Yeniden “Milli Burjuvaziyi Değerlendirme Üzerine”
yoldaş Abdullah Mohtadi’nin görüş ve tutumlarının eleştirisi*
Hamit Taqvai**
Giriş
Körfez’deki gelişmeler konusunda yoldaş Abdullah Mohtadi ve Siyasi Büro arasında sürmekte olan tartışmalar Komala örgütünün sorunlarının değerlendirilmesinin eksenini oluşturduğu önceki dönem tartışmalarının tersine emperyalizmin uluslararası siyasetleri konusunda tavır takınma, devrim ve ayaklanmayı değerlendirme, (bu kez örgüt içinde değil ulusal hareketteki siyasal edimi ve emperyalistlerle ilişkisi açısından) Kürt nasyonalizminin eleştirisi vb.yi polemik konusuna çevirmiş durumda. Buna karşın bu dönem tartışmalarıyla önceki dönem tartışmaları arasındaki benzerlik tartışılmakta olan kavramlara ilişkin hiçbir söylenmedik, yeni sözün bulunmamasıdır. Devrimci Marksizm’in partili ve parti öncesi edebiyatında ve bu dönemde işçi komünizmi [ tartışmalarında] tüm bu kavramlar ve devrime yaklaşımdan milli burjuvazinin rolü, hareketlerle parti ve örgütlerin ilişkisine kadarki konuları değerlendirme yöntembilimi birçok kez tartışılıp çözümlendi. Buna karşın günümüzde bu tartışmaları yinelememiz gerektiği gerçeği güçlüğün kuramdan, kuramsal yanlış anlamalar ve yanlışlardan kaynaklanmadığını göstermektedir. Sorun temelde çeşitli toplumsal hareketler arasındaki çekişme ve sürtüşmelerden kaynaklanmaktadır. Yine de bu hareketlerin sözcüleri konumlarını Marksizm ve işçi sınıfı adına gerekçelendirip kuramsallaştırdıkları sürece kuramsal eleştiri aracına başvurmak kaçınılmazlaşıyor. Bu tartışmaların muhatapları Marksizm’in kuramsal ilkelerini ezbere bilseler bile [ bu durum değişmemektedir] .
Yoldaş Abdullah Mohtadi’nin yazıları çeşitli yönlerden değerlendirilip eleştirilebilir. Şimdiye dek yoldaşlar İrec Azerin, İrec Ferzat ve Kuroş Modaresi bu yazıları farklı açılardan ele aldılar. Bense tartışmamı yoldaş Abdullah Mohtadi’nin Kürt burjuvazisine yaklaşımını değerlendirmekle sınırlayacağım. Bence bu, onun Körfez’deki ve Irak Kürdistan’ındaki son gelişmelere ilişkin tutumu ve görüşlerinin eleştirisinin temel ögelerinden birini oluşturmaktadır.
Devrimin Sınıfsal Olmayan Açıdan Değerlendirilmesi
Yoldaş Abdullah’ın Siyasi Büro’ya eleştirisinin temeli (burada kastettiğim bu yazının sonunda değineceğim ve başka bir tartışma konusu olan ahlaki ve örgütsel suçlamaları değil siyasal eleştirisidir) [ Siyasi Büro’nun] gerçek bir halk devrimini görüp desteklemeye yanaşmamasıdır. Yoldaş Abdullah soruyor: “Bu desteklenmesi gereken bir devrim, bir halk ayaklanması miydi yoksa hiçbir desteği haketmeyen Kürt nasyonalizmi ve Amerika emperyalizmi tarafından kışkırtılmış bir isyan, gerici bir hareket mi?”
Görünürde yoldaş Abdullah devrimleri değerlendirmede başka bir şık kabul etmiyor: Bir devrim ya gerçek ve halk devrimidir veya bir komplo. Böyle bir biliş yönteminin iyi tarafı tabi ki basitliği ve dolayımsızlığıdır. Bu yöntemle örneğin “18 Ağustos ayaklanması”(1) veya “Ak Devrim”(2) gibi görüngüler değerlendirilip “hiçbir desteği haketmedikleri” sonucuna varılabilir. Ancak kötü tarafı yalnızca bu gibi durumlarda işe yaradığı, genelde ne bütünüyle desteklenebilir ne de karşı çıkılabilir olan gerçek halk ayaklanmaları ve devrimleri değerlendirmede yol gösterici olmamasıdır.
Marksistler devrimleri tanımak için başka yöntemlere sahipler. Onlar, birincisi, bütün mücadelelerin, kaderini belirlemeye ilişkin olsa dahi, sınıf mücadelesi olduğuna inanıyorlar. Bu yüzden devrimleri “halk” ve “komplo” kategorilerine bölümlemek yerine devrimin sınıfsal bir çözümlemesini sunmaya çalışırlar, [ bir başka deyişle] hangi sınıfların hangi çıkarlarla karşı karşıya geldiklerini, devrimin hangi siyasal sorunları öne çıkarıp sınıfsal mücadelelenin gündemine yerleştirdiğini, hangi siyasal ve toplumsal sorunları çözmek istediğini ve nesnel olarak çözebileceğini vb.ni açıklığa kavuşturmak isterler. İkincisi, Marksistlerin böyle bir değerlendirme yöntemiyle amaçladıkları devrimlerin metafizik biçimde bölümlenmesi değil şu gibi sorunları açıklığa kavuşturmaktır: Devrimin işçiler için ne gibi bir yararı var? İşçi sınıfının enternasyonalist çıkarları devrime nasıl bir yaklaşımı gerektirmektedir? İşçilerin bağımsız safı nasıl ve hangi özgüllüklere göre başka sınıf ve kesimlerin safından ayrılmaktadır? İşçiler nasıl ve hangi tutumlar sonucunda burjuvaziye karşı devrimden daha birleşik, güçlü ve bilinçli çıkabilirler? vb.
Bunlar “kitlesel hareketlere komünist yaklaşımın ögeleri”dir, bu sorunların üzerinden sessizce geçip devrimin halk devrimi olup olmadığı konusunda mürekkep harcamak ne devrimin sınıfsal açıdan tanınıp çözümlenmesine bir katkıda bulunmakta ne de işçiler ve komünistlerin görevlerini açıklığa kavuşturmada bir iğne ucu kadar yardımı dokunmaktadır.
Saflarımızda bu noktaları açıklamak hiç de yeni değildir. Devrimci gelişmelerin bu açıdan ele alınıp incelenmesi partimizin eskiden beri geleneğidir; başından beri Devrimci Marksizm’i öteki hareketlerden ayıran özgüllüklerden biri 79 Devrimi’nin bu açıdan değerlendirilmesiydi. Edebiyatımızda bu tartışma son kez Yoldaş Mansur Hikmet’in Komünist Birlik’e eleştirisinde (“Sol Liberalizmin Anatomisi” adlı makalede), devrimlerin demokratik ve sosyalist olarak sınıflandırma yöntemine karşı ayrıntılı ve derinlemesine dile getirildi. O zamanlar hiç kimse aynı tartışmaları bu kez devrimleri “halk” ve “komplo”ya ayırma en geri kalmış yöntemine karşı yinelememiz gerekeceğini düşünmemişti.
Ancak buradaki sorun, işçi olmayan İran solunun da sorununun salt bu olmadığı gibi, yalnızca yaklaşım ve biliş yöntemine ilişkin değildir. Bu yöntembilimin siyasal özgüllüklerinden biri burjuvaziyi işçilerin saldırısının kılıcından kurtarmasıdır.
Irak’taki Gelişmeler ve Kürt Burjuvazisi
İşçi komünizmi ile proleter olmayan sol arasındaki her kuramsal karşılaşmada milli burjuvazinin de işin içine çekilmesi bir yazgıya dönüşmüş gibi. 79 İran Devrimi’nde milli burjuvaziye karşı “eleştirel destek”, “ikili yaklaşım”, “keskin olmayan uçla saldırı” vb. siyasetler eleştirilip deşifre edilmeliydi, günümüzdeyse milli Kürt burjuvazisine aynı yaklaşım biçimini eleştirip deşifre etmek gerekmektedir.
Yoldaş Abdullah şöyle yazıyor: “Bu kitlesel ayaklanmayı, halkın haklı, adil ayaklanması ve isteklerini desteklemeyi komünistlerin zorunlu görevi … sayıyorum” ve daha sonra ekliyor “Bununla birlikte, başından itibaren bu kitlesel hareketteki sosyalist, işçi ögeyi güçlendirmek gerek, farklılaşmasına, bağımsızlığını kazanıp büyümesine yardımcı olmak gerek, bu hareketteki radikal ve demokratik hareketler, sloganlar ve platformları desteklemek gerek. Bunlar benim doğru biçimde bildirgemde dile getirdiğim kitlesel hareketlere klasik, ilkeli yaklaşımın temel ögeleridir.”
Yukarıdaki listede dile getirilmeyen ve özellikle Irak Kürdistan’ının gelişmelerini değerlendirmede önem kazanan klasik ögelerden biri kitlesel hareketteki muhalif burjuva güç ve partilerinin sürekli eleştirilmesi ve deşifre edilmesidir. Ancak “kendimizden olan” Kürt burjuvazisine yaklaşımda bu ilkeyi çalıştırmaktan dikkat ve itinayla vazgeçilmelidir. Buna karşılık, göreceğimiz gibi, onunla “dostça ilişkiler oluşturmak için” bazı kolaylıklar sağlanmalıdır.
İşin gerçeği işçilerin bağımsız safını güçlendirip desteklemenin slogan ve işçi sınıfına karşı kibarlıktan öteye gitmesinin anlamı burjuva muhalefetinin deşifre edilmesinden ve işçilerin saflarında nasyonalist kuruntulara karşı çıkmaktan başka olmadığıdır. Birinci bildirge bu konuda komünistlerin bir görevi olduğundan söz etmediği gibi Kürt burjuvazisine karşı kuruntu oluşmasına yol açmaktadır. Bu bildirgenin siyasal ve pratik içeriği ve anlamı proleter, sosyalist ögenin savunulması değil kitlesel ayaklanmadaki burjuva, nasyonalist ögenin güçlendirilmesidir.
Bildirgenin girişinde Amerika’nın askeri çıkarması ve savaşı, Irak’ta kitlesel ayaklanma, Amerika’nın Irak rejimiyle ilişkileri konuları görece ayrıntılı biçimde açıklanmıştır, ancak Kürt burjuvazisinin bu gelişmelerdeki edimi ve rolünün yanında sessizce geçilmiştir.
Bildirge “Amerika’nın bölgeye askeri çıkarma yapması ve savaşının ereği Amerikan emperyalizminin uluslararası hegemonyasının iade edilip istikrara kavuşturulmasıydı” diyor. Pek iyi. Acaba yoldaş Abdullah Mohtadi Kürdistan Yurtsever Birliği ve öteki burjuva Kürt partilerinin doğrudan bu ereğin hizmetine sokulduklarından kuşku mu duyuyor? Kürt burjuvazisi ikinci bildirgenin değindiği “Kürdistan halkının ve Kürt hareketinin yazgısını emperyalist çıkarlara bağımlı kılma” politikasını ta ilk aşamada başlatmamış mıydı? “Sosyalist, proleter ögenin güçlendirilmesi” iddiasını taşıyan bir bildirge bu siyaseti sürekli deşifre etmemeli miydi? Kürt burjuva güçlerinin çabaları sonucunda emperyalizme kuruntuyla yaklaşma seviyesine kadar yükselen nasyonalist kuruntulara karşı gelmemeli miydi?
Bildirge bunu yapmadığı gibi “emperyalist savaş” aşamasını “kitlelerin ayaklanması” aşamasından ayırmayı vurgulamakla kendi iddia ettiği gibi halk ayaklanmasını değil ikinci aşamadaki nasyonalist hareketi lekelememek için Kürt burjuvazisinin ilk aşamadaki tutumunu görmezden geliyor. Gerçek, Kürdistan Yurtsever Birliği ile müttefiklerinin her iki aşamada sürekli ve tutarlı biçimde aynı siyaseti izlemiş olmalarıdır: Kürdistan halkı ve hareketini emperyalist siyasetlerin uzantılarına dönüştürmek. Bu iki aşamanın hesabını ayıran kişi pratikte işçilerin gözünü bu gerçeğe kapatmakta, işçilerin bağımsızlığına değil Kürt burjuvazisinin nasyonal-emperyalist siyasetlerinin kuyrukçusuna dönüşmesine yardım etmektedir.
Kürt burjuvazisinin siyasetleri karşısında bu suskunluk ve aşamaları ayırmanın gerçek anlamı bildirgenin “siyasal ve pratik sonuçlar” bölümünde daha da açıklık kazanmaktadır. Burada artık Kürt burjuvazisi Yoldaş Abdullah’tan destek ve sempati mesajı almaktadır:
“Irak Kürt muhalefeti özellikle Kürdistan Yurtsever Birliği’yle çeşitli düzeylerde görece yoğun ilişkiler geliştirmek, konumumuzu açıklamak üzere onlara resmi mektup yazmak, sempati ve desteğimizi, ayrıca beklenti ve önerilerimizi bildirmek. Şimdi ve gelecek için azami olanaklar ve dostlar elde etmek için çaba.”
Acaba bundan daha açık biçimde “Kürdistan halkı ve Kürt hareketinin yazgısını emperyalizme bağımlı kılma” siyasetini onaylamak olanaklı mı? Yoldaş Abdullah herhalde şöyle karşı çıkacaktır: “Benim bu muhalefetin siyasetlerini, uluslararası, bölgesel ve olasılıkla yerel stratejilerini desteklemeyi değil dostça ilişkiler kurma ve Irak rejiminin baskıları karşısında sempatilerimizi bildirmeyi göz önünde bulundurduğum, kendi konumumuzu açıklamak ve olanaklar elde etmekten, bölgede varlığımızı sürdürüp siyaset ve erklerimizi izlemek için olanaklar elde etmekten … söz ettiğim açıktır.”
Bunun neresi açık? Sizin yazdığınız bildirgede Kürt burjuva muhalefetinin uluslararası, bölgesel ve yerel stratejilerinin en ufak bir eleştirisi mutlak biçimde dile getirilmediği gibi bu muhalefete sempati ve destek mektubu da yollanmaktadır. Acaba böyle bir belgenin, niyetiniz ne olursa olsun, Kürt burjuva muhalefetine siyasal destek vermenin ötesinde başka bir anlamı olabilir mi? Yoldaş Abdullah bildirgenin bu bölümünün Kürt muhalefetiyle ilişki kurmayı, olanaklar elde etmeyi vb.ni göz önünde bulundurduğu izlenimini vermeye çalışıyor. Kürdistan Yurtsever Birliği’ni destekleme bildiriminin açıkça sağ ve işbirlikçi içeriğini gerekçelendirmek için “Amerika’nın Irak’a karşı savaşının başladığı ve oradaki yoldaşlarla irtibatımızın kesildiği dönemde bizzat yoldaş Hikmet ve Siyasi Büro benden Yurtsever Birlik’le temas kurup iletişim olanakları elde etmemi istemişti. O zamanlar yoldaş Hikmet bunun bizim Kürdistan’daki sınıfsal geleneğimizi yakıp yok edeceğini düşünmüyordu” yollu Siyasi Büro’nun tutumunu tanıklığa çağırıyor.
Kuşkusuz bugün bile kimse Yurtsever Birlik’le temas kurmanın geleneğimize ters düştüğü görüşünde değildir. Bu geleneği yakıp yok eden şey olanaklar elde etmek için –gerçekte bu bahaneyle- Yurtsever Birliği siyasal açıdan desteklemektir. Pratik ve diplomatik ilişkilerimizin bulunduğu burjuva parti, güç ve devletlere resmi destek ve sempati mektubu yazma geleneğimiz ne zamandır bulunuyor? Muhalefetteki burjuva partilerle ilişkilerimizi düzenlemek ne zamandan beri siyasal tutmumuzu belirlemekte ve siyasal bildirgelerimizde belirmektedir?
Tartışma konusu pratik ilişkiler ve örgütsel çıkarlar değil Kürt burjuva güçlerini, üstelik bu güçlerin en sağcı, en işçi karşıtı siyasetleri uyguladığı koşullarda, siyasal açıdan desteklediğini bildirmektir. Yoldaş Abdullah’ın “Devrimi Unutmak…” adlı yazısında “Nasyonalist Kürt Güçleriyle İlişkilerimiz Nasıl Düzenlenmeli?” başlıklı görece uzun bir tartışması bulunuyor. Bu başlık bile ister istemez şu soruları sordurtuyor: Ne oluyor? Yurtsever Birlik’le ilişkilerimiz mi kesildi? Bir çekişme veya sürtüşme mi yaşandı? Şimdiye kadarki ilişkileri sorgulayan birileri mi çıktı oratay?… Sorunun bunların hiçbiri olmadığı açıktır. Yazar da bu sorunlardan hiçbirini inceleyip değerlendirmiyor. Tartışmayı okuduğunuzda bunun gerçekte nasyonalist Kürt örgütleri desteklemenin zorunluluğunu gerekçelendirmenin bir örtüsü olduğunu görüyorsunuz. Bu tartışmanın başlığı aslında böyle olmalıydı: “Nasyonalist Kürt Örgütlerini Niçin desteklemek Gerek?” Yoldaş Abdullah bu tartışmada yoldaş Mansur Hikmet’in birinci bildirgenin işbirlikçi tutumuna yaptığı eleştirinin yanıtını vermektedir. Bunu başarabilmek için önce karşı tarafın tartışmasını çarpıtıp bu örgütlerle ilişki kurma tartışmasının eleştirisine indirgemek zorunda kalmıştır. Konunun özüne girmeksizin üç dört sayfayı Yurtsever Birlik’le dostça ilişkiler kurmanın zorunluluğunu, bize destek ve sempati mektubu yazmanın bu ilişkileri kurmak için niçin gerkli olduğunu açıklamak için karalıyor. Ayrıca öyle olsa bile (öyle olmadığını biliyoruz) niçin Kürt burjuva örgütleriyle işbirliği için böyle bir bedel ödenmesi gerektiği açıklığa kavuşmuyor? İşçi sınıfının cebinden bu harcamayı gerekli kılacak bu vazgeçilemez olanaklar, bu yüce örgütsel çıkarlar nelerdir?
Yoldaş Abdullah burjuva Kürt partileriyle ilişki kurmanın zorunluluğunu kanıtlamak için başka akıl yürütmelerinin yanısıra şöyle sürdürüyor: “Komünist ve işçi hareketlerin oluşup güçlenmesi, bağımsız işçi örgütlenmelerinin desteklenmesi olan Irak’ın iç gelişmeleri konusundaki siyasetimiz bu [ ilişkiler] kurulmaksızın en büyük sürtüşmelere uğrar.” Ancak sorun Kürdistan Yurtsever Birliği ve öteki Kürt burjuva güçlerini desteklemenin ta kendisinin son gelişmelerde işçi sınıfı siyaseti, komünist ve işçi hareketlerin güçlenmesini destekleme siyasetinin gerçekte çiğnenmesi anlamına gelmesidir. Yoldaş Abdullah sürtüşmeyi önlemek için komünist siyaseti derhal bir yana bırakmış durumda.
Konunun daha açıklık kazanması için şunları varsayalım: Yoldaş Abdullah Mohtadi’nin önerdiği bildirge onaylanıyor, Siyasi Büro resmi bir mektup yoluyla Yurtsever Birlik, geçici yönetim (Qiyade-i Muvaqqat) ve öteki güçlere desteğini bildiriyor ve sempatisini sunuyor. Bugün hepimiz bu güçlerin Süleymaniye, Kerkük ve Erbil’de işçi konseyleri ve bağımsız işçi hareketinin başına neler getirdiğini biliyoruz. Komünist Parti’nin bu partileri desteklemesiyle, özellikle Irak Kürdistan’ının işçi ve emekçileri arasında partimizin nüfuzu ve benimsenme ölçüsü düşünüldüğünde, Kürt burjuvazisine kendi lehine kuruntular yayma ve konsey hareketine karşı çıkmak üzere keskin bir silah vermiş olmaz mıydık? Acaba Yurtsever Birlik “Konsey falan bitti” mesajını radyosundan okurken bizim destek mektubumuzu yüksek sesle okuyup işçi karşıtı siyasetlerinin haklılığı ve meşruiyetinin nedeni saymaz mıydı? Acaba bu durumda en geri kalmış işçiler bile yoldaş Abdullah’ın “amacımız sizlere karşı burjuvaziyi desteklemek değil olanaklar elde etmek ve gelecekteki yönetici ve siyasetçiler arasından dostlar bulmaktı” kabahıtından beter özürünü kabul ederler miydi? Yoldaş Abdullah Komala Önderlik Komitesi’nin onun siyasetini izlediğini söylüyor ve buna seviniyor. Bu gerçekse partimiz günümüzde Kürdistan işçilerinin Yurtsever Birlik ve “Bere” cephesine okudukları lanetten nasipsiz kalmamış demektir.
Yoldaş Abdullah “Irak rejimi karşısında durup bastırıldıkları ölçüde Kürt muhalif güçlerine daha ılımlı yaklaşıp saldırımızın keskin ucunu Irak rejimine yönlendirmeliyiz… Buna karşı işçi ve emekçi hareketi, kitlesel insiyatif, radikal ve sosyalist hareketlerin karşısında yer aldıkları ölçüde saldırımızın keskin ucunu onlara çevirmeliyiz” diye düşünmektedir. Bu yüzden sempati ve desteğini bildirmek ılımlı yaklaşım dönemine aitti, burjuva Kürt cephesi işçi konseyleri karşısında durduğu dönemde saldırının keskin ucuyla onlara yaklaşmak gerekmektedir. Ancak sorun burjuvazinin bu saldırı ucuyla oyunu kabul etmemesidir. Birincisi, [ burjuvazi] her zaman saldırısının keskin ucunu işçilere doğrultuyor. Örneğin bizim ona ılımlı yaklaştığımız bu aynı dönemde emperyalizm ve hegemonyacı savaşının safında uluslararası işçi sınıfı safı karşısında duruyordu. İkincisi, ılımlı yaklaşımımızı kötüye kullanıyor ve işçilere karşı çalıştırıyor, böylece saldırının keskin ucu sırası bize geldiğinde onu köreltip etkisizleştirmiş oluyor. Üçüncüsü, [ burjuvazinin] “işçilere karşı gelme ölçüsünü” belirlemek oldukça güçtür. Örneğin yoldaş Abdullah kitlesel ayaklanmanın yenilgisi ve Kürt halkının yersizyurtsuzlaşması faciasından sonra ve “Kürdistan’dan gelen yoldaşların sayesinde” bu felaketlerin oluşumunda Kürt burjuvazisinin ne denli kirli ve gerici bir rolü olduğunu öğrendiğimize karşın bu ölçünün yeterli olmasına kanaat getirmiş değildir, aksi halde ikinci bildirgesinde Kürt nasyonalizminin eleştirisine ilişkin maddesinde “bu saldırının keskin ucunun Irak rejimi veya emperyalist siyasetin üzerinden kaldırılmamasına, bunu önemsizleştirmemesine dikkat edilmelidir” uyarısında bulunmazdı. Öte yandan “keşke bu iflas etmiş nasyonalist burjuva beylere, bu pis ve onursuz domuzlara zahmet olmazsa çekip gidin başımızdan, eksik olun ve bırakın halk kendisi karar versin” (“Konsey Hareketinin Aktivistlerinden Biri Irak Kürdistan’ından Bildiriyor” broşüründen alınmıştır) diyen işçiler ve konsey hareketi aktivistleri görünürde burjuvaziyle aralarındaki karşıtlığın yeterli ölçüye ulaşmadığını, saldırılarının keskin ucunu bu şiddetle kendi burjuvazilerine yöneltmemelri gerektiğini anlamamış durumdalar.
“İşçilerle karşıtlığı ölçüsünde Kürt burjuvazisini eleştirme” formülü örgütsel ilişkileri düzenlemeye yarayabilir ancak sınıf savaşımında kimsenin derdine derman olamaz.
Kitlesel Ayaklanmanın Yenilgisi ve Muhalif Burjuvaziye Sitem Etmek
Birinci bildirgenin Kürt burjuvazisine karşı sağ ve işbirlikçi tutumu kitlesel ayaklanmanın yenilgisinden sonra ikinci bildirgede nasyonalist partilere sitem etmek ve bunları eleştirmeye dönüşüyor. İkinci bildirgede şöyle denmektedir: “(nasyonalist partilerin) bu geleneksel önderliği uzun süreden beri emperyalizmle işbirliği yapma niyetindeydi, son gelişmelerde de Amerika’nın yeni dünya düzeninde kendisine bir yer bulmak peşindeydi.”
İşçilerin yoldaş Abdullah’a bunları niçin şimdi söylüyorsun sormaya hakları vardır. Niçin ilk bildirgenizde öteden beri sürmekte olan işbirliği knusunda en ufak bir ima bile bulunmamaktadır?
Yoldaş Abdullah’ın yanıtı yalnızca “kitlesel ayaklanmanın yenilgisi”nin onun Kürt burjuvazisine karşı tutum değiştirmesine yol açmış olabileceğidir. Çünkü iki bildirge arasındaki sürede bunun dışında bir gelişme yaşanmış değil. Kitlesel ayaklanma başarıya ulaşsaydı, yoldaş Abdullah’ın Kürt muhalefetini destekleme ve bu muhalefete sempati iğreti maddesinde anımsattığı gibi “biz derhal bu örgütleri Irak Kürdistan’ının makamları ve yöneticileri biçiminde görürdük”, bu yüzden Kürt burjuvazisinin emperyalist yanlısı tutumunu deşifre etmek örgütsel çıkarlarımıza ters düşerdi ve zorunlu olmazdı.
Yoldaş Abdullah yukarıdaki cümlelerin devamında şöyle sürdürüyor: “Son hareket sürecinde de bu geleneksel önderlik halk kitlelerine, mücadeleleri ve seferberliğine ne dayanabildiğini ne de buna eğilimli olduğunu, tersine Kürt ulusunun emperyalist komplolara kurban gitmesinin koşullarının oluşumunu kolaylaştırdığını gösterdi. Genel olarak Kürt nasyonalizmi son dönemde radikal yönlerini yitirmiş Kürt ulusunun emekçi kitlelerinin çıkarlarından daha fazla ayrılmıştır. Son gelişmeler bu gerçeği, ne yazık ki Irak’taki Kürt halkının milyonluk ölçekteki kitlelerinin felaketleri ve sıkıntıları pahasına göstermiş bulunuyor.”
Ne var ki bu gerçeği kavramak için böyle bir bedelin ödenmesi zorunlu değildi. Kürdistan hareketinin yenilgisi, hatta başlamasından çok önce Kürt nasyonalizmi emperyalizmin safında yer alarak radikal yönlerden bütünüyle yoksun olduğunu gösterdi. Bu gerçeği Körfez savaşı süresince Arap kitlelerin uğradığı acı felaketlerden de kavramak olanaklıydı. Arap kitleler de emperyalist siyasetlerin kurbanı oldular ve Kürt nasyonalizmi bunun koşullarının oluşumunu kolaylaştırdı.
Bu gerçeklerin yoldaş Abdullah’ın Kürt nasyonalizmine yönelttiği eleştiride yeri yok. Yoldaş Abdullah’ın Kürt nasyonalizmiyle karşılaşması bu nasyonalizmin Kürt ulusuyla ilişkisinin ötesine geçmiyor. Ona göre yerli burjuvaziyi kendi ulusunun çerçevesinde değerlendirmek gerek. Ya bu burjuvazi merkezi yönetime karşı kaderini tayin hakkı için savaşmaka ve bu yüzden ılımlı yaklaşım ve destek mektubunu haketmekte ya da Kürt emekçi kitlelerin çıkarlarından uzaklaşmıştır, öyleyse –üstelik emekçilerle karşıtlığının ölçüsü belirlendikten sonra- eleştirilmelidir. Tabi bütün bunlara karşın saldırımızın keskin ucunun altına girmemesine dikkat edilmelidir. Her durumda sorunumuz bu burjuvaziye karşı sınıf mücadelesini ilerletmek değil aramızdaki “ilişkileri düzenlemek”tir.
Bu Kürt burjuvazisinin proleter eleştirisi değil nasyonalist eleştirisidir. Herhalde yoldaş Abdullah yine karşı çıkacak, sosyalist eleştiriden söz ettiğini söyleyip sürdürecektir: “Kürt nasyonalizmine, stratejisi ve siyasal ufkuna ayrıca sosyalist bir eleştiri yöneltilmelidir. Bu siyasal ufuk bir yandan Kürdistan halkının ve Kürt hareketinin yazgısını emperyalist çıkarlara bağlamak öte yandan halka ve doğrudan insiyatifine dayanmamak, kitleleri figüranlar kalabalığı, pazarlık veya propaganda kozu olarak değerlendirmektir, kısacası emekçi kitlelerin gerçek çıkarlarıyla örtüşmemektedir.
Öte yandan Kürt nasyonalizminin eleştirisinin saldırının keskin ucunun Irak rejimi veya emperyalist siyasetin üzerinden kaldırılmamasına, bunu önemsizleştirmemesine dikkat edilmelidir.”
Öncelikle Kürt nasyonalizmini işçilerin saldırı kılıcının altından kurtarma titizliği esas sorunun ne diplomatik, pratik-örgütsel çekinceler ne de opozisyon partilerinin işçilere karşıtlıklarının ölçüsü olmadığına dair kuşku bırakmadığı söylenmelidir. Gerçek sorun diplomatik çekinceler olsaydı aynı titizlik Irak rejimine karşı da gösterilmeliydi. Sorun Yurtsever Birlik’in yeterince işçilerin karşısında yer almadığıysa karşıtlık ölçüsünü yeterli saymamaız için işçilerin çıkarlarını emperyalizmin çıkarlarına satmaktan daha büyük hangi cinayeti işlemesi gerektiği beklememiz gerektiği sorusuyla karşılaşıyoruz. Hayır, sorun bunlardan hiçbiri değildir. Sorun Yurtsever Birlik ve ortaklar ne yaparlarsa yapsınlar, hangi tutumu takınırlarsa takınsalar son çözümlemede Kürdistan’ın ulusal önderleri, “bizden olmaları”, ve kendi halklarının hareketlerini emperyalizmin çıkarlarına satan “bizden olmayan” benzer örgütlerle karşılaştırılamaz olmalarıdır. Bunları Afgan Mücahitleri’yle, Kontra’lar veya UNITA’yla karşılaştırmak tanrıya küfür etmek sayılır. Bıçağın kendi sapını kesememesi gibi Kürt nasyonalizmi de asla saldırının keskin ucunun altına yatırılamaz.
Bu nokta bir yana nasyonalizmin bu şekilde eleştirilmesi sosyalist eleştiriyle yalnızca bir ad benzerliğine sahiptir. Kürt nasyonalizmine yönelik sosyalist eleştiri Kürt hareketi çerçevesi ve Kürt ulusunun kitlelerinin çıkarlarıyla sınırlı kalamaz. [ Yoldaş Abdullah’ın] bu eleştiri[ si] ulusal hareket içinde nasyonalizmin yetersizliği ve güçsüzlüğüne yöneliktir. Kitlelere dayanıp emperyalist pazarlıklara girmemek gerektiğini düşünen sol nasyonalizmin yakınması sağcı, emperyalist yanlısı nasyonalizmden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden böyle bir eleştiri ancak ve ancak sağ nasyonalizm varoluşunu (kitlelere daynmama vs.yi) hareketinin içinde gösterdiğinde kendini ifade edebilmektedir. Bu nasyonalizmin gericilik safına katılıp emperyalizmle pazarlığa ve işbirliğine oturmasına karşı konuşulabilmesi bile ulusal hareket içinde olumsuz etkileri gözlemlendiğinde olanaklı olabiliyor. Kitlesel hareket Irak Kürdistan’ında oluştu ve yenildi, bu yüzden şimdi [ sağ] nasyonalizm eleştirilebilir. Şimdi birden bire Kürt nasyonalizminin emperyalizmle işbirliği yaptığı anımsanabilir.
Kürt nasyonalizminin emperyalizmle işbirliğinin sonuç vermesi, Kürt nasyonalizminin iktidara gelmesi veya yoldaş Abdullah’ın da yazısında belirttiği gibi bir çeşit özerkliğe kavuşması hiç de olanaksız değildi. O zaman ne Amerika Kürt sorununa ihanet etmiş olurdu, ne Kürt nasyonalizmi emperyalizme dayanmadaki hesaplamalarında yanlış yapmış sayılırdı ne de Kürdistan emekçileri böyle bir acıya katlanmış olurlardı. Hareket zafere ulaşmış olurdu ancak kuşkusuz bu “zafer” Kürt halkının yazgısını hareketin yenilgiye uğradığı günümüzden çok daha fazla Amerika’nın emperyalist çıkarlarına bağlamış olurdu.
Böyle bir durumda, birinci bildirgenin varsayımlarından biri olan ve özellikle yoldaş Abdullah’ın “Devrimi Unutmak…” yazısındaki uslamlamalarına göre bu örgütlere destek mesajı iletmeyi zorunlu kılan Kürt nasyonalizminin iktidara gelmesi durumunda, yoldaş Abdullah’ın nasyonalizme eleştirisinden geriye hiçbir şey kalmazdı, temelde ifade edilmesi nedensiz olurdu. Böyle koşullarda birinci bildirge yeterli sayılırdı, ikinci bildirgeyi sunmak ve Kürt muhalefetinin emperyalizmle işbirliğini deşifre etmeye gerek kalmazdı. Bu durumda, tarihin defalarca göstermiş olduğu gibi, nasyonalist hareket zafere ulaşmasıyla kendi içindeki sağ ve solun sınırlarını ortadan kaldırırdı.
Ne var ki Kürt nasyonalizmine yönelik sosyalist eleştiri tüm Körfez gelişmelerinde [ nasyonalizmin] işçilerin sınıfsal çıkarlarıyla karşıtlığına dayanmaktadır. Kürt olsun veya olmasın işçilerin Kürt nasyonalist örgütlerine eleştirilerinin temeli bu örgütlerin Körfez olaylarında uluslararası gercilik safında yer almış olmalarıdır. Bu eleştiri Kürdistan’da kitlesel hareketin yazgısıyla keskinleşip körelmiyor ve Kürt burjuvazisini deşifre etmek için hareketin sonucunu beklemiyor. Bu eleştirinin bir ögesi de sol nasyonalizminin bu yaklaşım biçimini eleştirmektir. Yoldaş Abdullah Mohtadi’nin bildirgeleri bu sosyalist eleştirinin yakınından bile geçmiyor. Sol nasyonalizmin resmi nasyonalizme yönelik eleştirilerinin sosyalist eleştiri adı altında düzenlenip ifade edilebilmesi için yalnızca Kürt nasyonalizminin sosyalist eleştirisinin adı geçmektedir. Yoldaş Abdullah Mohtadi’nin bildirgeleri Kürt nasyonalizmine yönelik sosyalist eleştirinin ifadesi değil bu eleştirinin konularından biridir.
Kürt burjuvazisi Körfez Bunalımı’nın başlamasından Kürdistan’da kitlesel hareketin yenilgiye uğramasına kadar tutarlı bir yol izledi: Beyaz Saray’dan başlayıp Saddam’ın kolluk kuvvetlerinin yanında Kürdistan kentlerinde düzeni sağlamakla bitirdi. Bu arada burjuva muhalefete desteğini ifade etmekle başlayan ve ulusal harekette beceriksizliklerini eleştirmenin ötesine geçemeyen sol nasyonalizmin de daha parlak bir karnesi olmadı. Son gelişmelerde nasyonalizmin proleter eleştirisi bu sağ ve sol nasyonalist hareketin bütününü eşzamanlı olarak keskin eleştirisine tabi tutmalıdır.
Siyasi Büro’nun Hayali komplolarından Figan Etmenin Siyasal Hikmeti
“Devrimi Unutmak…” yazısı Siyasi Büro ve yoldaş Mansur Hikmet’e siyasal olmayan suçlamalar ve yakıştırmalarla dolup taşıyor. Makale yazarı kalemini hafifçe oynatarak ayak oyunlarından sahte dosyalar oluşturmaya, kandırıkçılık yapmaktan örgütsel hesaplaşmalar için ortam hazırlamaya kadar bir dizi suçlamayı Mansur Hikmet şahsına ve Siyasi Büro’ya yakıştırıyor, bunu yaparken en ufak ilkesizlik duygusu veya vicdan azabına kapılmıyor. Yoldaş Abdullah’ın yazısının bu yönü şahsen benim için acı vericiydi. Önceki dönem tartışmalarda sağ nasyonalist kesimin benzer çamur atmalarına karşı bu yoldaşın nasıl durup yoldaş Mansur Hikmet’i savunduğuna yakından tanık oldum. O zamanlar günün birinde benzer çamur atmalar ve iftiraların yoldaş Abdullah tarafından dile getirileceğini kimse düşünmezdi. Görünürde siyasetin ahlakı yok deyişi doğrulanmaktadır.
Ne yazık ki bugün yoldaşın tartışmalarının Parti’deki Siyasi Büro’nun en geri muhaliflerinin tartışmalarının düzeyine inmesine tanıklık etmekteyiz. Bunlar tartışmaların önceki döneminden beri Parti içinde dolaşıp Don Kişot gibi tasfiye ve ihraç komplosunun hortlağına saldırmakla kendilerini güçlü hissediyorlar. Bu Don Kişotlar bugün temsilcileri ve sözcülerine kavuşmuş durumdalar. Abdullah Mohtadi öteden beri bu kesimin uğraşısı olan iftira ve suçlamaları Mansur Hikmet’e doğru fırlatmaktadır. Yoldaş Abdullah bu benzerliği görecek kadar siyasi bir insandır. Farkında olmasa belki de Siyasi Büro’ya saldırmak için böyle bir tutum takınmaz yoldaş Mansur’a örgütsel komplo yaftasını yapıştırmaya kalkışmazdı. Bana göre yoldaş Abdullah ne söylediklerine inanıyor ne de kızgınlık ve üzüntüden böyle bir yola başvurmuştur. Yoldaş Abdullah’ın Siyasi Büro’nun ayak oyunları ve komplolarından kaynaklanan mazlumca çığlıkları örgüt içi siyasal konum almasını göstermektedir. Bu konumun ereği Mansur Hikmet ve Siyasi Büro’ya karşı güç toplamaktır. Gerçekte bu, yoldaş Abdullah’ın örgüt içindeki sağ nasyonalizme destek bildirgesidir.
26 Ağustos 1991
*İlk kez aleni olarak Körfez Bunalımı ve Irak Kürdistan’ındaki Olaylar: İran Komünist Partisi içindeki kanatların tartışmaları ve ihtilafları adlı kitabın 221-229 sayfalarında Farsça yayımlandı.
**Yazının yazıldığı dönemde İKP İşçi Komünizmi Fraksiyonu mensubu ve İKP Siyasi Büro üyesi olan Hamit Taqvai 1991’de İKP Birinci Sekreteri Mansur Hikmet ve İKP ile Komala’nın önderlik kadro ve üyelerinin yaklaşık %90’lık bölümüyle birlikte partiden istifa etti. 30 Kasım 1991’de İran Komünist-İşçi Partisi’nin kuruluşunda yer aldı. Halen İKİP Merkez Komitesi Birinci Sekreteridir.
1) 18 Ağustos 1953’teki Musaddık Hükümeti’ne karşı CIA destekli darbe kastedilmektedir.
2) “Ak Devrim” 1963’te Şah rejimi tarafından daha çok sol hareketlerin önünü kesmek için çıkartılan “toprak reformu” ve kadınların seçme ve seçilme hakkını da içeren reform paketinin adıdır.
Leave a reply