11 Eylül’den Sonraki Dünya Birinci Bölüm: Teröristlerin Savaşı *
Mansur Hikmet
İki gerici kutup
11 Eylül’deki insanlığa karşı korkunç terörist cinayet ve Amerika’daki binlerce savunmasız insanın öldürülmesi dünyayı çağdaş tarihinin en karanlık ve en kanlı dönemlerinden birinin eşiğine sürükledi. Amerikan egemen kesiminin terörizme karşı dünya savaşı olarak adlandırdığı şey gerçekte dünyanın teröristlerin dünya savaşında yeni ve yıkıcı bir döneme girmesidir.
Bu insanlık karşıtı çekişmenin iki yanında kanlı damgalarını dünyamızın son iki kuşak insanlarının yaşamlarına basmış olan uluslararası terörizmin iki ana ordusu yer almaktadır. Bir tarafta uluslararası devlet terörizminin, korku ve baskının ve haraç almanın en büyük makinası durmaktadır. Bu makina insanlara karşı nükleer silah kullanan ve Hiroşima ile Nagazaki’deki yüz binlerce habersiz ve suçsuz insanı birkaç saniye içinde yakıp kül eden tek devlet olan, milyonlarca kişiyi Vietnam’da katleden ve yurtlarını kimyasal silahlarla bombalayıp yakan ve faydasız duruma getiren Amerikan egemen kesimi ve devleti, Irak’tan Yugoslavya’ya kadar insanların evlerini, okullarını ve hastenelerini başlarına yıkan ve milyonlarca çocuğun besinine ve ilacına el koyan NATO ve Batı devletleri ittifakı, işgal eden, ele geçiren, katliam yapan ve yoksun bırakan İsrail burjuvasizi ve devletinden oluşmaktadır. Bunlar mülteciler kamplarını röketlerle dövüyorlar, babalarının kucağına sığınmış ve okul sıralarındaki on yaşındaki çocukları hedef alıp öldürüyorlar. Hiroşima’dan Vietnam, Granada ve Irak’a kadar, Endonezya ve Şili’deki idam meydanlarından Filistin’deki insan mezbahalarına kadar bu emperyalist devlet ve devlet dışı terörizm kutbunun dosyası inkar edilemez karanlığıyla ayan beyan dünya insanlarının gözü önünde bulunmaktadır.
Karşı kutupta islami terör ve kirli, gerici siyasal İslam hareketi yer almaktadır. Bir zamanlar Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu toplumlarında Sol’a karşı yerel gericiliği örgütlemek üzere Amerika ve Batı’nın yarattığı ve beslediği bir kesim olan bu hareketler şimdilerde uluslararası terörizmin etkin bir kutbuna ve Ortadoğu’daki burjuva güç savaşının bir ayağına dönüşmüşlerdir. Siyasal İslam’ın insanlık karşıtı tarihi İran, Afaganistan ve Pakistan’dan Cezayir ve Filistin’e kadar soykırımlar ve ürkütücü cinayetlerin uzun bir listesinden oluşmaktadır. İran ve Afganistan’daki devlet eli ve paramiliter çetelerce gerçekleştirilen cinayetlerden İslami terör örgütlerinin İsrail, Cezayir, Avrupa ve Amerika’nın orta yerlerine kadarki gündelik terör eylemlerine dek, düşünsel ve siayasal muhaliflerin kanla bastırılmasından gerici ve insanlık karşıtı yasaları insanlara özellikle de kadınlara dayatmalarına dek, şeriata uygun kelle koparmalar ve el kesmelerden ötötbüslere, kafelere ve diskoteklere bomba yerleştirip katliam yapmalara dek bu gericilerin karneleri cinayetlerle dolup taşmaktadır.
Şimdiyse bu savaş yüzbinleri hatta milyonları yarın Afganistan’da öbür gün dünyanın herhangi bir köşesinde tutsak edip kurban etmeye hazırlanıyor. Bunun karşısında durmak gerek.
Savaş propagandası
Bu askeri saflaşmaya koşut olarak iki kutupdaki ideolojik ve propaganda saflaşmasına da tanık olmaktayız. Teröristlerin dünya savaşına karşı özgürlükçü insanlıktan oluşan bağımsız bir safın oluşturulmasının birinci koşulu bu propaganda duvarını çatlatıp yıkmak ve dünyayı yutacak olan yalan ve iki yüzlülüğün büyük dalgasının içinden gerçeği çekip çıkarmaktır. İki kutupdaki yandaşların bayrakları uzaktan görünüp seçilebilir. Günümüzün karmaşık dünyası artık bu yontulmamış düşüncelere fazla yüz vermemektedir. Amerikan ve Batı borazancılığı ve militarizmi, ırkçılık, “uygarlıklar savaşı” saçmalıkları ve buna benzer zırvalıklar Batı toplumunda yalnızca marijinal etkiler yaratabilir. Amerika ve Batı devletlerinin başındakiler ve medyaları bu kaba ve ilkel düşüncelerin ve konumların adım attıkları bu savaşın ideolojik ve propagandatif çerçevesini oluşturamayacağını bilmektedirler. Karşı kutupta da İslami cihad, ayrım gözetmeksizin tanrı ve din yolunda, Kudüs’ün ve İslam yurdunun kan emici dünya emperyalizmi ve siyonizminden kurtarılması için kan dökmek genelde yalnızca siyasal İslam’ın saflarında ve yandaşları içinde etkili olmakta ve Ortadoğu coğrafyasındaki geniş halk kitlelerini örgütleyememektedir. Yolda olan kanlı askeri çatışmalarına dayalı olacak ideolojik ve propaganda savaşı açıktan açığa aşırı, sektarist ve kaba yorumlara dayanamaz. Son çözümlemede Batı’da ve Ortadoğu’da geniş halk kitlelerini bu savaşın içine çekebilecek ve bu gerici çatışmanın taraflarının yanına yerleştirebilecek şey bu ilkel düşünceler değil şu ana dek bile hızla ortaya çıkışlarına tanık olduğumuz daha ince gerekçelendirmeler ve yorumlardır.
Batılıların formülasyonlarda, Bush’un kovboyumsu jestlerine karşın, “uygar insanlık” terörizm tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Amerika bu uygarlık safının önderi olarak çizilmektedir. Amaç teröristleri etkisiz bırakmak ve teröristleri adalete teslim etmektedir. Görünüşe göre sorun Irak’a saldırmaktan ve Belgrad’ı bombalamaktan daha açıktır. Kim “Amerika”nın askeri siyasetini eleştirebilir ki? Hem de “halkı”ndan altı bin kişi böyle barbarca öldürüldüğünde? Amerika devletinin bu terörizmi bastırması ve “yurtdaşları”nı hatta bütün dünya insanlarını yolda olabilecek sonraki cinayetlerinden koruyacak askeri harekatından daha doğal ne olabilir ki? “Uygar insanlık” kulübüne üye olmak için etnik, ırksal ve dinsel hiç bir koşul aranmamaktadır. Hangi renkte, görünüşte veya inançtan olursa olsun başvuranların Amerika’yı destekleme formunu doldurmaları yeterlidir. Savaş propagandası bu kez ırka, etnisiteye, dine, siyasete bile dayanmayacaktır. Petrol akışını korumak, Suudi Arabistan’daki demokrasiyi savunmak ve Kuveyt’i şeyhlerine geri vermek tartışılmamaktadır. Amerikan ordusu bu kez sözümona yaşam hakkını, yolculuk yapmak özgürlüğünü, insanların sokaklarının köşe başlarında patlamama hakkını savunmak için zırhlarına kuşanmaktadır. 11 Eylül cinayeti Amerika ve NATO’ya dünyanın en uzak köşelerine müdahale etmelerinin gerekçesinin bugüne kadarki en güçlü ideolojik ve propagandatif çerçevesini sağlamıştır. Şu anda Batı’daki geniş halk kitlelerini bu ülkelerin egemen kesimlerinin askeri siyasetlerinden ayırmak Herkülce bir bilinçlendirme çalışması gerektirmektedir. Bu düşünsel denge hızla değişebilir ancak şu anda “uygarlığın terörizmle savaşı” savı Batı’daki kamuoyunun düşüncelerinin denetiminin bütünüyle Batı siyasetçilerinin ve medyasının ellerine geçmesini sağlamıştır.
Karşı kutupta da siyasal İslam ve İslami terörizmi savunmaya yönelik karmaşık ve görece olarak etkili bir kuramsal çerçeve oluşmaktadır. Bu cinayetlerde binlerce kişinin yaşamının kana bulanmasını açıkça savunmaya çok az kişi cesaret edebilmekte. İran ve Afaganistan’ı yöneten canavarlar bile söylemlerini yumuşatmak zorunda kaldılar. Siyasal İslam ve İslami terörizmi açıkça savunmak bu kutübün bayrağı olmayacaktır. İslami taraf teröristlerin savaşında Üçüncü Dünya’da özellikle de Ortadoğu’da küçük burjuva “anti emperyalizmi”nin temel dayanaklarından biri olan eski ancak işlevsel bir yoruma ve gerekçelendirmeye dayanacaktır. Biz yedi yıl önce İsrail, Mısır ve Cezayir’deki islami katliamların dalgasının ardından Enternasyonal dergisinin baş köşesinde terörizme bu gerici arka çıkışı kesin biçimde açığa çıkarıp mahkum ettik. O kısa yazıyı burada yeniden sunmak uygun olabilir:
“Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı İslami cinayetler dalgası kaplamıştır, bu dalganın kurbanları sıradan insanların en sıradanlarıdırlar. Mısır ve Cezayir’de ister işçi olsun ister turist ve emekli yabancı ülke yurttaşlarına kurşun yağdırıyor ve boğazlarını kesiyorlar, ilkokul öğrencilerini bombalarla öldürüyor zoraki evlenmeye yanaşmayan genç kızları kana buluyorlar. Tel Aviv’de çocuk, genç, yaşlı demeksizin yoldan geçenleri veya otobüslerle seyahet edenleri öldürüyorlar. Ve kahramanca İsrail’den Cezayir’e kadar şaşkınlık içindeki insanlığa bu “silahlı mücadele”nin süreceği konusunda güvence veriyorlar.
Bir zamanlar geleneksel “anti emperyalist” Sol Üçüncü Dünyacı ve Batı karşıtı hareketlerin kör terörist eylemlerini desteklemese bile görmezden geliyordu. Yoksun uluslara ve baskı altındaki halklara yapılan zülüm onlaraın bakış açılarına göre bu terörizmi meşru bir tepki olarak gerekçelendiriyordu. Kurbanları her geçen gün daha fazla savunmasız, habersiz sivillerden seçen Filistinli örgütlerin, Müslüman hareketlerin veya İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun terörizmi önceki dönemlerdeki bu “meşru” terörizmin belirgin örneklerindendir. Görünürde bu terörizm önceki ve şimdiki dönemlerin baskılarına yanıt niteliğindeydi, görünürde bu terörizm baskıcı güçlerin ve devletlerin insanlık dışı siyasetlerine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. İşin ilginç tarafı İsrail devletinin de yıllarca tıpatıp aynı uslamlamalarla, Hitler faşizminin akıl almaz soy kırımı ve çeşitli ülkelerdeki Yahudi karşıtı hareketlerin cinayetlerine dayanarak yoksun Filistin halkının şiddetle bastırılmasını ve Filistinli gençlerinin her gün öldürülmelerini gerekçelendirmesidir.
Bu gibi uslamlamalar ve buna dayanarak ister Arap ve Filistinli örgütler ister İsrail devleti tarafından yürütülen kör terörizm her zaman komünizm ve işçi sınıfı açısından iflas etmiş bir siyaset olarak belirlenmiş ve mahkum edilmiştir. Bu yüzyılda Yahudi halkın başına gelen korkunç felaketlerle aşırı Sağcı İsrail devletinin Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği cinayetler ve yürüttüğü baskı politikaları arasında hiçbir gerçek ve meşru bağlantı bulunmamaktadır. Yoksun Filistin halkının maruz kaldığı zorluklarla ister İslamcı olsun ister olmasın bu halka yakıştırılan örgütlerin terörizmleri arasında en ufak gerçek ve geçerli bir bağlantı bulunmamaktadır. Bu, ister devlet içi ister devlet dışı olsun burjuva hareketlerinin halkın maruz kaldığı güçlükleri kötüye kullanmaları ve bunları kendilerine sermaye yapmalarından başka değildir. Bu terörizmin özellikle bölge ülkelerinde işçi sınıfı tarafından mahkum edilip sahneden dışarı çıkarılması işçi sınıfının bu felaketleri sona erdirmek üzere mücadelenin başında yer almasının yaşamsal koşullarından biridir.
İslami cinayetlerinin yeni dalgası özellikle Afrika’nın kuzeyinde görünürde bu gibi gerekçeleri bile gereksinmemektedir. Bir sarıkla bir silah insanlığa karşı bu kirli cihadı başlatmaya gerekli olan her şeydir. Bu İslami gangsterizmdir, bunun başında da İran’daki egemen rejim yer almaktadır. Bu hareketin yazgısı da İran’da belirlenecektir.” (Mansur Hikmet, Enternasyonal, 1. Dönem, No. 16, Kasım 1994)
Bu çekişmenin şiddetlenmesi özellikle de Amerikan ordusunun ve müttefiklerinin Afganistan’a olası askeri müdahelesiyle İslami hareketi “anti emperyalist savunma” ve Amerika ile İsrail’in cinayetleri ve baskıcı siyasetlerine dayanarak bu hareketin terörist eylemlerini gerekçelendirmek bir daha Ortadoğu halkları ve siyasal partileri ile geleneksel radikal ve aydın Sol çevrelerde kendisine bir yer açabilir. Bu güç savaşında İslami gangsterizm ve gericiliğin ana düşünsel sığınağı açıkça insanlık karşıtı olan kokuşmuş dinsel ve İslami sloganlar değil bu ulusal-dinsel küçük burjuva sözümona “anti emperyalizm”i olacaktır.
Teröristlerin savaşı karşısındaki hiç bir halk hareketi bu gericiliğin her iki tarafındaki düşünsel çerçeveyi ve iki yüzlü savaş propagandasını deşifre edip yıkmadan başarılı olamayacaktır.
Savaş ne üzerinedir
Bu her iki tarafta da bir güç savaşıdır. Terörizm bu çekişmede bir gerçektir ancak bu çatışma ve alevlenecek olan savaş terörizm üzerine değildir. Herkes Amerika’nın Afaganistan’a girmesinin Bin Ladin’i tutklamasının bile Batı’yı tehdit eden İslami terör hareketlerinin yürüttüğü kampanyayı bir iğne ucu kadar geriletemeyeceğini ve Avrupa ile Amerika’da oturanlara daha fazla güvenlik sağlamayacağını bilmektedir. Tersine bu tehlikeyi şiddetlendirecektir. Filistin sorunu Amerika ile İslami hareketin doğrudan karşılaştıkları yerdir. Ancak bu çatışma özel olarak Filisitn sorununun çözüme kavuşturulmasına da ilişkin değildir. Amerika’nın sözünü ettiği resmi politikası olan “geniş çaplı sürekli ve çok yönlü askeri savaş” her iki sorunu, İslami terörizm ile Filistin sorununu, şiddetlendirecektir. Yalnızca bununla kalmayacak, bölgesel ve uluslararası durumu alt üst edebilecek etkileri olacak Pakistan’daki olası bir iç savaş ve Ortadoğu bölgesinin görünürde istikrarlı ülkelerinde ciddi yönetim bunalımları bu askeri siyasetin ilk sonuçlarından olabilir. Bunu kendileri de iyice bilmektedirler. Ancak bu arada Amerika için ana sorunsal dünyanın biricik süper gücü olarak uluslararası hegemonyasını, askeri ve siyasi egemenliğini genişletmek ve tespit etmektir. Filistin sorununun çözümü veya İslami terörizmle mücadele bu siyasetin ereği değildir. 11 Eylül cinayetinin yol açtığı baskılar ve fırsatlara dayanarak Amerika’nın uluslararası konumunu güçlendirmek ve genişletmek bu siyasetin ana ereğidir.
Bu, İslamcılar için de bir güç savaşıdır. Ne Filistin halkının yaşadığı güçlükler ne de Batı’nın Doğu’ya tarih boyunca uyguladığı baskılar bu terörizmin kaynağı değildir. İslami hareket azalmakta olan etkisini ve daralmakta olan yaşam alanını korumak ve son çözümlemede Ortadoğu’daki burjuva güç yapısı içindeki konumunu genişletmek için çabalamaktadır. Terörizm ve Batı ile Batıcılık kokan her şeyle kör düşmanlık bunların Amerika ve İsrail’i doğru olarak haktan yoksunlukları ve yoksulluklarının ana etmenleri olarak niteledikleri toplumlarda ve halklar arasındaki ana sermeyeleridir. Ortadoğu’da barış, Filistin devletinin kuruluşu, ulusal ve etnik baskıların hafiflemesi ve Filistinlilere uygulanan ayrımcı politikaların giderilmesi Oratdoğu’da İslami hareketin ölüm çanlarını çalmaya başlar. Terörizm İslami hareketin Ortadoğu’daki ulusal, etnik ve dinsel ayrımları derinleştirmenin ve bu çekişmeyi siyasal sermayesinin ve güç kazanmasının kaynağı olarak canlı tutmasının ana aygıtıdır. İslamcılar Amerika tarafından kendilerine uygulanacak olan baskıya karşın bu karşılaşmaya kucak açacaklardır.
Uluslararası terörist ve askeri kutuplar arasındaki bu eşi görülmedik ve ölümcül karşılaşmaya karşı bağımsız bir halk hareketini örgütlemek için bu gelişmelerin gerçeklerini savaş propagandasının ve karşı tarafların gerekçelendirmelerinin arkasından çekip çıkarmak ve halk arasına taşımak gerek. Bu olayın ve Amerika’nın izlemekte olduğu siyasetin önemli uluslararası ve bölgesel etkileri olacaktır. Dünyanın siyasal ve düşünsel hartitasını derinden değiştirecektir. İran’da siyaset bu gelişmelerden şiddetli biçimde etkilenecektir. Bu gelişmelerin ana düğüm noktalarına ve ilkesel komünist bir siyasetin ana hatlarını sıralamamız gerek.
(sürecek)
* Bu yazı ilk kez Enternasyonal Haftegi dergisinin 21 Eylül tarihli 72. sayısında yayımlandı.
Leave a reply