakta tutmayı kendine görev edinen İsveç burjuvazisi. Entelektüel ve toplumsal olarak kültürel görecelik, gettolaşmanın konut ve yerleşimde tuttuğu aynı hedefi güdüyor. Denklemin bu tarafında yaratılan sahte azınlık, azınlık topluluğunu yönetmede çoğunluk toplumuna yardımcı olabilecek, azınlık kampındaki gerilimleri ve isyanları ve azınlık topluluğunda ortaya çıkacak olan bütünleşmiş, birleşmiş bir toplum için çabaları önleyecek, beklentileri aşağıda tutacak ve azınlık topluluğunun dili ve kültürü aracılığıyla apartheid ideolojisini meşrulaştıracak şefler, şeyhler, vaizler ve denetleyiciler gereksiniyor. Ve bu, bu insanların kendilerini hazırladıkları itibarlı görevdir. Devletten “güç ve otorite” talep ediyorlar. Dinin ve azınlık topluluğunun ritüellerinin ve “İslami ebeveynlerin demokratik hakları”nın zarar görmemesi için dikkatliler. Azınlık ortamında geleneksel otoritelerin güçlerini sınırlandırmayı hedefleyen yasaların oybirliğiyle kabul edilmesine karşı gürültü ve kin yaratıyorlar. Azınlık küçük kızlara “daha fazla destek” vaat ediyorlar. Çoğunluk otoritelerine ateşli övgüler düzer ve azınlık kampındaki dini kesimi överlerken, azınlığa, çoğunluk içindeki otoritelerden, tanınmış kişiliklerden ve sempatik figürlerden destekleri ve bağlantılarıyla övünüyorlar. Azınlık dünyasının iç yöneticileri olmayı ummaktadırlar. Her iki dünyada birer ayakları vardır. Merkezde jean giyiyor, feminist oluyor ve İsveççe medeni özgürlükleri savunma iddiasında bulunuyorken, yerelde kuşak bağlamakta, baş örtüsü takmakta, aba giymekte ve köy din adamlarının ve pazar delikanlılarının argosunu kullanmaktalar, modernlikten bahsedenleri “züppe” olarak adlandırmaktalar. Gündemi tamamen kavramışlar, onu yerine getirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmaktalar. Hedef, azınlık topluluğu çoğunluk toplumundan uzaklaştırmak ve onu kültürel, siyasal ve entelektüel karantina içinde tutmaktır. Hedef, “ikinci nesil göçmenler arasında köktenciliğin büyümesini” önlemektir. Hedef, İsveç’i İslamcı terörizmden korumaktır.
Reçete, ne yazık ki, yalnız İslamcı ailelerdeki kızlara zararlı değildir. Aynı zamanda İslami gericilik ve terörizme yol vermektedir. Defalarca kanıtlanmıştır ki dinselliği ve dinci gericiliği geriletmek dine karşı açıktan insan haklarının savunulması dışında mümkün değildir. Defalarca kanıtlanmıştır ki dinci barbarlığı önlemek ona rüşvet vererek ve insani yüz kazandırarak sağlanamaz. Ancak gerici dini inanç ve pratiklere karşı mücadele yoluyla olur. Bu insanların İslam ve dinin ilerici ve desteklenebilir bir kanadının olmadığının farkına varmaları için daha ne kadar bedel ödenmelidir? Kaç kez yalnızca gerçekten radikal özgürleştirici bir alternatifin varlığının siyasal İslam’ın ayaklarının altındaki halıyı çekebileceği kanıtlanmalıdır? İslami gericiliği ve terörizmi engellemenin aile içindeki bu kemikleşmiş terörü meşrulaştırmak yoluyla mümkün olmadığını veya azınlıkçılık ve kültürel görecelik siyasetinin ona militan toplaması için sosyal ve kültürel ortamı sağlayarak İslami gericiliğe nankör bir hizmet olduğunu anlamak o kadar zor mudur?
Yine de, sadece dindar olmamakla kalmayıp aynı zamanda derinden din karşıtı olan göçmenler sınıfıyla ilgilendiklerinden bu insanların simsar görevini oynamaları için fazla bir şansları yok. İslami tesettür, İran’dan gelen göçmenleri etkileyen bir sorun değildir. Bu Avrupai yaşam biçimine büyük sempati duyan bir göçmen topluluğudur ve buraya tam olarak İslam’dan nefret ederek gelmiştir. İslamfili bazı diğer ülkelerden gelen göçmenler arasında kazançlı siyasal iş sağlayabilir ancak bu belirli grup arasında rağbet görmez. Bu gerçek, İranlı göçmenlerin İsveç toplumunun geleceğinde, bu ülkedeki İslami gericiliğin kaderini şekillendirerek önemli bir rol oynayabileceğine işaret ediyor. Bu grup bir yandan diğer sözümona İslamcı ülkelerden gelen göçmenler arasında modernliğin modeli olarak hizmet görebilir. Öte yandan diğerlerinden daha fazla dinin ve dinsel devletin doğasını anladıklarından bu grup İslamcı gericiliğe karşı mücadelede açık bonoya sahiptir ve dolayısıyla İslamcılar’ın propagandalarına ve Rah-e Kargar (İşçinin Yolu) gibilerinin korolarına ve kültürel göreceliğe karşı doğrunun sesi olabilir. İsveç’te İran Komünist-İşçi Partisi çocuk haklarının desteklenmesinde ve İslami gericiliğin yayılmasını önlemede olduğu kadar ırkçı kültürel gettolaştırma politikasına karşı bu göçmenlerle ilişki kurmak için elinden geleni yapacaktır.
Gündemdeki mesele büyük öneme sahiptir. Ortaya çıkan kutuplaşma derin ve gerçektir. Bu grupların gürültü ve demagojilerinin siyasal skandallarının sonuncusunu ne dereceye kadar yamayabileceği konu dışındadır. Önemli olan özgürlük, eşitlikçilik ve sekülarizm savunucularının bu toplumlardaki devlet ırkçılığına, kültürel ve sosyal apartheid oluşturmadaki tezlerine, politikalarına ve göçmenler arasındaki gerici, geriletici ve oportünist eğilimlere karşı tüm güçleriyle öne çıkmalarıdır. İşçi-Komünist Partisi bu mücadeleye kendini adamıştır. İslamzede çevrelerde ve İslami ailelerde kızların haklarını savunmak bu mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır.
İran Komünist-İşçi Partisi İsveç Komitesi
* Haziran 1997’de Enternasyonal’de, Farsça olarak yayınlanmıştır.
** Mansur Hikmet 1979 yılında yoldaşı Hamid Taqvai’yle birlikte Komünist Militanlar Birliği’ni kurdu. KMB ilk ve son kongresinden sonra Komünist Parti Programı doğrultusunda 1983 Eylül’ünde Komala ve bazı başka Marksist örgütlerin katılımıyla İran Komünist Partisi’ni kurdu. İKP içinde kuramsal görüş ve katkılarıyla siyasal çizgisini derinleştiren Mansur Hikmet 1989’te parti içinde İşçi Komünizmi Fraksiyonu’nu kurdu. İKP Üçüncü Kongresi’nde İKP Birinci Sekreteri seçildi, İKP yönetimi görevi İşçi Komünizm Fraksiyonu’na verildi. İKP içindeki müzmin Kürt nasyonalizminin parti faaliyetlerini sekteye uğratmasından dolayı 1991’de Parti ve Komala’nın önderlik kadroları ve üyelerinin yaklaşık yüzde doksanıyla birlikte İKP’den istifa etti. Yine de İKP’nin isteği üzerine olağanüstü kongreye kadar Birinci sekreterlik görevini sürdürdü. 1991’de işçi komünizmi fraksiyonuna mensup öteki yoldaşlarıyla birlikte İran Komünist-İşçi Partisi’ni kurdu. Sovyetler konusunda 1980’lerde geliştirdiği “devlet kapitalizmi” eleştirisi derin Marksist kavrayışının göstergesidir. Mansur Hikmet’in parlak kuramsal, siyasal, örgütsel ve taktik önderliği sonucunda İKİP İran solunun en büyük en radikal örgütüne dönüştü. Hikmet’in kuramsal ve siyasal görüşlerinin sonunda 1993’te de Irak’taki işçi komünistleri Irak Komünist-İşçi Partisi’ni kurdular. Yaşamını işçi sınıfı devrimi yoluyla insanlığın özgürleşmesine adayan Mansur Hikmet 4 Temmuz 2002’de gırtlak kanseri sonucunda yaşama veda etti.
Leave a reply