Parti Ve Toplum: Baskı Grubundan Siyasal Partiye

 

Mansur Hikmet

Bu yazının temeli Kasım 98’de Komünist-İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin genişletilmiş plenumunda yazarın yaptığı konuşmanın birinci bölümüdür. Konuşma metninde bulunan konulara yapılan eklemeler ve açıklamalar dışında “Parti, Partileşme, Siyasal Erk” alt başlığı bu metne eklenmiştir. Aşağıdaki tartışma bu metinde bulunmayan Parti etkinliğinin örgütsel ve çalışma yöntemine ilişkin plenumda sunulan daha ayrıntılı, daha belirli bir tartışmaya giriş niteliğini taşıyordu.

Bu oturumda Parti etkinliğinin ufku üzerine konuşmak istiyorum. Önümüzde yeni savaşımlar, yeni görevler bulunmaktadır, bunlara ilişkin ortak yükümlülükler altına girmemiz gerek. Bu sorunlarla nasıl karşılaşmak istediğimiz konusunda anlaşmamız gerek. Kendimizden, çalışmamızdan ve Partimiz’den yeni beklentilerimiz olmalı; bu beklentilerin bir bölümü niteldir bir bölümü nicel. Yeni alanlara adım atmalıyız, üstelik ivmemizi, devinimimizi artırmalıyız çünkü bizim dışımızdaki olaylar da hızlanmıştır. Etkinlik alanımızın boyutlarını, zeminini epeyce genişletmeliyiz.

Yirmi Yıllık Süreç

Yoldaşlar! Bugün, Komünist Militanlar Birliği’nin oluşumunun aşağı yukarı yirminci yıldönümüdür. Bu konu benim bugünkü tartışmamla ilişkilidir, bir sosyalist olarak benim zihnimde bu yirmi yıl boyunca, Komünist Militanlar Birliği’nin kuruluşundan günümüze dek izlenen, süreci, tartışmamı daha anlaşılabilir kılmak için, anlatmak istiyorum. Ancak öncelikle KMB’nin yırminci yıl dönümünden dolayı burada yoldaş Taqvai’yi kutlamama izin verin. Komünist Militanlar Birliği’ni biz iki kişi olarak başlattık. Ancak ben olmasam Hamid’in bu işi başlatacağı, o olmazsa benim bu işi başlatmayacağım benim için açıktır. Yoldaş Hamid Taqvai’ye ne denli müteşekkir olduğumu anlatamayacağımı bildirmek istiyorum (salondakilerin aralıksız alkışlaması).

Bu yirmi yılda, benim açımdan özgüllükleri ve dönüm noktaları siyasal, kuramsal ve yöntembilimsel açılardan açıklanabilen bir süreç yaşanmıştır. Bu, kanımca, bilinçli biçimde izlenmesi gereken bir süreçtir. [Bu sürecin] bilincinde olmak gerek. Ayrıca hep sonraki aşamalarını bulmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hareketimizin nesnel durumu ve büyüme gereksinimleri değişirken aynı noktada durmak insanın geri ve ilgisiz kalmasına neden olur. Bütün siyasal hareketler kendi tarihileriyle, kendi dönemlerinin tarihleriyle ilerlemek, kendileri için bir yol çizmek zorundalar.

Kanımca bu yönde yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Bu yeni dönemde bizden yeni baklentiler, bize ilişkin yeni tasarılar oluşacaktır. Belirli geçmişlere, özgüllüklere iye belirli kişiler olarak bu yeni dönemin bize yükleyeceği görevlerle karşılaşabilmek üzere kendimizi hazırlayabilmek için bu yeni aşamanın özünü kavrayıp kendimizi ona uydurmamız gerek. Bu dönemi adlandıracak olursak parti ile toplumun ilişkisini keşfettiğimiz dönem diyebiliriz. Komünist parti ile toplumun ilişkisini dikkatle irdeleyip toplumun ve partinin hareketlerinin mekanizmalarını daha çok tanımak ve ona dayanmak istediğimiz dönem.

79 Devrimi’nin hemen öncesindeki dönemde bizim karşılaştığımız ana sorun, Hamid Taqvai, ben ve öteki yoldaşların bulunduğu yurt dışındaki topluluğu kastediyorum, “komünizm ve Marks” sorunuydu. Bizim için söz konusu olan Marksizm’in gerçekten ne dediği, gerçekten mevcut sözümona komünist merkezlerin Marksizm’le ne ölçüde ilişkili oldukları eski sorusuydu. Bizim açımızdan Sovyet, Çin, Arnvutluk, Troçkistlerin komünizmi Marks’ın komünizmi değildi. İlk yaşadığımız süreç kendini daha sonra Komünist Militanlar’ın kimliğinde gösterecek olan gerçek, devrimci Marksizm’e yaptığımız vurguydu. Komünist Militanlar Birliği’nin ayırt edici özelliği Marksist oluşuydu. Örgütleyenlerinin Marksist oluşuydu. Devrim’le birlikte komünistlerin devrimle ilişkisi sorunu ortaya çıktı, bir başka deyişle İran Komünistleriyle İran Devrimi’nin ilişkisi [sorunu]. İlgimiz bu yöndeki sorunlara yöneldi. Toplumsal sınıflar bu devrimde ne yapıyorlar, biz ne yapmalıyız, devrimin gücü nerededir, devrimin niteliği nedir, devlet nedir, burjuva partilerine yaklaşmanın ilkeleri nelerdir, toprak sorunun konumu nedir, geçici yönetime, İslami harekete ve fraksiyonlarına hangi yöntemle yaklaşmalı, bir cümlede söyleyecek olursak bu devrimde komünist olarak “ne yapmalı?” Bunlar irdelediğimiz sorunlardı. Bu tartışmaların devamında, devrim tartışmasının içinden ve devrimin yarattığı koşullar ve olanaklar temelinde Komünist Parti kavramı ortaya atıldı. Bir başka deyişle “komünizm ve parti” sorunu. Savımız, bu sürecin, bir başka deyişle bizim gibi Marksist bit örgütün devrimin orta yerinde çabalarının, sonucunun sözcüğün gerçek anlamında işçi sınıfı partisi olarak, Komünist Parti olarak devrimle ilgilenen partiyi örgütlemek olmalıdır, biçimindeydi. Parti öncesi dönem artık geride bırakılmalıydı. Anımsarsanız bu dönemde şu gibi sorular çerçevesinde tartışıyorduk: Parti nedir? Ön koşulları nelerdir? Programın partideki konumu nedir, birleşme kuramına yönelttiğimiz eleştiri nedir vb. İran Komünist Partisi’nin kurulmasıyla bu tartışmalar geride bırakıldı. Parti’nin kuruluşundan sonra ortaya çıkan sorun “komünizm ile sınıf” veya “Parti ile sınıf” ilişkisiydi. Parti’nin kurulmasıyla birlikte toplumda örgütleme konusu olan işçi sınıfı ile ilişkisi sorununun ortaya çıkması, tartışmamızın parti ile sınıf ekseninde yoğunlaşması doğaldır. Bu tartışmalar Komünist Militanlar Birliği’nin Kürdistan’da gerçekleşen ilk Kongresi’ndeki çalışma yöntemi tartışmalarıyla birlikte ciddi biçimde, yazılı olarak başladı, işçi komünizmi tartışmalarına dek sürdü.

İşçi komünizmi konusuyla birlikte tartışma sınıf ile örgütsel-pratik ilişkinin ötesine geçti. Bu, Soğuk Savaş’ın sonunun başlangıcı ve burjuvazinin “komünizmin sonu” olarak adlandırdığı döneme denk düşüyordu. Kendi hareketimizin temelleri ve sona erdirilmek üzere olan komünizmle farklarını ararken işçi sınıfıyla parti ilişkisi daha temel biçimde gündemimize oturdu: Kuramla sınıf ilişkisi, patileşmeyle sınıf ilişkisi, Sovyetler sorunuyla sınıf ilişkisi, önceki yenilgilerle komünizmin sınıftan kopuk oluşu ilişkisi. Bu kez parti ile sınıfın oluşturmaları gerektiği birlik olarak sınıf ile parti ilişkisi, partinin sınıfla birleşmesi, işçinin Parti’de konumu, sosyalizmin işçi karakteri, Marksizm’inişçi karakteri, sınıf savaşımı ve sınıfsal aidiyet açısından çağdaş komünizm ve sosyalizm tarihine, komünizm iddiasında olan eğlimlerin sınıfsal konumlarına bakış, bunların hepsi işçi komünizmi tartışmalarının ögeleriydiler. Sizlerden kaçınızın birinci işçi komünizmi seminerinde bulunduğunuzu bilmiyorum. Benim oradaki tartışmam işçi kavramının bir çalışma konusu olarak değil işçinin varoluşunun sömürü kuramının özünde toplumsal bir görüngü olarak Marksizm’in temellerinin bir parçasına dönüştüğü biçimindeydi. Marks daha sonra karşılaşacak savaşçılar olarak sınıfları tartışmaya sokmak üzere toplumu sınıflar olmaksızın açıklamış değil. Sınıf Marks’ın sömürü kuramının özünde, değişim kuramının vb.de bulunuyor. Sınıf Marks’ın bilgi kuramının özünde var. Bu, komünizmimizi açık biçimde Manifesto yöntemine uygun olarak proleter komünizm veya işçi komünizmi olarak tanımladığımız dönemdir. Bir başka deyişle bizim, kuramda, toplumsal ufukta, programda, komünizm tarihine bakışta, komünist bir partinin pratik görevlerini yorumlamada burjuva sosyalizminin mirasından ve tarihinden kuramsal ayrılışımız süreci işçi komünizmi tartışmalarıyla tamamlandı. Bu noktada işçi komünizmi bakış açısı temelinde etkin siyasal bir parti kurma aşamısının daha başında yer alıyoruz. Komünist-İşçi Partisi’ni örgütleyerek giriştiğimiz çaba budur.

Her dönemde bu özel tartışmalar üzerinde yoğunlaşmak güçlenmemize yol açtı. Her dönemde bu temel sorular ve gerektirdiği karşılıklar bizi bir üst düzeye çıkarıyor siyasal pratiğimizi daha güçlü kılıyordu. Çünkü bu sorular doğru, nesnel soulardı, bizim de bunlara yönelttiğimiz ilgi yeterli olmasa bile yönü açısından doğruydu. Bugün, saydığım bütün o tartışmalar ve kendimizi aydınlatmaların sonucu olan İran Komünist-İşçi Partisi büyüme sürecinin devamında yeni sorular ilgi alanımıza giriyor, bu sorular aynı biçimde, önceden olduğu gibi aynı enerji, aynı ciddiyetle bizim tarafımızdan yanıtlanmalı, bu yanıtlar siyasal pratiğimizin temelini oluşturmalıdır. “Parti ve Toplum” ve “Parti ve Siyaysal Erk” tartışmaları, kanımca, Komünist-İşçi Partisi’nin dört dörtlük siyasal bir partiye dönüşme yolu üzerindeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışan tartışmalardır.

Parti, Partileşme, Siyasal Erk

Bu, İkinci Kongre’nin gündeminde olan ana başlıklardan biriydi. Bir örgütü siyasal bir partiye dönüştüren, onu baskı gruplarından, düşünce toplulukarından, inanç birliklerinden, yazınsal kuruluşlardan, dergi çevrelerinden ve topluluk ağlarından ayrı kılan şey öncelikle bu örgütün gerek düşüncesinde bir kavram olarak gerek yaşamında ve pratiğinde bir gerçek olarak siyasal erkle olan ilişkisidir. Siyasal erkle yalnızca devlet erkini kastetmiyorum. Yalnızca devlet erkini ele geçirmeyi kastetmiyorum. Bu her gün gerçekleşebilecek bir olay değildir. Kastettiğim bir örgütün toplumun güç dengelerini etkileme, güç toplayabilme yetisidir. Bu bir örgütün toplumun siyasal yazgısının belirlenmesinde önemli bir ağırlığa dönüşmesi demektir. Bir toplumda işçi sınıfı partisinin yokluğundan yakındığımızda komünist grupların, dergilerin, radyoların, sosyalist işçi ağların sol, komünist örgütlerle ilişkilerinin zorunlu olarak var olmadığını söylemiyoruz. Kastettiğimiz işçi sınıfının bütünsel siyaset alanında, güç savaşımında kendisini temsil edecek, örgütleyecek, gücünü harekete geçirip yönetecek bir partiden yoksun oluşudur. Kanımca bir örgütün siyasal erkle olan ilişkisi o örgütün bir parti olup olmadığını gösteren ayırtedici özelliktir. Parti nicel yönden belirli ölçüde büyümüş olan siyasal, düşünsel bir örgüt değildir. Parti güç savaşımına katılmış, toplumsal ölçekte siyaset alanına çıkmış bir örgüttür. Siyaset alnının, toplumda gücü, güç sahiplerini belirleme gerçek savaşımının dışında yaşayan örgüt veya kurum, ister kendi bilinçli seçimiyle olsun ister kendi dışındaki nitel ve nicel özgüllüklerden dolayı bu savaşımın dışında yer alan örgüt bir siyasal parti değildir. 79 Devrimi’nin ertesinde Fedai’nin çevresinde büyük bir güç toplandı. Bir siyasal parti için bu güç belirli bir dönemde erkin yazgısının belirlenmesinde etkinlikleşme aracıdır. Ya bundan zafere ulaşır yeni bir güç dengesinin sağlanmasına neden olur veya yenilgiye uğrar bu gücü bir dönem için yitirir. Ancak Fedai, devrimden sonra geniş çaplı nüfuzuna karşın bir siyasal partinin görünümünden ve özelliklerinden yoksundu. Son çözümlemede Fedai ülkedeki ulusal hareket ve ana ulusalcı partiler üzerinde bir baskı grubuydu. Ne bir siyasal partinin ufkuna ne de yapılarına, davranışına ve ereklerine iye değildi. Fedai’nin çeşitli dalları ve İşçi Yolu’nda ve benzer örgütler içindeki kuzenleri bugün de aynı şeydirler: Toplumdaki ana siyasal partiler üzerinde baskı grupları.

Komünist örgütlerin toplumdaki güç savaşımından soyutlanmışlığı günümüzde genel bir varsayımdır öyle ki bunun tersi durumlar gözlemcilerin şaşkınlığına neden olur. Bir çokları için, her kesten de önce bu örgütlerde faaliyet edenler ve bu örgütlerin önderleri için, komünizm erki ele geçirme iddiasında olan bir hareket değil sınıfsal gerçekler ve insani ülküler tapınağının ateşini gelecek kuşaklara ulaşmak üzere canlı tutan bir kahinler topluluğudur. Tarih tapınağının kızıl giysili, alçak gönüllü, iddiasız hizmetçileri. Gericiliğin sürekli kurbanları. Süresiz siyasal tutsaklar. Görünürde hep başka yollar, başka önderler seçmiş olan yığınlara gerçeğin uyarısının duyurucuları.

Marksizm’in, işçi komünizmin partileşmekten anladığı şey bu değildir. Bizim görevimiz bir siyasal komünist işçi partisi kurmaktır. Bu yirmi yıl boyunca biz Marksist dergiler yayınladık, komünist ülküler ve programın bayrağını göndere çektik, irili ufaklı komünist örgütler kurduk, komünist ajitasyon propaganda yaptık, gizli, açık, silahlı mücadelede bulunduk. Ancak bizim görevimiz toplumun güç savaşımının merkezinde işçinin, eşitlikçiliğin, özgürlükçülüğün bayrağını yükseltecek, nesnel anlamda bu savaşımın bir tarafı olacak, bu siyasal savaşımda kazanma şansı olan bir siyasal parti kurmaktır. Komünizm değiştirmekle ilişkilidir. Burjuva toplumunun değişimi işçi sınıfının güç savaşımında zafere ulaşmasını gerektirir. İşçi komünizmi toplumda bir siyasal partiye dönüşmelidir. Komünist Manifesto’nun bu açık düşüncesi, Marks’ın bütün eleştirel düşüncesi gibi, çarpıtmalar yıkıntısının altından kurtarılmalı. Komünist devrimi, sosyalist toplumu uzak bir geleceğe, başka bir dünyaya havale eden aynı başkalaşmış yorumlar işçi komünizminin partileşmesini, bir başka deyişle işçi komünizminin erk iddası taşıyan bir siyasal parti olarak ortaya çıkışını başka biçimlerde sonuçsuz, olanaksız, istenmeyen bir durum olarak ilan etmiştirler.

Ancak bizim komünist faaliyetimizi anlamlandıran şey toplum ölçeğinde, siyasal erkin yazgısının belirlenme savaşımında boy gösteren bir komünist-işçi partisi örgütlemektir. İşçinin, özgürlükçü eşitlikçi her insanın katılabildiği, bu yolla pratikte ve gerçekte toplumu, çevresini, kendi çağdaşı insanların yazgısını etkileyebileceğinden emin olabileceği bir parti.

Bu yirmi yıl boyunca etkinliğimizin çeşitli aşamalarının ortak özünü açıklayan şey toplumun kıyısında değil toplumun siyasetinin merkezinde, güç savaşının ortasında işçi sınıfını alana çıkaracak ve temsil edecek işçi komünizmini biçimlendirmektir.

Gücün Toplumsal Mekanizmaları

Siyasal erkle ilgilenmek öncelikle toplumsal bir kavramdır. Siyasal erk savaşımı komünistlerin icadı değildir. Siyasal erkin el değiştirmesi için toplumun belirli mekanizmaları bulunur. Ajitasyon, propaganda, harekete geçirme Marksizm’in icadı değildir, şiddet, ayaklanma, başkaldırı, başkaldırıyı bastırma, savaş, bunların hiç biri sosyalizmin, sosyalist hareketin icadı değildir. Devlet, devrilme ve devrimi komünistler icat etmedi. Bunlar toplumsal görüngüler ve mekanizmalardırlar. Bir komüniste erki nasıl, ne zaman, hangi konumda ele geçirebileceğini toplumun bu nesnel özellikleri söyler bizim önceden çizdiğimiz yol veya tercih ettiğimiz yöntem değil. Biz tarih kalelerini fethetmek üzere yeni siyasal mancınıkların mücitleri değilizdir. Sorunumuz erki ele geçirmekse ilk karşılaşacağımız soru şudur: Çağdaş toplumda erki ele geçirme mekanizmaları, siyasal alanda güçlenip zafere ulaşma mekanizmaları nelerdir? Bu maddi bir tartışmadır. Bu dünyada çok sayıda insanı nasıl muhatap olarak alabiliriz, çok sayıda insanı nasıl birleştirp örgütleyebiliriz, geniş ölçekte insanların düşüncesini etkileyebilen bir hareketi nasıl oluşturabiliriz sorularını sormalıyız. Egemen düşüncelerle nasıl savaşılabilir? Bu egemen düşünceler çağdaş dünyada nasıl yaratılıyor, insanlar bunlara nasıl inandırılıyor? Mekanizmaları nelerdir, bunlarla nasıl mücadele edilebilir? Bu üretimsel, siyasal, askeri, bilişimsel, kültürel, eğitsel özelliklere sahip bir dünyada işçi sınıfının milyonlarca üyesinin, özgürlük ve eşitlik isteyen geniş halk kitlesinin yaşamlarını etkileyebilecek, onları alanlara çekip doğru yöne yönlendirebilecek bir güce nasıl dönüşülebilir? İşçi komünizminin siyasal partisi bu dünyada bir şeyler gerçekleştirmek istiyorsa güçlü olmak zorundadır. Güçlenmelidir, burjuvaziyi kendi dünyasında bozguna uğratacak ölçüde güçlenmelidir. Bir şeyi değiştirmek için, onu yok etmek için bile nasıl çalıştığını bilmek, hareket yasalarını öğrenmek gerektiği Marks’ın eski sözüdür. Bugünkü dünyada güçlü siyasal bir kuvvete nasıl dönüşüldüğüne karar veren biz değiliz. Toplumun kendisi özellikleri temelinde kendi alt üst oluş mekanizmalarını da tanımlar. Bu mekanizmaları tanımak gerek. Bizim, işçi komünizmi hareketi ve partisinin büyümesine, nüfuz sahibi olmasına, güç toplayabilmesine, devrimi örgütlemesine, erki ellerinden çıkarmamıza ve kendi programımızı yaşama geçirmemize yol açan mekanizmaları tanımamız gerek.

Toplumun kendi mekanizmalarından söz ettiğimde toplumun yasal (legal) mekanizmalarını kastetmiyorum. Ayaklanma ve devrim, başkaldırı, savaş çağdaş toplumun değişim mekanizmalarıdır. Ancak muhalifini akşam yemeği ziyafetinde zehirlemek bu topluma uygun bir yöntem değildir oysa Abbasi halife Mamun bu yöntemi defalarca kullanabilirdi. Serbedaran hanedanında (İran Komünistleri Birliği – Serbedaran’ı kastetmiyorum) sultanlardan biri halk gününde Padışahı satırla öldürdükten sonra tahta konan bir kişiydi. Ancak bugün bu seçenek önümüzde bulunmuyor!

Toplumda siyasal nüfuz, güç savaşında taraf olmak, toplumda güç dengelerini değiştirecek aygıtları ele geçirmek sorunlarının ciddi biçimde önümüze çıktığı Parti’nin yeni bir yaşam dönemine girmekteyiz. Bunlar çağdaş toplumun özelliklerinden dolayı ele geçirilmesinin toplumu değiştirmek için çabalayan güç için kaçınılmaz olan aygıtlar ve alanlardır. Şu anda bu aygıtların bazılarını ele geçirmiş bulunuyoruz, ancak kimi zaman kendi gücümüze şaşırıyor hatta bundan kaygılanıyor gibi görünüyoruz, başarılarımızdan korkuyor eve kaçıp annemizin arkasına saklanıyor gibi oluyoruz. Bazıları bu hareketliliğe ve siyasal varlığını duyurmaya karşı yabancılık duyuyorlar. Mahallelerde, topluluklarda ajitasyon propaganda yapan komünist, örgütsel buluşmalar, gizli küçük oturumlarda bulunan komünizm onlara tanıdık gelmekte, ancak bayrağını kent ortasına diken, sokağında bu partinin bulunmadığı işçinin bile kalkıp katılmak isteyeceği biçimde her kes tarafından görülen ve tanınan komünizme alışık değiller. Fakat bu pencerenin dışında güç savaşı her gün sürmektedir. Bu savaşta sürekli yeni açılımlar yeni yöntemler gelişmektedir. Siyasal erk sorununa müdahele etmemiz çağdaş toplumda toplumsal güç mekanizmalarıyla ilgilenmemizi gerektirmektedir. Bu aygıtları tanımak, daha önemlisi bunları kullanmak doğal olarak kolay değildir. Ancak günümüz Komünist-İşçi Partisi’nin işine yaramayan yöntemleri kullanmaktan vazgeçmek pek güç değildir.

“Klasik Komünist Gelenek” mi Baskı ve Soyutlanma Mirası mı?

Komünist bir parti bu toplumsal yollara, yöntemlere el atacak bir partiye dönüşmediği sürece erki ele geçiremez. Öte yandan bu aygıtları ele geçirme konusunda öteki bütün hareketlerden daha hazırlıksızdır, daha az olanağa sahiptir. Komünizmin başına gelen şu: Burjuvazi, komünistlere dayattığı yenilgiler, baskılar ve gündelik baskı mekanizmaları yoluyla, yüz elli yıl önce, toplumsal güç mekanizmalarını kullanark siyasal erki ele geçirmeye çalışan toplumun siyasal erk iddasında partilerinden biri olan komünizmi siyasal yaşamını toplumun bir kıyısında tanımlayan, kimliğini kendi köşesinde bulan, bu kıyıdan ayrılmaya hiç niyeti olmayan tarikatımsı bir topluluğa dönüştürmüştür. Büyük bir buz çağında kendilerini soğuğa uyarlayan böylece yaşamlarını sürdüren ancak buzlanma bitikten hava ısındıktan sonra artık sıcağa ve güneşe dönmeyen virüsler ve organizmaların durumu gibi buza alışır artık hep o kuşullarda yaşarlar. Organizmayı zamanında yaşamını sürdürebilmek için kendini bu uygunsuz koşullara uyarlamaya zorlayan dış zorunluklar iki üç dönem sonra bu organizmanın kendinde yaşamına dönüşür, onun bir parçası, kimliği, kendi geleneği haline gelir, artık bunun dışında bir varoluş tasarlayamaz. Biz komünistler baskı altında yaşadık. Bize aleni biçimde dışarı çıkıp taburenin üstene çıkamaz insanlara konuşamazsınız dendi, bir köşede, bir sokakta, gizlice kimselerin sesinizi duyamayacağı bir yerde yoldaşınızla istediğinizi fısıldaşabilirsiniz dendi. İkiniz de o köşede yaşamak zorundasınız, birbirinizle konuşabilirsiniz, istediğinizi söyleyebilirsiniz, istediğiniz dilde söyleyiniz, dilediğiniz kadar uzatın bu söyleyeceğinizi, bu sizin tarikatınız, kendi tarikatınızın diliyle dilediğinizi söyleyin birbirinize [dendi]. Ancak burada, insanların önünde, toplumun önünde ağzınızı açmanıza izin yok. Bu kıyıda biz ve bizim gibiler komünist partiyi mücadele aygıtından içine yerleşip yaşamaya yarayan bir deliğe, varolmak, yaşamak, geleneğinde yaşamak gerektiği bir kaba dönüştürmeyi öğreniriz; bu geleneğin kendine ait simgeleri, ilahları, melekleri bulunur, kendine ait heykelleri, görenekleri var, kendisine ait tarihi, geleneği, hadisleri, dili ve deyişleri var. İş, bu hareketin kendi üyelerinin de komünizi bir mücadele aracı değil de burjuvazinin geniş çaplı saldırıları ve propagandası sonucunda toplumun köşesinde yaşamaya zorlananların kendilerini onurlu hissetmek, yaşamlarını anlamlandırmak, kendilerini dünyayı değiştirdiklerine inandırmak için kendi uydurdukları bir tarikat gibi gördükleri noktaya varmış bulunuyor gibi. Bu komünizm o gelenekten her çıkışında artık topluma yabancıdır, sakardır, etkisizdir, kandırılıp geri gönderilir. Dışarı çıkıp devrim yapmak istiyorum dediği anda düne kadar Marksizm ile ilgisi olmayan sağcı bir Londra üniversitesi hocası veya Tahran Politeknik’i yüksek lisans öğrencisi, Fransa’ya okumaya gönderilen falan hacının mümin çocuğu karşısına dikilip efendim sizin bu sözünüz Marksizm’e uymuyor, devrimin nesnel ve öznel koşulları daha hazır değil diyor. Bizim komünistimiz de apışıp kalıyor: Gerçekten mi? Uymuyor mu? Yeniden kendi kabuğuna çekiliyor, kendi tarikatında işçi devriminin nesnel ve öznel koşulları, 3000 yılında sosyalizmin tarihsel sırası üzerine tartışmaya gidiyor. Komünist siyasal güç alanına ayak basar basmaz 50 toplumsal zabıta karşısına çıkıp “efendim, siz kuramsalsınız, sizin geleneğiniz var, siz tarihin yasallığına inanıyorsunuz, Marks’ınız var, sınıfınız nerde?” der durur. Başka bir cinsten olduğumuzu, kendimizi güç tartışmasıyla kirletmememiz gerektiğini anımsatırlar bize. Güçten söz eder etmez “ey vah, diktatörler, totaliterler geldi” diye bağırmaya başlarlar. Oysa hapishaneler kendilerine ait, mahkemeler kendilerine ait, insanları onlar tutuyor onlar vuruyorlar, insan yakma fırınlarını kendileri kurdu, savaşlar kendi eserleri, köşemizde kalıp başımızı kaldırmamak, topluma, toplumu dönüştürme mekanizmalarına müdahale etmemek toplumu dönüştürmekle ilgilenmememiz için her gün çirkef, kir, tehdit ve kurşundan dağları üzerimize doğru fırlatıyorlar. Gidip “sol bir dünyada” kendi yaşamımızla ilgilenmemizi istiyorlar. Ne yazık ki, yoldaşlar, en azından Bolşevizm’den bu yana radikal solun ve komünist örgütlerin büyük çoğunluğu bu deliklerde, toplumun kıyısında yaşamıştırlar.

Kendi hareketimizin gerçekleri, özsel özellikleri olduğunu düşündüğümüz yöntemler ve normların büyük çoğunluğu yıllar boyu bize yöneltilen baskıların sindirilmiş, “içselleştirilmiş” sonuçlarıdır, kesinlikle bizim kendimize ait değildir. Dilimiz büyük laflar etmeye yarayan karmaşık bir dil değildir, gerçi en karmaşık kuramsal tartışmaları izleyebilecek kadar bilgili, keskin zekalı olmalıyız ama bizim dilimiz çağdaş insanın üzerinden sorunları hakkında konuştuğu dildir. Bizim meşgalemiz kendi tarikatımızın meşgalesi değil. Her ne kadar safımızı güçlendirmek için kendi safımızla ilgilenmemiz gerekse bile bizim meşgalemiz çağdaş insanın sorunlarıdır. Meşgalemiz geçmişlerin söylediklerini yeniden, bir daha yeniden paketlemek değil çağdaş toplumun sorularına karşılık vermektir. Ben bulunabilecek en keskin Marksizm’in yandaşıyım. Kanımca en keskin Marksizm dış dünyayı etkileyebilen Marksizm’dir. Marks’ın sözünün temeli toplumun temel olduğunu söylemekti. Ruhumuzu, düşüncemizi, duygularımızı, bilincimizi, estetiğimizi biçimlendiren şey toplumdur, şimdiyse düşünüşlerinde toplumun en belirleyici konuma sahip olması gerekenler toplumun kendi hareket yasalarına, mekanizmalarına en yabancı kesim oluvermiştir. Komünist ajitatörler ve işçi toplulukları tartışmalarını sürdürürken gelin toplumun işçilerin birleşmesi için yarattığı asgari mekanizmalar nedir görelim, gidip ona yaklaşalım, onun üzerinde çalışalım derken aynı şeyi söylüyorduk. Sözünüzü gelin orada söyleyin. Orada sizi dinleyecek kulaklar bulursunuz diyorduk. İşçi toplulukları tartışması toplum mekanizmalarının bir parçasını yeniden tanımakla ilgiliydi. İşçi sınıfının toplumsal bir varlık olduğu, toplumda biçimlendiği gerçeğini yeniden anımsatmaktı. Sol örgütlerin yokluğunda işçilerin biri gelip onlara yoksulluk kötüdür, birleşmek iyidir diyene dek şaşkın, hareketsiz durup gökyüzünü seyreden tekil kişiler olmadığını anımsatmaktı. Her an işçilerin arasında direniş merkezlerinin bulunduğunu söylüyorduk. Topluma müdahalede bulunmanın koşulu toplumsal hareket yasaları ve mekanizmalarını tanımaktır dedik. Bu Marksizm’in temelidir. Toplumdan soyutlanmak, güç dengelerini değiştirmek, siyasal varoluşunu duyurmak üzere toplumsal mekanizmalara müdahalede bulunamamak, güç savaşında yer almamak, toplumun süregiden güçlüklerine ilgisizlik, lonca benzeri, tarikatimsi, kıyıda bir konuma yapışıp kalmak klasik komünist çalışma gelenekleri değil baskı, bastırma ve yenilginin mirasıdır. Komünist faaliyetin “klasik” siyasal yaşayışından ve yönteminden sunulan görüntüyü olumlamamk gerek. Birincisi, bu klasiğin kendisi yirmi yıl önce başka bir şeydi. İkincisi, bu “klasiğin” dönüşümünde bizim kendi payımız büyüktür. Sonuç olarak ben bu yöntemin [bizim yöntemimizin] klasik komünist çalışma yöntemi olmadığı biçimindeki tartışmaları pek değerli bulmuyorum. Komünist çalışmanın ne olduğunu biz tanımlarız. Aklımız, toplumun siyasal gereksinimleri, toplumsal ülkülerimiz temelinde belli bir yöne gitmemiz gerektiğini ayırt edersek gitmeliyiz, daha önce bu yola kimsenin ayak basmadığından, yolun düz olmadığından korkmamalıyız.

Siyasal Faaliyet Özünde Açıktır (Alenidir)

Bu öncüllerin yol açtığı bir kaç sonucun üzerinde durmak istiyorum. Birincisi, siyasal erk mücadelesi açık bir mücadeledir. İnsanlar olağan durumlarda açıktalar, erk için savaşan insanlar ve sınıflardırlar. Erki ele geçirip kaçırmamaya çalışrlar. Toplumda insanlar arasında mücadele olarak toplumdaki siyasal mücadele açık mekanaizmalara iyedir. Konuşmayı, dile getirmeyi, yazmayı, bağırmayı, seslenmeyi, ilgi çekmeyi, güç toplamayı, oradan buraya taşımayı, direnmeyi, barikat kurmayı vb.ni birliğinde getirir. Gizli siyasal mücadele hareketimize dayatılmış bir şeydir, halen de dayatılıyor. Biz de bu dayatılan gerçeğe alışmış durumdayız. Baskı altında olmadığımız koşulların çalışma yöntemlerini bilmiyoruz. Sanki gidip hep baskı altında, gizli mücadele etmemiz gerekirmiş gibi. Komünist bir partinin gizli faaliyet etmeyi başarabilmesi, komünist faaliyetin bir kısmının her zaman gizli olduğu doğrudur. Ancak ereğimizin, bizi toplumsal bir ölçekte konuşmak, güç toplamak ve savaşmak mekanizmalarını ele geçirmekten alıkoyan bu baskı seddini kırmak olduğunu bilmeliyiz. Bu seddi yıkıp açık koşullarda, baskı olmaksızın faaliyet etmeye çalışıyoruz, burjuvaziyse buna izin vermiyor. 79 Devrimi’nin görevinin işçi devriminin demokratik ön koşullarını hazırlamak olduğunu söylüyorduk. Ancak bu koşullar elde edilseydi bundan doğru biçimde yararlanabilir miydik? Özünde topluma, güce yönelmeyen, bir baskı grubu olan radikal bir sol, demokratik koşullarda bile toplumun yazgısını belirlemekte etkili olabilir mi? Kanımca hayır.

İlk ulaştığım sonuç siyasal faaliyetin açık, geniş boyutlarda, insanların gözü önünde yapılması gerektiğidir, biz de bu alana adım atmalıyız. Geleneksel olarak solun kullandığı yöntem, gayiptan gelen yöntem, bir beyni bir yerlerde saklamışlarcasına yargıların, sloganların, taleplerin apaçık hükümler olarak duvar arkasından insanlara fırlatıldığı, usun, bilgeliğin kaynağını bir yerlerde saklamış insanlara nerede olduğunu söylemiyor, “biz tarihin o yöne değil bu yöne gittiğini biliyoruz” diye ilan eden yöntem kesinlikle işlerliği olan komünist bir yöntem değildir. Çağrınız açık olmalı ve insanları arkanızdan sürükleyebilmelisiniz. Siyasal kimlik ve çehreniz olmaksızın, adınız sanınız olmaksızın bu işi yapamazsınız. İki milyon kişiyi alanlara çıkarmak için insanlar arasında nüfuz sahibi olan, tanınan ve sevilen on bin gerçek, çehresi ve kimliği belirli insan gerektiğini bilen kişi topluma elli komünist çehre tanıtmış olan bir partinin bunun hala az olduğunu düşündüğünde Leninist parti kuramını inkar etmiş olmadığını, henüz “çehreler partisi” olamadığını söylediğinde basitçe çehrelerimizin sayısı azdır dediğini de anlar. Çehrelere sahip olmak, gerçek kişilikleri olan, bilinen önderler, eylemciler sahibi olmak güçlenmek isteyen siyasal partilerin olağan, gerçek yöntemidir.

Birey siyasal mücadelede önemlidir. Birey, sendikalara, siyasal partilere ve hareketlere çehrelerini kazandıran, geniş halk toplulukları için bunları maddileştiren, elde edilebilir kılan görüngüdür. Her hangi bir kurumu ele alırken sadece bu kurumun programına, varlık nedenine ve işlevine değil bu kurumu oluşturan kişilere de bakarsınız, bu o kurumların toplumla ilişkilerinin maddileşmesinde belirleyicidir. Birey, hangi ölçüde toplumsal bir kurumun veya örgütün üyesi olursa olsun bireysel bir role sahiptir, siyasal mücadelede kendine özgü bir payı vardır. Bireyin yanından geçen, üstünü çizen örgüt veya hareket kendini etkisiz kılmış olur. Örgüt bireyler arasında derin bir birliğin göstergesidir. Son çözümlemede örgütün bütün hüneri bireylerinin birliğidir. Bir örgütün tarihi boyunca bireylerin gelip gittiği doğrudur, ancak örgütün önemi her dönemde belirli kişileri birleştirmesindedir. Bu örgüt bireyleri ve mücadelelerini birbirleriyle ilişkilendiren, güçlendiren, uyumlulaştıran, örgütün gücünü bireyin arkasına toplayan, bütün bireylerin gücünü örgütün gücüne dönüştüren bir ağdır. Ancak örgüt bireyin mücadelesinin yerini tutmaz.

Bu tartışmanın da bizim için yeni olmadığını belirtmek gerek. Komünist ajitatörler, işçi sınıfının pratik önderleri, işçi sınıfı hareketi içinde tanınan, güvenilir birey ve önder kavramlarını 15 yıl önce ayrıntılarıyla tartıştık. Marksist komünist, işçi komünizmi, bu itibarla hep “çehreler partisi” olmuştur. Komünistlerin bireysel kimliklerini çehresiz yönetsel, askeri bir kurumda çözmek, onları baş harflere indirgemek, komünistleri kimliksizleştirip propaganda, slogan ve yönergeleri gayıptan örgütlerin büroları ve kurmaylıklarının ürünlerine dönüştürmek bizim hareketimizin ürünü değildir. Hareketimizin belirleyici özelliği bu değildir. Tartışma konusu olan Parti’nin komitelerinin olmaması gerektiği, her koşulda faaliyet edebilecek güçlü yeraltı bir yapısının olmaması gerektiği veya bizim bugün bu noktada bulunmamızı sağlayanın yeraltı örgütümüz olmadığı, çalışmamızın güvencesinin güçlü disiplinimizin olmadığı konusunda değildir. Bunalrın hiç birini tartışıyor değiliz. Ancak acaba biz, fazlaca bu yöne gitmekte tereddüte düşmeyecek ölçüde meydanı başkalarının ellerinden yeterince çıkarmış bulunmuş muyuz?

Yüz kez daha fazla bu yönde gitmeliyiz. Varolan boyutumuzda bile, İran’da bu hareketin erki ele geçirmesini düşündüğünde hangi tip, hangi yelpazeden insanların, hangi düşünceler, inanışlar ve yöntemlerle iş başına geleceklerini kafasında canlandırabilmesi, bunların gelmesini isteyebilmesi, dilemesi için, onlarca daha fazla aleni çehremiz olmalıdır. Biz henüz bu yolda doğru biçimde ilk adımı bile atmış değiliz. Bu hareketler sosyalist değil mi? Sözcüğün eski, tarikat anlamında, toplumun kıyısındaki kanllarda yaşamak isteyenlerin bulanık bilinçleri ve değerlendirmelerine göre bunlar sosyalist değildir. Ancak bir Marksist için bu sosyalizmin ta kendisidir. Burjuvazinin elinden erki almak isteyen için sosyalizmdir. Bu zorunluk tam da Marksizm’imizin, komünizmimizin sonucudur, bunun ereklerimizi gerçekleştirme mücadelemizde ilelememizin koşulu olduğunu düşünüyoruz. Özel mülkiyeti, ücretli emek düzenini devirmek, ilan ettiğimiz tarihsel ülkülerimizi, ereklerimizi gerçekleştirmek istiyorsak gerçek insanlardan oluşan kalabalık bir toplulukla, kendi siyasal çehremiz ve görünüşümüzle toplumun karşısına çıkıp çağrımızı tüm topluma ve bütün işçi sınıfına duyurmalıyız. Zulada olmak, kıyıda yaşamak komünizmin özgüllükleri değildir. Bunlar burjuvazinin komünistler için istedikleridir. Baskı aygıtlarını, büyük yalan yayma aygıtlarını tam da bunları komünistlere ve işçi sınıfının komünist safına dayatmak için dikeltmişlerdir. Gerçek insanlar olarak boy göstermek Marksistler için sosyalizmin ta kendisidir. Sosyalizmin görevidir, sosyalizmin başlangıç noktasıdır, bundan başkası sosyalizm değildir.

Parti ve Sınıf: Yerel İlişki, Toplumsal İlişki

Parti’nin işçilerle çalışması ne olacak? Doğal olarak Parti’nin işçi eylemcileri, toplulukları ve şebekeleriyle doğrudan, bizzat çalışması komünist bir partinin sürekli çalışmasının bir parçasıdır, her zaman bununla meşgul olmamız gerek. Bu, hem hakkında çokça konuştuğumuz hem de Parti’nin günlük çalışmasının ön varsayımı olan, onun için örgüt oluşturduğumuz işçiler arasında çalışma biçimidir. Proleter çalışmanın bir başka biçimi de işçilerin komünizmi seçme olanağını yaratmaktır, işçilere gördüğünüz bu savaşta, mücadelede komünizmi seçebilirsiniz diyebilmektir. İşçi komünizmi fiilen mevcut olan bir güçtür. Artık kavga Tudeh Partisi, İslamcılar, monarişistler arasında değildir, işte Komünist-İşçi Partisi, onu seçebilirsiniz [diyebilmektir]. Seçiminiz mevcut egemen sınıf partileriyle sınırlı değildir. Bu kendi partinizdir, yarın gidip Tahran’ın orta yerinde, Parti Genel Merkezi’nde Parti’ye katılabilir, mahallenizde, bölgenizde, fabrikanızdaki Partili öteki işçilerle ilişkilenip birleşebilirsiniz; hemen bugünden sorumluluk üstlenebilirsiniz. Yoldaşlar! Biz işçilere komünizmi seçebilme hakkını vermek istiyoruz. Delikte kalırsak işçi ne diye bizi seçsin? Troçkistler on yıllardır piket başına dolma götürüyorlar, işçilerle omuz omuza polisten dayak yiyorlar, ancak yine işçi güç sorunuyla karşılaştığında sosyal demokrasiyi düşündüğüne tanık oluyorlar. Çünkü Troçkist parti işçi tarafından güç sorununa müdahele etmeye yarayan bir aygıt olarak seçilecek biçimde kendisini toplumda bir güç olarak konumlandıramamıştır. Seçilebilmesi için bir parti siyasal arenanın ortasında yerini almış olmalıdır. Bu hareketten bir şeyler beklenebilir, bu hareket yolunu bilir diyebilmek için. Bu hareket güç dengelerini oynatabilir diyebilmek için. Partimiz, İranlı işçi tarafından seçilebilecek boyutta ortaya çıkmalı. Sözünü ettiğim seçimler değildir. Kastettiğim işçinin bir sınıf olarak bu partiyi seçmesi, mevcut seçenekler arasından ben bu Parti’yle gidiyorum demesidir. Faaliyetimizin sürekli, ayrılamaz bir alanı işçi ilişkilerimizi etkinleştirmemizdir. Faaliyetimizin bir başka alanıysa toplum çapında, güç savaşımında Parti’yi, gerçek bir aygıt olarak toplumun yazgısını belirlemek üzere kendi Parti’si olarak eline almak üzere işçi sınıfı için ulaşılabilir kılmamızdır. Bu ikincisini gerçekleştirmezsek komünist görevimizi yerine getirmekte kayıtsız davranmışız demektir. İşçi hangi suçu işledi de onun için sonsuza dek sosyalizmle on kişilik “Yoksun İşçilerin Haklarını Savunma İçin Birlik ve Mücadele” örgütleri biçiminde karşılaşmak varsıl sınıfların partilerini ise siyasal sahnenin ortasında kendisinin yazgısını belirlemekle meşgul görmek zorunda kaldı? Bu duruma bir son vermeli, bu da marjinallik, tarikatçılık gelenek göreneklerini, baskı grubu kültürünü bir yana bırakıp toplumun güç savaşının orta yerinde yerlerini alan komünistler gerektirir.

Komünizm, sosyalizm sözcükleri kendi başlarına, bir açıklama gerektirmeksizin işçi için oldukça güçlüdürler. İşçi toplumsal bir kavgada içgüdüsel, doğal bir biçimde sosyalistleri bulur. Bu işçi sınıfının geleneklerinin bir parçasıdır.Sosyalizm işçi sınıfının ürünüdür. Bu, komünizmi dünyaya sunmuş olan harekettir. Dünyanın her yerinde, Arjantin’den Kore’ye kadar, işçiler bir araya toplandıklarında, aralarında Marksist edebiyatın dolaştığını, okunduğunu önceden kestirebilirsiniz. Biz, sınıflar arasında süren toplumun yazgısının belirlenmesi savaşında varolan, görülen, yalnızca belirli topluluklardaki bildirelerin altında bir isim olmayan bir komünist-işçi partisi yaratmalıyız. Bu günümüzde karşılaştığımız savaşımdır. Komünist-İşçi Partisi, bir işçi partisi olarak, Marksizm’in ve işçi komünizminin burjuva komünizminden farklılıkları üzerine süren savaşlar ve tartışmalar temelinde oluşmuş bir parti olarak, bugün ilerlemesinin parti ve toplumun ilişkisini, erki ele geçirme toplumsal kavramını doğru biçimde kavramasına bağlı olduğu noktaya ulaşmıştır. Erki ele geçirmekle kastettiğim şey Kışlık Saray’a son gün saldırısı ve devlet oluşturmak değildir, kastettiğim şey yanından geçerek topluma bir şey dayatılamayacak biçimde sınıflar arasındaki güç savaşımında önemli bir taraf olacak ölçüde Parti’nin toplumda güçlenmesi ve nüfuz edebilmiş olmasıdır. Bu süreç şimdi başlamış durumda, bunun tomurcuklarını görüyoruz, bu sürecin geometrik biçimde büyüdüğüne tanık oluyoruz.

Yodaşlar! Burjuvaziyi kendi sahasında yenmek gerek. Biz kendi kongremizde kimseye karşı zafer kazanıyor değiliz. Siyasal erki kendi kampımızda elde edemeyiz. Bu yüzden onların sahasına çıkmalıyız, çıkmak üzereyiz de. Kendimizi bu görevi gerçekleştirmeye hazırlamalıyız. Nereden gelmiş olursak olalım, ister ajitatör, işçi önderi, gerilla, ister yazar veya şair, şu an toplumsal düzeyde görevler üstlenip gerçekleştirmek noktasına varmış bulunuyoruz. Bir ülkenin işçi sosyalizmi ve komünizminin çehreleri olarak ortaya çıkıp konuşmalıyız, bütün topluma konuşmalıyız.

Marksist Parti – Toplumsal Parti

Biz Marksist bir partiyiz, bu genişleme sürecinde, çekimi çok uzaklara kadar ulaşacak bütün görüngüler gibi, merkez çekirdeğimiz çok yoğun, çok ağır olmalı. İkinci Kongre’de tarihsel olarak sol partilerin toplumsallaşıp toplumsal boyutlarda ortaya çıkmak istediklerinde sağa döndüklerine değindim. Bunu, toplum onlardan daha sağda yer almakta, oy almak istiyorlarsa sağa dönmeleri gerek biçiminde gerekçelendiriyorlar. Doğal olarak tarihsel açıdan yenilgiye uğramıştırlar da. Radikal sol bir partiden birinin bir dönem parlementoya girmiş olması olanaklıdır, ancak o bir kişinin bile bir dönem sonra dosyasını kapatıp yollamıştırlar. Biz Bolşevikler’den sonra radikalizmi ve maksimalizmi üzerinde kitleselleşmek isteyen ender partilerdeniz. Maksimalizmi, komünizmi kitleselleştirmek isteyen bir örgütüz. Ülkülerini, komünist devrim ereğini kitleselleştirmek, toplumsallaştırmak isteyen bir örgüt. Din konusunda son sözünü toplumun son sözüne dönüştürmek isteyen bir parti. Biz, bu ödün verilmemiş komünizmin kitselleştirmek, toplumsallaştırmak gerektiğini düşünüyoruz.

Bu perspektif karşımıza iki soru çıkarıyor: Birincisi, böyle bir şey temel olarak olanaklı mı? Kanımca deneyim dönemimizde tam da bu yöntemin işlerli olduğunu göstermiştir. Çağdaş toplum radikal yanıtlar, radikal, teslimiyetsiz kişiler istiyor. Temel, ilkesel sözlerini söyleyip, kendileri gibi düşünenleri, yoldaşlarını birleştirmek, radikal ufuklarını bu yolla gerçekleştirmek isteyen kişiler [istiyor]. Toplumun yüzde beşinin bizim gibi konuşması erki ele geçirmemiz için yeterlidir. İran halkının yüzde beşi Komünist-İşçi Partisi’ni etkin biçimde desteklediklerinde, bu Parti’yi kendi partileri olarak bildiklerinde bütün bölgeyi ele geçirmemize yeter. İran’ın yasal yayınlarının bize yüz vermemeleri sorun değil. O ülkede İslami rejimin bıçağı kemiklerine dayanmış, yüzde altmışı ateist, dinsiz insan bulunmaktadır. Bunlar bizim potansiyel yandaşlarımızdırlar. İslamdan bıkanlar bizi bulurlar, kadın erkek eşitsizliğinden usananlar bizi bulurlar, rejimin ve opozisyonunun Şarkzedegisinden yorunlar bizi bulurlar, bizi bulmaları da bizim hakkımız. Bu kesimler bizi kendi temsilcileri olarak gördüklerinde bizim komünist kimliğimizi çarpıtmış olmazlar. Kimileri bize sizinleyiz çünkü siz gençlerin içindekileri söylüyorsunuz diyorlar. Biz sizinleyiz çünkü kadınların yüreğinin sözünü söylüyorsunuz veya daha modern bir kültürün sözcüsüsünüz, dine karşı ayaklanmışsınız… Bunun olumsuz bir yanı yok. Bizimle gelenler o gün toplumda üstlendiğimiz rolden dolayı geliyorlar. Bunu üstlenmezsek bizimle değil bu rolü üstlenen ötekilerle giderler. Bunları kendi çevremize toplamanın bir sakıncası yok. Başından bu yana işçi komünizminin toplumda bütün eşitliklerin, bütün özgürlüklerin bayrağını yükseltecek noktaya varması gerektiğini söylemiştik.

İkinci soru şu: Bu güçleri, bu talepleri kendi çevremize topladığımızda yalnızca onların partisine, bir başka deyişle yalnızca bu görevlerin partisine dönüşmeyeceğimizin güvencesi nedir? Olayın öteki yüzünün altını bu noktada çizmeliyiz. Bu Parti’nin kendini adamış komünist bir omurgası olmalı, bu omurga sürekli olarak büyümelidir. Burada üye kadro tartışmasına kısacık değineceğim. Kanımca Komünist-İşçi Partisi’ne üye olmak isteyen her kes üye olabilmeli. Ben bütün insanların onurlu oldukları varsayımından yola çıkıyorum, her kes kendisinin niçin üye olduğunu bilir. Her halde Parti’nin görüşlerini, siyasetlerini beğenmiştir. Ancak bu Parti’nin, Parti’yi yönlendirecek, yeniden üretecek, sorunlarıyla ilgilenecek, büyütecek bir kadrolar katmanı olmalıdır. Bütün görüntüye, bütün tartışmalara sahip kişiler. Ufkun derinliğini gören, kuramsal bağlılıkları, düşünsel, ülküsel aidiyetleri güçlü, bütünsel olan kişiler. Bu unutulmaması gereken görevlerimizin bir yönüdür. Konu beş yüz bin üye istediğimiz bunun için iki bin güçlü komünist kadroya gereksinimimiz olduğu, bunları partide yetiştirmemiz gerektiği biçimindedir. Öyleyse Parti kadrolarının görevlerinden biri üye seçmeleri, onlara materyal sağlamaları, onları yetiştirip geliştirmeleridir. Bence geniş ölçekli toplumsal parti ile Marksist parti kavramları çelişik kavramlar değiller. Çelişik olmadıklarını göstermek istiyoruz. Marksist, ateşli, kuramsal olunup sosyalizmin bütünselliği istenebilir aynı zamanda insanların eğilimleriyle en küçük benzerlikler üzerinden yayılabilen geniş bir parti olunabilir. Gençlerin, isteklerinden dolayı bizimle gelen bunlara ulaştıklarında bizden kopabilirler denebilir. Olsun, ama o güne kadar bizimledirler, bu bizim yararımızadır. Bu Parti’nin kuramsal, düşünsel dayanakları, içlerinden üstü başı kan içinde çıktığı tartışmalar bu Parti’nin nerede durduğunu açık açık gösteriyor. Biz komünistiz, bu komünizm, olduğumuzun kaç katı “siyasetin kirli dünyasında” kirlenme korkusu duymaksızın ilerleyebileceğimiz, güç toplayabileceğimiz ölçüde güçlüdür. Bu güç bugün yaşamsaldır.

Ulauslararası Komünizmin Canlandırılması

Kendi Parti’mizin siyaset dünyasının, toplumun merkezine gitmesi üzerine konuştum. Ancak belirleyici olan bir nokta daha var. Uluslararası ölçekte komünizmin bir geleceği olacaksa bu işi gerçekleştirecek partilerden dolayı olacaktır yoksa bizim Sekreterler Bürosu veya Halkla İlişkiler’imizin İngiliz, Alman, Avusturalyalı eylemcilerle temasa geçmesi, bizimle ilgili konumlarını öğrenmesi yoluyla değil. Gerçi o da iyi, gerekli bir görev. Ancak komünizmi dünyada canladıracak olacak şey orta ölçekli bir kaç ülkede iki üç İşçi-Komünist Partinin yeterlikleridir. Bu komünizmi canlandırır, Marksist kuramı canlandırır, Manifesto’yu canlandırır, Kapital’i canlandırır. Güçlenmemiz görevimizdir, uluslararsı komünist harekete borcumuzdur. Yeter ki dünyanın bir köşesinde iki yıl iş başında olalım, güç savaşında zaferimiz, bir ülkede gericiliği yenilgiye uğratıp siyaset alanının dışına sürmemiz bile, dünyanın gözünü işçi komünizmine, muzaffer partisine çevirtir, siz yeniden dünyaya günümüz dünyasında Marks, Lenin, Komünist Enternasyonal, işçi hakları konusunda hitap edebilirsiniz. Biz, toplumda bir güç unsuruna dönüşebilen biz gibi partiler, komünizmi canlandıracağız. Bu, Doğu Bloğu’nun yıkılmasından sonra biricik gerçek yanıttır. Doğu Bloğu’nun yıkılmasından sonraki yanıtlar kuramsal olamaz, kuramsal yanıtlarını eskiden vermiştik, vermiştiler. Doğu Bloğu’nun yıkılmasından sonra yanıtlar pratik yanıtlar olmalı. Sözcüğün en geniş anlamıyla pratik. Komünizmin canlandırılmasıyla ilgili gerçek yanıtımız, Doğu Bloğu’nun yıkılış serüveninden sonra, bu gezegenin ilgisini varlığımızın, yeniden yükselişimizin üzerine çekebilmek için bu bayrağı yeterli sayıda insanın yaşadığı bir köşede yeterli gürültü patırtıya neden olacak biçimde yeniden yükseltmektir. Bu işin üstesinden gelebiliriz. Doğrusu dünyada hangi başka partilerin bu işle bu yönde uğraştıklarını bilmiyorum. Ancak İran ölçeğinde bir ülkede bizim bu potansiyele sahip olduğumuzu görebiliyorum. Bu, böylesi olumlu bir işi, komünist hareketi genel alanda bir basamak yükseltecek biçimde, başaracak potansiyele sahip bir örgüttür.

Bugün önümüzde duran görev bu yirmi yıllık sermayeyi, deneyimi, yirmi yıllık bilinci, bunca yıl boyunca birikmiş, bilenmiş bu güçleri marjinal gelenek ve tarihin dışında bir iş için kullanmaktır. Toplumda etkili olan bir iştir bu, bizim başlamış olduğumuz, onunla övündüğümüz bir iş. Ancak aynı zamanda biz bu alanı pek iyi tanımıyoruz, uzmanlaşmış değiliz, çukurlarını, engellerini bilmiyoruz. Bunları çabucak öğrenmeliyiz, rakiplerimizden daha keskin zekalı daha hızlı olmalıyız. Daha yaratıcı olmalıyız. Bu yolda bir yığın işimiz var, bir sonraki oturumda bununla ilgili konuşmak istiyorum.

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *