Sol Nasyonalizm ve İşçi Sınıfı Komünizmi: İran Deneyiminin Eleştirsi *
Mansur Hikmet**
İran Solu’nun bugünkü durumunun ve yakın tarihinin Batı’da, sosyalistler arasında bile, bu kadar az bilinmesi şaşırtıcıdır. Son on yılın muazzam siyasi deneyimlerinin bir parçası olmuş olan İranlı bir komünist arada sırada “nitelikli” Sol dergilerde görünen İran ve İran Solu hakkındaki yorumların şekillerinden dehşete düşmekten kendini alamaz. Genellikle burada karşılaştığımız sadece yüzeysel analiz değil fakat olguların açıktan tahrifatıdır. Bu, sadece süren ve oluşmakta olan bir tarihin çarpıtılmış bir açıklamasının verilmesinden dolayı değil aynı zamanda Batılı sosyalistlerin gelişmiş kapitalist dünyanın sınırları ötesindeki sınıf mücadelesini analiz etmeye geldiklerinde siyasal ilgisizliklerini ve teorik vasatlıklarını açığa çıkardığı için de üzücüdür.
Batı’daki Marksist entelektüel çevrelerde İran komünizminin belli bir eleştirisinin popülarite kazandığı görülüyor(1). Belli temalar bu eleştirinin ana öğeleri ve ilkeleri olarak sürekli yineleniyor. İlk olarak, komünizmin İran’da geçen yıllarda özellikle Haziran 1981’den ve ülkeyi süpüren muazzam baskı dalgasından sonra mutlak bir yenilgi deneyimlediği biçiminde bir beyan veya “gözlem” vardır. Görünüşe göre şimdiki ana görev on yıllık deneyimi “toparlamak”, İran komünistlerinin yaptığı “hatalar” üzerinde düşünmek ve bir sonraki tarihsel fırsat için “hazırlanmak”tır. İkinci olarak, İran Solu’nun gerici İslami hücum karşısında İran toplumundaki “ilerici” güçlerin geniş bir ittifakını yaratma ve birlik olma yeteneksizliği ve dogmatik isteksizliği sadece Sol’un kendisinin farzedilen gerilemesine değil fakat kısmen bir bütün olarak İran halkının İslam Cumhuriyeti altında deneyimlediği korkunç koşullardan sorumlu oldukları şeklinde bir anlayış vardır. Üçüncü olarak, İran Solu’nun ideoloji ve pratiğinde hem bir kavram olarak hem de bir görüş, siyasi hedef olarak “demokrasi”den ne kadar az etkilendiği, demokrasinin Sol örgütlerin siyasal bilinçleri ve programatik ve pratik önceliklerinde “anti-emperyalizm”e bağımlı kılındığı ve bu kusurlu bilincin İslami rejimin manipülasyonlarına yaradığı hatırlatılıyor bize.
Ortaya çıkan bu eleştirde yeni olan hiçbir şey yoktur. Aslında bu İran Solu’nun kendisinin belli bir kesiminin konumlarının yalnızca bir tekrarıdır. Takdim edilen görüşler 1978-81 devrimci yılları süresince tartışıldı ve çoğunluğu çürütüldü. Bu, şimdilerde Batı’daki Marksist dergilerde artan ölçülerde yankılanan naiv ve güçsüz İran Sol liberalizminin çağdaş İran komünizmini değerlendirip ders çıkarmış gibi gözüken sesidir. Dolayısıyla, bu resmi tarihin İran deneyimini bir başarısızlık olarak sunması ve 1979 Devrimi’nden beri İran komünizminin dikkate değer evrim ve dönüşüm sürecini gözardı etmesi şaşırtıcı olmamaktadır.
Çağdaş İran komünizminin tarihinin Marksist bir değerlendirilmesi hala yazılmış değildir. Bununla ilgili konular çok çeşitli ve karmaşıktır. Burada kendimi kimi özel sorunların tartışmasıyla sınırlayacağım. Birincisi, devrimin arifesinde radikal Sol’un ideolojik ve toplumsal özellikleri. İkincisi, radikal Sol’un krizi. Ve sonuncusu, İran Solu’nun yeni ideolojik ve örgütsel yapısal şekillenişi ve özellikle devrimci işçi-komünist eğilimin gelişimi.
İran Radikal Solu: Sosyalizm mi Nasyonalizm mi?
1940’ların Tudeh Partisi’nden 70’lerin popülistlerine savaş sonrası İran solu iki tarihsel süreç dikkate alınarak incelenmelidir. İlk olarak, uluslararası planda sözde komünist hareketin gelişimi ve ikinci olarak İran burjuva-nasyonalist muhalefetin tarihsel evrimi. 1941-1981’e kadar İran Solu her aşamada iki sürecin ortak iç mantığını, yani sosyalizmin bir teori ve siyasal gelenek olarak nasyonal reformizm tarafından devralınmasını, vurgulayan her iki tarihin birleşik ürünüdür.
Batı Marksizmi Üzerine Tartışmalar’da Perry Anderson, tedricen 1930’lar boyunca gerçekleşmiş olan Marksist teorinin “siyasal pratik”ten ”yapısal kopması”nın Batı Marksizmi’ne bir gelenek olarak özsel karakteristiklerini veren şey olduğunu kaydetmektedir. Ancak, Anderson, çoğunlukla, teorinin gerçek sınıf içeriği ve komünist teorinin toplumsal bağlamını oluşturan siyasal pratiğin sınıf doğası hakkında eleştirel olmamaktadır. Bu, onun Paris’teki Mayıs-Haziran 1968 olaylarından büyülenmesini ve onu tarihsel bir dönüm noktası olarak görmesini açıklayan bir tavırdır. Gerçekte, uluslararası komünizmde Anderson’un işaret ettiğini analitik ve tarihsel olarak önceleyen, bütün ana dallarında komünizmin tüm toplumsal ve siyasal karakterini değiştiren, çok daha derinden kaynaklanan ve temel bir kırılma gerçekleşmiştir. Bu temel kırılma, komünist teori vepratiğin sadece sömürülen bir halk kitlesi değil kapitalizmin politik ekonomisinde nesnel ekonomik bir konumunun kişileşmesi olan işçi sınıfından toptan yabancılaşmasıdır. Marks ve Engels’e göre komünizm “proletaryanın özgürleşme koşullarının doktrini”, işçilerin “eski toplumsal örgütlenmeye” karşı bireyler olarak değil fakat “insan varlıkları olarak genel kapasiteleri dahilinde” itirazlarının aracıdır(2). Bir yüzyıl sonra komünizm bundan başka her şey haline geldi. “Eski toplumsal örgütlenmenin” kısmı yönlerinden memnuniyetsizliğin nasyonalist, sınırlı ve bireyci dışavurumları için ideolojik ve örgütsel bir yapıya dönüşmüştür.
Bu tarihsel kırılmayı başlatan geç yirmili ve erken otuzlu yıllarda Sovyetler Birliği’nde Marksizmin millileştirilmesi ve bunu izleyen nasyonalizmin ve reformizmin Marksizmin içeriği olarak kuramsallaştırılmasıydı. Ancak, Batı Marksizmi’nin kuramcılarının soyutlanmış olmalarına karşın, komünizmin ana akımı ve onun ana dalları için Stalin altındaki Sovyet deneyiminin temel sonucu teori ve pratik arasındaki kopukluk değil fakat teorinin proleter olmayan bir siyasal pratiğe yöneltilmesi ve dolayısıyla teorinin kendisinin başkalaşımı ve yozlaşmasıdır. Bir teori ve siyasal hareket olarak sosyalizmin toplumsal ve sınıfsal olarak yeniden yönlendirilmesi Sovyet “komünizmi”ne biçimsel muhalefetle şekillenen Troçkizm, Maoizm, Avrupa Komünizmi, Yeni Sol, Latin Amerika ve üçüncü dünya popülizmi vb. geleneklerin pratiklerinde daha da güçlendirildi. Doğu Avrupa’da “sosyalizm” devlet kapitalizmi ekonomilerini inşa etmenin ve işçi sınıfının itaatini sürdürmenin doktrini olarak kullanıldı. Batı’da demokratik öğrenci ve anarşist militanlığın, entelektüel, felsefi ve estetik söylemin, orta sınıf kültürel ve eğitsel reformun, Sol kanat parlamenter siyasetin, Keynezyen kriz yönetiminin ve sınıf uzlaşmacılığının ideolojik giysisi olarak hizmet gördü. Sovyetler Birliği’nin erken endüstriyel başarıları ve daha sonra nasyonalizmin Maoist yüceltilmesinin Batı emperyalizminin acımasız sömürü ve baskı zemininde en yaygın ilgiyi bulduğu “Üçüncü Dünya”da, “sosyalizm” yerel burjuvazinin daha militan kesimleri ve küçük burjuva sınıf güçlerinin nasyonalist anti-emperyalist mobilizasyonu için yararlı bir çerçeve olarak alındı. Komünizmin tarihi ve işçi sınıfı mücadelesinin tarihi -sadece işçi sınıfının kitlesel ayaklanmaları değil fakat Marks’ın kapitalist toplumun temel dinamiği olarak gördüğü işçilerin sermayeye karşı “sürekli, kesintisiz, bazen gizli, bazen açık” itirazları- iki ayrı tarihe dönüştü.
Eğer Batı’daki komünist hareket için bu ayrılık komünizmin ve sınıfın asli birliğinin inkarını ve sapmayı ifade ediyorduysa, 1940’larda ortaya çıkan ve 60’lar ve 70’lerde evrilen İran sosyalizmi için bu; kökensel bir durum, İran muhalefeti içerisindeki bir gelenek olarak onun varoluşunun özsel bir parçasıydı. Sosyalizm, ulusal egemenliği, ekonomik gelişmeyi, burjuva demokrasisini ve toplumsal reformu gerçekleştirmenin doktrini olarak alındı ve kullanıldı. Bu haliyle sosyalizm burjuva muhalefetin oturmuş nasyonalist, reformist ve liberal geleneklerinin radikal ve militan eğilimlerini temsil etmeye başladı ve büyüyen şehir intelijansiyası tarafından hemen kucaklandı. İran sosyalizmi yapısal olarak işçi sınıfı pratiğinden ve Marks ve Lenin’in sosyalizminden yabancılaşmış olarak doğdu.
Resmi olarak, İran komünizminin tarihi yüzyılın bitimine ve Tahran ve Azerbaycan’da Rusya sosyal demokrasisi ve özellikle Bakü Bolşevikleriyle bağlantılı sosyal demokratik çevrelerin oluşumuna kadar gider. 1920’de İran Komünist Partisi (İKP) kuruldu. Parti yaklaşık on yıl etkindi ve sosyalist düşüncenin yayılması ve o zaman küçük olan şehirli ücretli işçilerin ve yoksul köylülerin örgütlenmesinde ve Gilan’ın Hazar vilayetinde kısa süreli Sovyet Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynadı. Geç yirmili yıllarda ciddi engellerle karşılaştı ve nihayet Rıza Şah diktatörlüğü tarafından ezildi.
Ancak çağdaş İran Sol’unun gerçek tarihi daha sonra, 1941-1953 arasındaki değişken dönemde muhalefet hareketinin yeniden canlanması ve gelişimiyle başlar. Bu dönemde iki ana örgüt, Sovyet yanlısı Tudeh Partisi (Ekim 1941’de kuruldu) ve liberallerden ve sosyal demokratlardan Pan-İranistler ve Müslüman muhafazakarlara kadar gevşek bir koalisyon olan Musaddık’ın Ulusal Cephesi (Ekim 1949’da kuruldu) ortaya çıktı. Bunların arasında Tudeh Partisi ve Ulusal Cephe 20. yüzyıl İran intelijansiyasının en uzun süre devam eden siyasal arzularını toparladı: Burjuva demokrasisi, ulusal ekonomik gelişme ve siyasal bağımsızlık. Bu, devrimci İKP’nin mirası değil, 60’lar ve 70’ler boyunca Radikal Sol’un ideolojik ve toplumsal karakteristiklerini şekillendirmiş olan Ulusal Cephe ve Tudeh geleneğinin senteziydi. Ulusal Cephe kendini açıkça ifade etmiş ulusalcı bir ittifaktı. Ancak Tudeh Partisi muhalefet içinde sosyalist Sol’u temsil ediyormuş gibi değerlendirildi. Resmen, Marksist olmayan anti-faşist bir ittifaktı ( Komintern’in 7. Kongresi’nde kabul edilen halkçı cephe çizgisini izliyordu). İki akımın çakışmasını temsil etti, biri yerel, diğeri dış ve uluslararası olmak üzere; İran ulusal reformizmi ve pro-Sovyetizm. İlk başta, iki eğilim birbiriyle uyumlu olmakla kalmayıp karşılıklı olarak birbirini güçlendiriyordu. İran orta sınıf intelijansiyası için Sovyetler Birliği, ulusal yeniden inşa ve reform modeli, anti-faşizmin kalesi, yoksulluk ve ulusal baskının düşmanı ve Britanya emperyalizminin baskıcı planlarına karşı İran’ı koruyabilecek bir güç olarak görülüyordu. Ancak, İran’a karşı Sovyet dış politikasının açığa çıkmasıyla birlikte iki eğilim ayrışmaya başladı ve Parti’nin Sovyetler Birliği’ne şaşmaz bağlılığı partideki nasyonalist öğeleri artan ölçülerde soğuttu. Nasyonalist çizgilerde ilk açık ve örgütlü ihtilaf 1948’de Halil Maliki’nin önderliğinde bazı Parti kadroları ve aktivistlerinin Partinin ulusal çıkarları Sovyet dış politikasının önceliklerine bağımlı kılması ve Parti dışındaki nasyonalist güçlere olan düşmanlığı yüzünden Partiyi terk ettiği zaman ortaya çıktı. Yine de, İran nasyonalizminin Tudeh Partisi’nden nihai kopuşunu belirleyen, Tudeh Partisi’nin tüm kalbiyle Musaddık’ın nasyonalist hükümetini desteklemekte ve özellikle 91 Ağustos 1953’teki Amerika destekli darbeye karşı onu savunmak için ayaklanmaktaki isteksizliğiydi. Radikal Sol, Tudeh Partisi’nin nasyonalist hedefleri teketmesi ve erken 60’larda Ulusal Cephe’nin ölümüyle birlikte doğan boşlukta ortaya çıktı. 60’ların ve 70’lerin radika Sol’u ilk ve en başta Tudeh Partisi fiyaskosunun nasyonalist eleştirisi ve onun “harekete” “ihaneti”nin ürünüdür. Başka bir deyişle, radikal Sol’un “geleneksel örgütlerden” “tarihsel kopuşu” özde geleneğin kendisinin yeniden ortaya sürülmesinden başka bir şey, İran sosyalizminde nasyonalizmin ana tema olarak yeniden onaylanmasından başka bir şey değildi. Ancak bu yalnızca İran nasyonalizminin kendisinin radikalleşmesi yoluyla ve buna karşılık gelen toplumsal ve sınıf tabanında değişimle başarılmıştı.
Bu sözde sosyalist radikal nasyonalizm Maoizmden, geç altmışların ve erken yetmişlerin şehir gerillalarına, Üçüncü Çizgi diye bilinen 1978-81’in “politik-örgütsel”(3) gruplarına kadar çeşitli eğilimler ve örgütler üretti. Maoizm ve komünizmin Çin versiyonunda içkin olan aşırı nasyonalizmin yardımıyla Maoistler, İran’daki burjuva nasyonalizmin bütün tarihini ve bütün nasyonalist eleştirisini kendi düşünce sistemi ve tarihine dahil etmeyi başardı. Bu nasyonalizmi mükemmelleştirdiler ve kutsadılar ve kendi “sosyalizmleri”nin gerçek özü haline getirdiler. Rus “Sosyal Emperyalizm” teorileri eski Ulusal Cephe’nin SSCB’ye güvensizliğinin kuramsallaştırılmasıydı. Açıkça Çin’in ucuz bir taklidi olmasına rağmen, İran ekonomisini “yarı sömürge, yarı feodal” olarak nitelendirmeleri, “devrimci halk ittifakı”nın bir parçası olarak sözde “ulusal burjuvazi”yi yüceltmeye ve sosyalizme giden yolda bir aşama olarak milli bir rejim altında bağımsız kapitalist gelişmenin zorunluluğunu savunmaya hizmet etti . Fedayi(4) farklı bir teorik rotadan az ya da çok benzer sonuçlara ulaştı. Maoistler kadar dramatik biçimde olmasa da kendilerini SSCB’den uzaklaştırdılar. Hareketin kurucularının SSCB’yi kınamalarının derecesi, Sovyetler Birliği’nde sosyalist üretim ilişkilerinin varlığını sorgulayan ve Stalin sonrası SBKP’yi revizyonist olarak niteleyen Ahmedzade ve Puyan’dan görüşlerinde daha az eleştirel olan Jazani’ye kadar değişiklik gösteriyordu. Ancak Tudeh Partisi’ni ulusal hedeflere ve bunu simgeleyen Musaddık’ın Ulusal Cephe hükümetine ihanet ettiği için kınanmasında oy birliği içindeydiler. Üstüne üstlük, gerillalar ve bazı Maoist gruplar Latin Amerika kalkınma tartışmalarından ödünç aldıkları “bağımlı kapitalizm” kavramını Maoistlerin çoğunun “yarı-feodal, yarı-sömürge” nitelendirmesini kullandığı mantıkla, İran kapitalizmini sermayenin genel hareket yasalarının dışına çıkarmak ve “bağımsız”, “düzgün” kapitalizmi haklı ve ilerici bir hedef olarak öne sürmek için kullandılar. Burada, mitolojik “ulusal burjuvazi”; feodal toprak sahibinin ( Maoistler için emperyalizmin ana müttefiki) yerine “İran halkı”na uygulanan emperyalist baskı ve sömürünün yerel kişileşmesi olan “komprador” burjuvazinin antitezi olarak selamlanıyordu.
Buna rağmen, radikalleşmiş nasyonalizmin yeni eğilimleri bir kısım önemli teorik yeniden yorumlamalar ve pratik yeniden yönelişler içeriyordu.
Birincisi, “ulus” (millet) kavramından “halk” kavramına geçiş. İkinci kavram “İran Ulusu”ndaki belli sınıflardan ve tabakalardan daha sınırlı bir entiteye gönderme yapıyordu. Bu değişim İran toplumu içerisindeki toplumsal bölünmelerin daha açık bir fakındalığını ima ediyordu. Nasyonalizm şimdi sadece anti-sömürgeci mücadeleyi içermiyor, ayrıca “halk karşıtı”, emperyalist hakimiyeti temsil eden ve güçlendiren yerel sınıflar ve katmanlara karşı mücadeleyi de içeriyordu. Halkın anti-emperyalist mücadelesi toplumdaki ana itici güç ve “gerçek”, radikal nasyonalizmin özü olarak tanımlanıyordu.
İkincisi, buna uygun olarak Sol’un demokrasi anlayışı değişti. Geleneksel örgütler açıkça demokrasinin liberal yorumunu benimsiyorlardı. Burjuva demokratik kişi ve medeni hakları ve anayasal rejimin kurulmasını savunuyorlardı. Diğer taraftan radikal Sol demokrasiyi halkçı anti-emperyalist sınıfların yönetimi olarak tanımladı. Bu halkçı rejimin gerçek siyasal biçimi, anayasası ve bu rejim altında yurttaşlık hakları ikincil olarak görülüyordu ve çok az geliştirilmişti. Radikal Sol’un ideolojisinde anti-emperyalizm burjuva demokrasisine hükmetmekteydi.
Üçüncüsü, siyasal iktidar sorunu kaçınılmaz olarak öne çıkarıldı. “Halk ve emperyalizm arasındaki çelişki” sadece emperyalizmin “kukla rejimi” monarşinin devrilmesi ile çözülebilirdi. Nihai analizde radikal Sol’un anti-emperyalizmi uzlaşmaz monarşi karşıtlığı ve devlete karşı şiddetli ve devrimci yöntemlerin ateşli savunusuna ingirgenebilir. Bu geleneksel partileri ve onların özsel parlamentarist ve yasalcı yaklaşımlarından açık bir uzaklaşmadır(5).
Dördüncüsü, ekonomi alanında, radikal Sol etkin ve doğrudan devlet müdahalesini “bağımlı” sermayelerin yekpare ulusallaştırılmasını savunurken geleneksel nasyonalizm gelirin ılımlı yeniden dağıtımıyla birleşmiş kapitalist iç pazarın yaratılması ve genişletilmesi hedefinden öteye gitmedi. Her iki durumda ana hedef sanayileşme ve ekonomik kendine yeterlilikti. Ancak naiv ve ütopyacı radikal Sol’un kendine yeterliliği ideolojik bir ilkeye, anti-emperyalizmin ya da hatta sosyalizmin işaretine dönüştü.
Son olarak, radikal Sol siyasal teorisinde işçi sınıfına döndü ve onu emperyalizme ve bağımlılığa karşı milli mücadelenin önder gücü olarak taçlandırdı. Ama yine de, sürekli, çeşitli teorik formülasyonlarında, sosyalist ve sınıfsal taleplerin halkçı devrimin hedefine bağımlı kılınmasının zorunluğunu vurguladı.
Uluslararası komünist harekette yeni kutuplaşmaların bu dönemde İran radikal solundaki etkisi çok açıktır. Latin Amerika, Vietnam ve hatta Cezayir’deki diğer nasyonalist ve halkçı hareketlerin etkisi önemsiz görülemezse de en güçlü etki Çin deneyiminden ve Maoizmden geldi. Mao’nun Marksizmi metafizik basitleştirmeleri ve özellikle onun iki “felsefi” çalışması, “Çelişki Üzerine” ve “Pratik Üzerine”, radikal Sol’un bütün teorik eklemleme biçimini şekillendirdi. Bunlar, Stalin’in “Kısa Yol”undan miras edinilmiş mekanik tarihsel bakış açısını tamamladılar. Maoizm ekonomik olarak geri ve siyasal olarak ezilen bir ülkenin radikal nasyonalistleri tarafından seve seve kullanılabilecek Marksizmin bir versiyonunu, metodoloji, kategoriler ve formülasyonlar dizisi sağladı. Daha pratik bir düzeyde Çin’in Sovyetler Birliği’nden görünürde Marksizmin daha radikal bir yorumuna dayanarak kopuşu radikal Sol’un kendisini Tudeh Partisi deneyiminden ayırmasını sağladı. Onun içkin nasyonalizmi ve militan retoriği geleneksel partilerin başarısızlığından ve baskıcı siyasal rejimden usanmış aktivistlerin yeni nesline çekici geldi.
Ancak burada yine uluslararası düzeydeki ideolojik ve teorik değişimler özde yerel olan gelişme için kavramsal yapıyı sağladı. 1953 siyasal yenilgisi ciddi bir hezimetti. Ancak geleneksel nasyonalist ve liberal geleneğin kaderini belirleyen 60’ların tarım reformuydu. Siyasal olarak reformlar geleneksel nasyonalist muhalefeti silahsızlandırdı ve etkin siyasal bir güç olarak Ulusal Cephe’nin nihai sonunu belirledi. Dahası, otokrasinin pekişmesine yardım etti ve ona modern-polis devleti karakteri verdi. Ekonomik olarak, bütün kapitalist öncesi üretim biçimlerini çözdü ve kitlesel şehirli ücretli işçiler yarattı. Bu, ekonomideki “milli” ve “bağımlı” burjuvaziler arasındaki bölünmelerin son görünümlerini de ortadan kaldırarak kapitalizm zaferini ve sermayenin bütün kesimlerinin birleşik iç pazara entegrasyonunun gösteriyordu. Burjuvazi ve onun temsilcilerini topyekün soğuran hızlanmış birikim süreci başladı. Burjuvazi, yalnızca devrim tehlikesi cidden ortaya çıktığında ona dönmek üzere liberalizm ve reform davasını memnuniyetsiz küçük burjuvaziye bıraktı. Militan Sol, nasyonal reformizmin çekim merkezinin burjuvaziden küçük burjuvaziye değişimini temsil etti. Mücadelenin siyasal içeriği ve toplumsal hedefleri değişmeden kaldı- toplumsal reform, siyasal liberalizasyon ve milli anti-emperyalizm. 60’ların ve 70’lerin radikal Sol’u, en iyi militan nasyonal reformizm – küçük burjuvazinin görüşü ve siyasal kapasitesine adapte edilmiş nasyonalizm ve reformizm olarak tanımlanabilir.
Devrim ve Sol’un Krizi
Devrim radikal Sol’un hızla yayılan ve derinleşen siyasal-ideolojik krizine yol açtı. Bütün ana eğilimler devrime ideolojik belirsizlik ve siyasal kafa karışıklığıyla girdiler. Gerilla geleneği tutsak edilmiş çok sayıdaki önde gelen kadroları tarafından bile saldırı altındaydı. İran’daki pratik başarısızlığı, Latin Amerika’daki başarısız örnekler sayesinde yanılsamadan kurtulma, ve belli bir derecede Marksizmin gerillacılığın orijinal kavramlarıyla uyumsuzluğunun farkına varılması bu eleştirel eğilimin ortaya çıkışına katkıda bulundu. Bununla birlikte, görünüşün değişmesini sağlayan ana güç hapishane kapılarının dışındaki kitlesel siyasal hareketten geldi. Bu hareket, sanki gerillaların elitist ve komplocu siyasetlerinin temel öncüllerini çürütmek için ortaya çıkmış gibi görünüyordu. Maoistler teorik bir eğilim olarak hemen gözden düştüler ve aşikar hale gelen Sağcı konumları ve “süper güçlere” karşı Şah gibilerini “Üçüncü Dünya”nın sembolleri olarak selamlayan uluslararası bloğa bağlılıklarından dolayı Sol’un ana gövdesinden tamamen aforoz edildiler. Üstelik, devrimin apaçık şehirli karakteriyle köylülük yönelimli teorileri ve anti-feodal retorikleri açıkça ıskartaya çıktı. Üçüncü Çizgi’nin radikal popülistlerine geldikte; onlar, diğer ikisinden kopmalarından doğan problemlerle boğuşuyorlardı. Pozitif bir teorik profilden yoksundular. Devrim esnasında Sol’un canlı entelektüel ve teorik yükselişi karşısında teorik sağlamlık kazanabilmek için Stalin’e ve onun koyutlarına müracaatları yetersizliklerini kanıtladı.
Bununla birlikte, devrim militan nasyonal reformizmi temellerinden sarstı. Üç yıldan daha kısa sürede, 1979 Kış’ından 1981 yazına kadar Sol’un bütün kavramsal sistemi, örgütsel yapısını da devirerek, çöktü, Sol’un nasyonalist ideolojisinin ve anti-emperyalist politik teorisinin hiçbir yönü sarsılmaktan kurtulamadı. Üretim ilişkilerinin “bağımlı kapitalist” karakterizasyonu, “ilerici ulusal burjuva” ve “anti-emperyalist küçük burjuva” kavramı, ilk önce sözde İran tarımına hükmeden “kapitalist öncesi” ilişkileri çözecek olan demokratik devrimi içeren aşamalı devrim teorisi, eski klişe halk sınıfları ittifakı sınıflandırmaları vb., hızla terk edildi ve iz bırakmadan gömüldü. Stalin ve Mao gibi “otoriteler” bile kurtarılamadı. 1981’de 1978’in inanç ve anlayışları eski ve unutulmuş bir çağın hurafeleri olarak görünüyordü.
Taktik olarak, radikal Sol, birbiriyle ilişkili iki yakın ve merkezi sorunda yalpaladı: İlki, İslam Cumhuriyeti’ne ve onun Liberal ve Pan-İslamcı kanatlarına yaklaşım ve ikincisi İran-Irak savaşı. Resmi Maoistler ve Tudeh Partisi taktiklerinde radikal Sol’dan daha fazla tutarlılık gösterdiler. Maoistler liberallerde kendi tapınalacak “ulusal burjuvazi”lerini buldular ve nihayet “Başakanın Koordinasyon Ofisine” katıldılar- İslami Cumhuriyet Partisi’ni defetmek için Beni Sadr çevresinde birleşmiş siyasetçiler ve grupların resmi olmayan ittifakı için bir maske. Tudeh Partisi özde Humeyni rejimini kendi demagojik anti-Amerikan retoriği için kucakladı ve “İmam’ın Çizgisi’nin” sadık bir izleyicisi olarak kaldı. Hegemonik olan İslamcı kanadın gönlünü almak için 1981’den sonra rejimin terör, işkence ve kitlesel idamlarına göz yumacak ve yardım etmeye varacak kadar ileri gitti. Ancak radikal Sol örgütlenmeler için İslam Cumhuriyeti bir ikileme yol açtı. Sorun Sol’un devrim öncesi İslamcı muhalefeti, Sol’un anti-emperyalist düşünce yapısında “devrimci halk ittifakının” bir parçası olduğu düşünülen bir katman olan “geleneksel küçük burjuvazi”nin siyasal hareketi olarak nitelendirmesindeydi,. Bu formülasyon kendinde bütünüyle mekanik ve Marksizm dışıydı. Ancak, aynı nitelendirme devrim sonrası burjuva devlete genişletildiğinde teorik ve siyasal katastrofa dönüştü. Radikal Sol örgütlerin çoğunluğu, özellikle, Fedayi, Peykar(6), Razmandegan(7), İslami akımın teorik değerlendirilmesinde ve onun anti-demokratik, anti-komünist ve gerici pratikleri arasındaki çelişkiyi çözmek için bir formulasyondan ötekine geçerek tereddütte ve sallantıda kaldılar. Amerikan Elçiliği’nin işgal edilmesi ve İran-Irak savaşının patlak vermesi gibi olaylar kafa karışıklılarını arttırdı.
Savaş Sol’un milli hislerini canlandırdı. Genel olarak, devletin “anti-emperyalist” karakteriyle ilişkili olarak güçlü yanılsamalara sığınan bütün hepsi nasyonalist ve savunmacı konumlar aldılar. Bu konum temelde SSCB’ye sempati duyan örgütler tarafından alındı. Rejime karşı daha radikal tavırlar takınan örgütler genel olarak savaşı gerici kapitalistler arası bir savaş olarak kınadı. Peykar ve ona yakın bir dizi küçük örgüt “Savaşı İç savaşa Döndürelim” sloganını kabul etti. Bu konum elbette Peykar’ın Sağ’a kayışın gününde radikalizmini korumadaki kararlılığını gösterdi. Fakat aynı zamanda ikili bir avantajı vardı. Birinci olarak, rejime karşı tavır sorununu kısa yoldan halletti. “İç savaş” çağrısı İslami rejimin devrilmesi için bir çağrıyaya denkti, Peykar’ın kendi devlet analizinden türetemeyeceği bir slogan. Radikal taktikler teorinin radikalleşmesi olmaksızın kabul edilebilirdi. İkinci olarak, konum Birinci Dünya Savaşı’yla ve Lenin ve Bolşevikler’in buna karşı tavırlarıyla basit paralellikler kurarak daha kolay savunulabilirdi. Bu konum bu çizginin ideolojik krizinin zirveye ulaşmasını engelledi fakat onu çözmedi.
Örgütsel kriz nerdeyse topyekün örgütsel dağılmaya yol açan bütün ana eğilimler içinde sürekli bölünmeler ve yeniden gruplaşmalar biçimini aldı. Fedayi geleneğindeki ilk bölünme şehir gerillacılığı sorununda gerçekleşti. Kalkışmadan kısa bir süre sonra Aşraf Dehghani(8) ile bağlantılı küçük bir kesim “silahlı mücadele” ile örgütten kopma temelinde ayrıldı ve bir dizi küçük etkisiz gruplara bölünmeye devam etti. İkinci bölünme rejime karşı tavır ve örgütün Tudeh Partisi’ne artan çekimi sorunuyla ilgiliydi. Sonradan “Çoğunluğun Sol Kanadı”na katılan önemli bir azınlık, merkezi organ Kar’ın 59. sayısının başyazısında Sağ’a dönüşü alenileştirdikten sonra, 1980 Haziranı’nda ayrıldı. “Çoğunluk” kısa zaman sonra bütünüyle Tudeh Partisi’nin konumlarını kabul etti ve onunla birleşme sürecine girdi. “Çoğunluk” 1981’den sonra art arda bölünmeye uğradı ve kimi bir avuç insandan ibaret çok sayıda gruba dağıldı. Bu gruplardan her biri Fedayi’nin gerçek mirasçısı olduğunu iddia ediyordu ve sonunda tamamen kendi iç sekter kavgalarına gömüldüler. Çoktan iç teorik ve siyasal gerilimlerden bezen Razmandegan, tabanının genel olarak radikal eğilimine karşı 1980’de merkezi organ, Razmandegan No.35’te önderliği açıkça savaş yanlısı bir duruş aldığında derin bir krize kapıldı. Savaş yanlısı kadrolar ve önderlik altı hafta sonra tasfiye edildi fakat örgüt bölünmelerden ve dağılmalardan kaçamadı. Peykar’ın krizi Peykar, No.110, Haziran 1981’in yayınlanmasıyla öne çıktı. Başyazı, İslam Cumhuriyeti içinde Beni Sadr ve İCP arasında yükselen gerilimlerde liberal kanattan yana oldu. Makale, aceleyle geri çekildi, ancak örgüt zaten çözülmekteydi. Teorik tutarlık ve örgütsel otoriteye sahip bir kutup veya çevrenin yokluğunda bazı örgütsel yeniden yapılanmalar veya düzenli kanat bölünmeleri gerçekleştirme çabaları başarısızlığa uğradı. Diğer radikal sol örgütler az yada çok aynı kaderle buluştular. Peykar’ın sağındaki Maoist esinli Üçüncü Çizgi örgütlerinin geniş bir birliği olan Vahdet-i İnkilabi (Devrimci Birlik) daha istikrarlı bir yapı kazanamadan, ardında demoralize olmuş ve kafası karışmış aktivistler bırakarak çöktü.
Ana radikal sol örgütlerin krizi ve dağılması genellikle iddia edildiği gibi Haziran 1981 ve sonrasının kitlesel baskısının sonucu değildi. Ne de Sol’un taktik hataları veya birlik olamaması ve hatta sözde “demokrasinin” değerini gözardı etmesiydi(9). Bu, daha çok, son yirmi yıldaki İran politik ekonomisindeki dönüşümden kaynaklanmaktadır. Eğer radikal Sol, devrim süresince sayısal gücüne ve siyasal militanlığına rağmen İran siyasetinde marjinal bir güç olarak kalmışsa, bunun nedeni marjinal sınıfların “sosyalizmi”ni ve siyasal pratiğini temsil ettiğidir. Aslında radikal Sol’un toplumsal özünü biçimlendiren küçük burjuva sosyalizmi ve militan nasyonal reformizmin krizi çoktan ortaya çıkmış olmalıydı. Tarım reformlarından sonra kapitalizmin pekişmesi, 70’lerin “petrol boom”undan sonra hızlanan birikim süreci ve kitlesel şehirli işçi sınıfının doğuşu çoktan proleter olmayan bir sosyalizmi gerçekleşmesi imkansız bir ütopyaya dönüştürdü. Pehlevi otokrasisi, herhangi bir biçimdeki siyasal görüş alışverişini bastırmadaki niyeti radikal Sol’un iç çelişkilerinin açığa çıkmasını engelledi. 1977 siyasal kriziyle ve 1978-79 devrimiyle, siyaset nihayet “ekonomi”ye yakalandı. Uykudaki çelişkiler açığa çıktı ve çözümünü İran komünizminin teorik radikalleşmesi ve toplumsal yeniden yönelişi karşısında radikal Sol’un krizinde ve dağılmasında buldu. Haziran 1981 bastırması ve sonrası bir kez daha bu süreci yavaşlattı ve onun doğal gelişimini izlemesini engelledi.Buna rağmen, 1981’de İran radikal Sol’unun ideolojik derisi ve örgütsel konfigürasyonu tamamen değişime uğradı.
Yeni Bir Kutuplaşma
Radikal Sol’un krizi, dolayısıyla, geriye gidişe işaret etmiyordu. Tersine, önemli bir dönüşümü ve temel bir tarihsel dönüm noktasını gösteriyordu. Geleneksel radikal Sol’un krizinden daha kararlı teorik ve toplumsal karakteristiklere dayanan eğilimlere dayalı yeni bir kutuplaşma ortaya çıktı.
- SSCB yanlısı yeni bir kutup ortaya çıktı. Sovyetler Birliği’yle ilişkiler açısından Tudeh Partisi’nin yerini almayı, İran nasyonalizmiyle uzlaşmaya ulaşmayı ve İslami Cumhuriyeti desteklemekteki Tudeh ve Fedayi Çoğunluk’un skandal politikalarından sonra SSCB yanlısı çizgi için siyasal prestij kazanmayı amaçlıyordu. Bu çizginin en tutarlısı olmasa da en samimisi Rah-e Kargar (İşçinin Yolu) Fedayi ile bağlantılı olarak devrim sırasında teorik ve politik bir baskı grubu olarak oluştu. Bu eğilim bundan başka önderi Ali Keştgar’la tanımlanan bir kırılmayı ve de yakınlarda Tudeh Partisi’nden ayrılmış“İran Halkının Demokratik Partisi”ni içeriyordu Her iki örgüt de daha nasyonalist konumları benimsediler. Bu eğilime bağlı bütün örgütler Sovyetler Birliği’ni “sosyalizmin vatanı” olarak görüyorlar ve genellikle kendi “vatanlarını” ilgilendiren davalar dışında onun dış siyasetini destekliyorlardı. Bu konuda bağımsız kalmayı dilediler. Bu onların Tudeh geleneğinden temel ayrımları ve İran nasyonalizmini güçlendirmek için tek umutlarıydı. Şimdiye kadar, Keşgar grubunun ve İHDP’nin lekeli geçmişi bu çizgide birleşmeye doğru herhangi somut bir hareketi engelledi. Yine de, bu, bu kez daha işçi karakterli devletçi nasyonal reformizmin başka bir jenerasyonunun merkezi olabilecek önemli bir kutuptur. Yakınlarda Sovyetler Birliği’nde gerçekleşen gelişmelerin elbette bu eğilimde belirleyici sonuçları olacaktır.
- Biraz geç olsa da, İranlı sürgünler arasında Batı Marksizmi ve Yeni Sol’daki(10) tartışmaları ve polemikleri yeniden keşfeden “entelektüel İran Yeni Sol”’u ortaya çıktı. Batı Marksizmi’nin etkisi devrim sırasında bulanıkça Vahdet-i Komonisti (Komünist Birlik) de temsil edildi ancak radikal solun ana örgütleri arasında etkisi marjinal kaldı. KB, Ulusal Cephe’nin genç jenerasyonunun aktivistlerinin radikalleşmelerinden doğdu. Örgüt 1970’de oluştu ve özde yurtdışındaki İranlı öğrenciler arasında etkindi. Devrim öncesi ülkedeki gerilla örgütleriyle bağlantılıydı ve onları destekliyordu. Fedayi’yle birleşmek istiyordu. 1976’da kendilerini Fedyai’den onun Maoizmine ve Stalinizmine itiraz ederek ayırdı. KB, devrim sırasında ve sonrasında, Sol’un “sekterliği”ne, Üçüncü Dünyacı bakışına ve onun ruhban sıfına karşı Mücahid ve İran burjuva liberalizminin Solkanadıyla birleşme isteksizliğine karşı çıkarak oldukça kararlı liberal Sol konumunu korudu. İlkede sosyalizme bağlılığını vurgularken, pratikte ve az sayıdaki programatik açıklamalarında KB hiçbir zaman acil ve sınırlı siyasal haklar için mücadelenin ötesine geçmedi. Kendisini özellikle işçi sınıfı mücadelesi ve ondan türeyen sorunlarla ilişkilendirmedi. Örgütsel genişleme politikası izlemedi ve Sol entelektüeller arasında bir parça etkisi olan teori ve propaganda grubu olarak kaldı.
KB’den etkilenen İran Yeni Sol’u özsel olarak farklı karakteristikler göstermektedir. Teoride daha öznelci, dünyaya bakışında karamsar ve güçlü biçimde pratik komünist etkinliğe zıttı. İran entelektüellerinin şimdiye kadarki kendiliğinden Marksizme, militan komünizme yönelişlerinden kopuşu temsil ediyordu. Kökleri İran’da geleneksel radikal solun başarısızlığındadır ve baş muhataplarını eski, yanılsamadan kurtulmuş ve usanmış radikal Sol aktivistlerde bulmaktadır. Bu eğilim şu an siyasal olarak önemsizdir. Ancak, olası bir Sağ kanat sosyal demokrasi için sürekli kadrolar yaratmakta ve ideolojik zemini hazırlamaktadır.
- Varolan uluslararası “komünizm” kutuplarından ideolojik ve siyasal bağımsızlığıyla, klasik Marksist ve Leninist geleneklere yeniden yönelimi ve işçi sınıfı arasında siyasal ve örgütsel çalışmaya güçlü vurguyla nitelenebilecek radikal ve militan komünizm şekillenmektedir. Örgütsel olarak bu eğilim İran Komünist Partisi tarafından temsil ediliyor. Ancak militan işçi çevrelerinin ve onların enformel ağlarının bütün spektrumunu içeriyor. Bu yeni eğilimin oluşumu son on yılda İran radikal Sol’unun evriminin en önemli olumlu sonucuydu.
Komünist Parti ve İşçi-Komünizmi Olasılığı
Devrim iki önemli gelişmeyi başlattı: İlki, küçük burjuva radikal Sol’un ideolojik ve teorik öncüllerinin Marksist bakış açısından giderek artan eleştirisi ve ikincisi işçi sınıfı hareketinin beklenmeyen kalkışması. Bu öğelerin ikisi birlikte varolan radikal Sol’dan ayrı bir devrimci Marksist örgütsel eğilimin ortaya çıkışı için uygun koşulları yarattı.
1978-79 devrimi İran kapitalizminin çelişkilerinden kaynaklanan ilk ana siyasal ayaklanmaydı. İşçi sınıfına siyasal arenada da toplumsal üretimde zaten elde ettiğiyle aynı ağırlığı kazanması için ilk gerçek tarihsel fırsatı sağladı. İşçi sınıfı hareketi monarşinin devrilmesinde temel önemde bir rol oynadı. İşçi grevleri, özellikle petrol ve imalat gibi anahtar endüstrilerde, birbirini izleyen askeri hükümetleri etkisizleştiren ve kitle direnişini esinlendiren kitle hareketinin bel kemiğini oluşturdu. İşçi sınıfı protestoları devrimden sonra devam etti ve toplumdaki siyasal çekişmenin merkezi teması olarak kaldı.
İran işçi sınıfının belli özellikleri burada kaydedilmelidir. İlk olarak, önceki yirmi yıllık sürekli baskıya ve de yoksul köylülerin işçi sınıfına sürekli akışına bağlı olarak, İran işçi sınıfında örgütlü mücadele gelenekleri oldukça zayıftı.Yığın örgütlerinin yokluğunda günlük mücadele yerel pratik önderler ve işçi ajitatörleri çevreleri ağı tarafından örgütlendi ve yönlendirildi. İkincisi, devrime kadar, sınıf hareketi çok sınırlı biçimde radikal Sol’daki gelişmelerden etkilendi. İşçi sınıfı sınıf mücadelesini “halkın yolu”nun altına sıralayan ve işçilerin hareketine politika veya pratik yol gösterici anlamda önereceği çok az şey olan entelektüel ve öğrenci tabanlı sosyalist geleneğin dışında kaldı. Üçüncü olarak, keza, İran işçileri onların kendiliğinden militanlıklarını yönetecek herhangi bir revizyonist veya reformist partinin etkisi altında değildi. Onlar, hala da, bütünüyle, metropolitan kapitalist ülkelerdeki işçi sınıflarından daha siyaset yönelimli, devlet ve siyasal iktidar sorunuyla daha ilgili ve militan mücadele biçimlerini benimsemeye daha yatkınlar.
Devrim süresince, işçi sınıfında komünist fikirlerin yayılması ve hatta komünist örgütlenme için çok elverişli bir ortam yaratıldı. İşçi hareketinin çok sayıdaki pratik önderleri komünist oldular ve hatta örgütsel etkinliğe giriştiler. Bununla birlikte, bütünde kendilerini radikal Sol örgütlerden uzak tuttular. Gerçek işçi sınıfı partilerinin yokluğunda kaçınılmaz olarak işçilerin yaptığı gibi, birçoğu muhalefetin en radikal kesimi olarak onları destekledi. Ancak onlara kitlesel ölçekte katılmadılar. İşçi sınıfında, önemli sayıda sınıfın pratik önderlerini kapsayan güçlü bir komünist geleneğin büyümesine rağmen, radikal Sol öğrenci siyaseti egemenliği altında kalmışlığını ve özde entelektüel karakterini korudu. Bu boşluk radikal Sol örgütlere sürekli baskı uyguladı ve onun nihai dağılmasında özsel önemi olan bir faktör oldu.
Paralel bir gelişme ideolojik ve örgütsel gelişmede de gözlenebilir. İlkeli ve devrimci Marksizm devrim boyunca İran küçük burjuva sosyalizminin bütün ideolojik temelini sorgulayarak ve eleştirerek hızla büyüdü. Bu süreç radikal Sol’un bütün örgütlerini ve özellikle Üçüncü Çizgi’yi etkiledi. Bu radikalizm Marksist klasiklere ve Lenin’in çalışmalarına dönüşle, sınıf mücadelesinin önceliğine vurgu, işçi sınıfı içerisinde çalışmaya doğru yeniden yönelim ve radikal taktiklerin benimsenmesiyle tanımlanabilir. Popülist Sol’dan bu kopuşun en sesli ve tutarlı bileşeni Ettehad-i Mobarezan-i Komonist (Komünist Militanlar Birliği)dir. Başlarda Sahand olarak adlandırılan KMB, 1978 Aralık’ında kuruldu ve radikal Sol’un nasyonalist ve popülist teorilerine ve anlayışlarına karşı canlı teorik kampanyalara başladı. “Milli burjuvazi”yi bir mit olarak adlandırdı ve “bağımsız”, “milli” kapitalizmi gerici bir ütopya olarak tanımladı. Tarım sorununu çözme ve üretici güçleri geliştirme görevini içeren demokratik devrim kavramını reddetti ve varolan devrimin görevini işçi sınıfının sosyalist mobilizasyonu ve sosyalist devrime doğru kesintisiz yürüyüşü için gerekli siyasal ve toplumsal koşulları yaratmak olarak tanımladı. Radikal Sol’un emperyalizm eleştirisini nasyonalist ve anti-tekelci olarak reddetti ve sınıf sömürüsü temelli bir eleştiri sunmaya çabaladı. Kendini devrimci kriz dönemlerinde burjuva devletin özgül karakteristiklerine dayandırarak KMB İslam Cumhuriyeti’ni ve onun iç kanatlarını burjuva ve karşı-devrimci olarak tanımladı. Dahası, KMB Leninist Parti’nin oluşturulmasını acil bir görev olarak belirledi ve popülizme karşı teorik polemiklerini böyle bir partinin somut programatik temeli için bir araç olarak gördü. 1981 Mart’ında KMB, komünist devrime bağlığını vurgulayan ve komünist hareketin acil görevlerinin değerini belirten programını yayınladı. Sonradan İKP programına temel oluşturan program geniş kapsamlı acil demokratik ve ekonomik talepleri içeriyordu.
KMB’nin fikirlerinin radikal Sol’da ve özellikle Üçüncü Çizgi’nin aktivistlerinde büyük etkisi oldu. Çoğu doğrudan KMB’ye katıldı, ancak gerçek etkisi daha ötelere ulaştı. KMB, “solcu” ve “Troçkist” olarak nitelenirken terminolojisi ve analizleri artan ölçülerde bazı teorik tutarlılık arayışlarında ve Sol’a taktik dönüşlerinde ana Sol örgütler tarafından ödünç alındı. Neredeyse bütün ana Üçüncü Çizgi örgütlerinde, yani Razmandegan, Peykar ve Vahdet-i İnkilabi’de, güçlü KMB yanlısı kanatlar ortaya çıktı. Sonradan hepsi KMB’ye ve onun aracılığıyla Komünist Parti’ye katıldı.
Kırılma, bununla birlikte beklenmeyen yerden geldi. 1981’de Kürdistan’da yığınsal desteği olan komünist bir örgüt ve şimdiye kadar İslam Cumhuriyeti’ne karşı Kürt silahlı direnişinin ana direği olan Komala’nın İkinci Kongresi, KMB’ye benzer konumları benimsedi ve açıkça onu anti-popülist kampanyanın öncüsü olarak zikretti. Komala, 1969’da yığınlar içinde siyasal çalışmaya sıkıca bağlı Maoizmden esinlenmiş aktivistlerin yeraltı ağı olarak oluşturuldu. 1974’te SAVAK önder üyelerinin çoğunluğunu tutsak etti ancak örgüt çökertilemedi. Devrimin patlamasıyla ve önderlerinin cezaevinden özgür bırakılmasıyla Komala kısa sürede Kürdistan’da yığın hareketinin önderi oldu. 1979 Ağustos’unda monarşinin çöküşünden yalnız altı ay sonra İslami rejim, Kürt halkına karşı askeri saldırıyı başlattı. Komala yığınsal silahlı direniş için çağrıda bulundu vePeşmerge (partizan) birimlerini örgütlemeye girişti. İkinci Kongresi’nde Kürt emekçilerinin doğal partisi oldu ve şehir ve kırsal alanlarda yığınsal destek kazandı. Yalnızca, İslami rejime direnmedi ayrıca, burjuva-nasyonalist İran Kürdistan Demokratik Partisi (İKDP)’nin hegemonyasına ve onun Kürt hareketindeki dar-kafalı nasyonalizmine karşı çıktı. İkinci Kongre öncesinde Komala, İran Sol’undaki ideolojik tartışmalardan uzak durdu. Temelde Kürdistan’daki hareketi örgütlemek ve ona önderlik etmekle meşgul oldu. Komala’nın İkinci Kongresi dengeyi anti-popülist eğilim lehine bozdu ve Marksist aktivistler için güçlü bir çekim kutbuna dönüştürdü. Komala ve KMB, Komünist Parti’nin oluşumu için yakın işbirliğine başladı. Komünist Parti Programı adı altında birleşik bir program hazırladılar ve ona sempati duyan bütün örgüt ve gruplaşmaları İKP’nin oluşumu mücadelesinde ona katılmaya çağırdılar. Eylül 1983’te çeşitli örgütsel geçmişleri olan komünist kadrolardan oluşan Komünist Parti Kurucu Kongresi Kürdistan’da toplandı ve İKP kuruldu.
İKP’nin kuruluşu İran sosyalizminin nasyonalist ve popülist gelenekten nihai ideolojik ve örgütsel kopuşunu gösteriyordu. İKP sınıf ve sınıf mücadelesini kendi ideolojisi ve pratik çalışmalarının merkezi kavramları olarak yeniden onayladı. Bu Stalin öncesi Marksizm ortodoksisine dönüşü gerektiriyordu. İKP için, Marx için olduğu gibi, sosyalizm temelde üretici güçlerin gelişmesiyle ve devlet planlamasıyla değil üretim araçlarının komünal mülkiyeti ve ücretli emeğin lağvıyla tanımlanıyordu. Sovyet ekonomisi devlet kapitalizmi olarak tanımlanıyordu. Gerçekte, İKP kendisini sözüm ona komünist enternasyonal eğilim ve kutupların hiçbiriyle tanımlamıyordu. Taktiklerinde bağımsız sınıf eylemi ve sınıf mobilizasyonunu vurguluyordu. İşçi sınıfını devrimci değişim için mücadelenin ana direği olarak görüyordu. İşçi sınıfının yığın örgütlenmesi için konseyci yapıyı savunuyor ve dolaysız yığın örgütü olarak işçilerin genel meclis hareketini güçlendirme siyasetini izliyordu. Popülist geleneğin tersine İKP işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için günlük mücadeleye büyük önem atfediyordu.
Son beş yıl boyunca İKP kendisini İran sosyalist Sol’unun ana örgütü olarak kurmayı başardı. Yine de gerçek siyasal değeri İran’da gerçek ve güçlü bir işçi-komünist geleneğin gelişiminde potansiyel olarak oynayabileceği rolde yatıyor.
Teorik ve siyasal radikalleşmenin hiçbir derecesi kendinde bugünkü komünizmin toplumsal karakterini değiştiremez ve bu komünizmi işçi sınıfından ayıran uçurumun üstesinden gelemez. Eğer Komünist Manifesto’nun proleter komünizmi bir gerçeklik olacaksa, gereken şey, gerçek bir toplumsal kayıştır. Komünizm onu kapitalizmi reform etmek için yirminci yüzyılda kullananlardan alınmalı ve sermayeye karşı, gerçek insan özgürleşmesi için işçi sınıfına döndürülmelidir. Komünizmin yeniden sınıfsal itiraz ve sınıfsal etkinliğin ifadesi olacağı işçi-komünizmi hareketi şekillendirilmelidir. İran Devrimi bu geçiş için maddi gerekliliği yarattı. Geniş bir sosyalist ve radikal işçi önderleri safının ortaya çıkışı, nasyonal reformizm ve küçük burjuva sosyalizminin ideolojik ve siyasal iflası, işçi sınıfı tarafından potansiyel olarak alınabilecek ve sınıf mücadelesinde etkin bir araç olarak kullanılabilecek radikal Marksist bir partinin kurulması, bu doğrultudaki gelişmelerdir. Daha fazlası, İran devrimci Marksistlerinin şimdiki jenerasyonunun pratiklerine ve onların önümüze çıkacak olan kritik siyasal dönüşlerde mücadele içerisinde kalabilme yeteneklerine bağlıdır. Bu, İKP’nin karşılaşmak durumunda olduğu bir sınavdır.
*1987’de İngilizce yazılmış yayınlanmamış bir çalışmadır. Bu çalışma daha sonra ilk kez “Mansur Hikmet Vakfı Yayınları” tarafından Selected Works (Seçme Yazılar), 2002, sayfa 58-77’de yayınlandı.
**Mansur Hikmet 1979 yılında yoldaşı Hamid Taqvai’yle birlikte Komünist Militanlar Birliği’ni kurdu. Bu dönemde popülizmin eleştirisi yoluyla “ilerici-ulusal burjuvazi”, “toprak reformu”, “bağımlı kapitalizm”, “komünist çalışma ve örgütlenme” gibi konuları daha sonra Devrimci Marksizm olarak nitelenecek bakış açısından değerlendirdi ve bu konuların Marksist kavrayışını olanaklı kılan büyük kuramsal üretimde bulundu. KMB ilk ve son kongresinden sonra Komünist Parti Programı doğrultusunda 1983 Eylül’ünde Komala ve bazı başka Marksist örgütlerin katılımıyla İran Komünist Partisi’ni kurdu. İKP içinde kuramsal görüş ve katkılarıyla siyasal çizgisini derinleştiren Mansur Hikmet 1985’te parti içinde İşçi Komünizmi Fraksiyonu’nu kurdu. İKP Üçüncü Kongresi’nde İKP Birinci Sekreteri seçildi, İKP yönetimi görevi İşçi Komünizm Fraksiyonu’na verildi. İKP içindeki müzmin Kürt nasyonalizminin parti faaliyetlerini sekteye uğratmasından dolayı 1991’de Parti ve Komala’nın önderlik kadroları ve üyelerinin yaklaşık yüzde doksanıyla birlikte İKP’den istifa etti. Yine de İKP’nin isteği üzerine olağanüstü kongreye kadar Birinci sekreterlik görevini sürdürdü. 1991’de işçi komünizmi fraksiyonuna mensup öteki yoldaşlarıyla birlikte İran Komünist-İşçi Partisi’ni kurdu. Sovyetler’in dağılmasının da derinleştirdiği Marksist sol içinde inkar ve sağa dönmeye kadar varan başıboşluk ve gerileme döneminde kararlılıkla Marksizm’i, komünizmi, eşitlik ve özgürlük ülkülerini savundu. Sovyetler konusunda 1980’lerde geliştirdiği “devlet kapitalizmi” eleştirisi derin Marksist kavrayışının göstergesidir. Mansur Hikmet’in parlak kuramsal, siyasal, örgütsel ve taktik önderliği sonucunda İKİP İran solunun en büyük en radikal örgütüne dönüştü. Hikmet’in kuramsal ve siyasal görüşlerinin sonunda 1993’te de Irak’taki işçi komünistleri Irak Komünist-İşçi Partisi’ni kurdular. Yaşamını işçi sınıfı devrimi yoluyla insanlığın özgürleşmesine adayan Mansur Hikmet 4 Temmuz 2002’de gırtlak kanseri sonucunda yaşama veda etti.
Notlar
(1) Örneğin Val Moghaddam’in “Socialism or Anti-imperialism? The Left and Revolution in Iran” (Sosyalizm mi Anti-emperyalizm mi? Sol ve İran Devrimi) başlıklı makalesine ve Fred Halliday ile yapılan “The Iranian Revolution and its Implications” (İran Devrimi ve Etkileri) adlı söyleşiye bakılabilir. Adı geçen her iki yazı New Left Review, sayı 166, Kasım/Aralık 1987’de yayımlandı.
(2) Engels, F., “Paris’te Marx’a Mektup”, Ekim 1844. Seçme Yazışmalar (İngilizce Çeviri), Progress, 1975, sayfa 19.
(3) “Askeri”den farklı olarak “Siyasal-Örgütsel” kent gerilla taktikleriyle karşıtlıklarını belirtmek için bu çizginin sözcüleri tarafından kullanılan terimdi.
(4) Fedayi (Halka Adanmış Gerillalar Örgütü) 1971’den itibaren etkin olan en büyük kent gerilla hareketiydi.
(5) Bu nokta radikal Sol örgütler tarafından Tudeh geleneğinden kopuşlarının en önemli yönü olarak dile getiriliyordu. Gerçekte radikal Sol içindeki örgütsel farklılıklar temel olarak otokrasinin nasıl devrilebileceği sorusu çevresinde odaklanmıştı.
(6) Peykar (İşçi Sınıfının Kurtuluşu Yolunda Mücadele Örgütü) Halkın Mücahitleri adlı İslamcı gerilla örgütü içinde gerçekleşen 1975’deki bölünme sonucunda ortaya çıktı. Kendini Marksist-Leninist niteleyen bir grup bütün örgütü ele geçirdi ve bu ideolojik dönüşe karşı gelenleri tasfiye etti. Örgüt 1977’de kent gerillacılığından vazgeçitiğini duyurdu. Devrim arefesinde önderlikteki bunalımdan kaynaklanan bir bölünme daha yaşandı. Önderlik tasfiye edildi ve örgüt bölündü. Bölünme sonucunda Peykar ve daha küçük iki örgüt Nabard (Mücadele) ve Arman (Ülkü) ortaya çıktı. Peykar daha sonra Üçüncü Çizgi’nin en büyük örgütüne dönüştü.
(7) Razmandegan (İşçi Sınıfının Kurtuluşu Yolunda Savaşçılar Örgütü) 70’li yılların başında Marksist-Leninist bir topluluk olarak başladı. Tipik bir radikal popülist örgüttü ve kısa bir süreliğine, 1979-80 arasında, Üçüncü Çizgi’nin Sol kanadını temsil ediyordu.
(8) Şah rejimi cezaevlerinde kahramanca direnişi ve 70’li yıllarda hapisten kaçışıyla ünlü bir gerilla kadın önderi.
(9) Herşey bir yana radikal Sol fazlasıyla “demokrat”tı. Peykar ve Razmandegan gibi örgütlerin bütün pratikleri İslam Cumhuriyeti’yle demokratik talepler üzerinde sürekli karşılaşmaktan öte bir sonuca varamadı. Radikal Sol’un herhangi bir demokratik kazanım elde edemeyişi yeterincesosyalist olmadığından kaynaklanıyordu. Radika Sol, İslami rejim üzerinde gerçek bir baskı kuracak işçi sınıfına dayalı gerçek güçten yoksundu.
(10) Bu yönelim sözcüğün dar anlamında bir kutup olarak kategorize edilebilecek siyasal belirlilikten yoksundur. Onları buraya dahil etmemin iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi, eski aktivistlerin azımsanmayacak bir sayısını yutan siyasal edilginliği temsil ediyorlar. İkincisi, Batı’daki sosyalist yayınlarda geçerlilik kazanan bunların İran Devrimi deneyimi üzerindeki değerlendirmeleridir.
Leave a reply