Rejimi Devirme Hareketi Amerika’nın “Rejim Değişikliği” Siyasetine Karşı

HamdiTaqvaee3

Hamit Taqvai

Amerika’yla İran arasındaki ilişkilerin yeni bir dönemi başlamış durumda. Bu kez insiyatif bütünüyle Amerikalı yetkililerin elinde. Görünürde Amerika, Irak’taki askeri başarısından sonra durumu İslam Cumhuriyeti’yle hesaplaşmak için uygun görmekte. Her ne kadar bu hesaplaşmanın içeriği şimdilik Irak’ın iç işlerine müdahale etmemek veya Lübnan Hizbullahı’na destek vermemek gibi sınırlı bölgesel isteklerle sınırlı görünse ve Amerikalı yetkililer için açık değilse de Amerika’nın, Irak’taki zaferinin ışığında, İslam Cumhuriyeti’yle daha etkin ve daha saldırgan bir konumdan karşılaşmak istediği açıkça ortadadır.

İki devlet arasında ilişkilerdeki son gelişmeler, Amerikalı yetkililerin önce aleni olarak Cenova’da ve daha sonra gizlice Atina’da İslam Cumhuriyeti’nin Sağ kanadından ve Rafsancani yanlısı yetkililerle görüşmelere katılmaları, daha sonraysa bu görüşmeleri tek taraflı olarak kesmeleri, ardından Senatör Brown Beck’in rejimi devirme tasarısı ve Pentagon ile ABD Savunma Bakanlığı’nın üst düzey yetkililerinin İran’la ilgili “rejim değişikliği” politikalarını ortaya atmaları ve son olarak da tüm sorunun belirsizlik içinde bırakılması bir yandan Amerika’nın üstün ve saldırgan konumunu göstermekte ve öte yandan İslam Cumhuriyeti konusunda Amerikalı yetkililer arasındaki belirsizlikleri ve görüş ayrılıklarını imlemektedir. Bu “belirsizlik ve görüş ayrılığının” son kertede nasıl çözümleneceği, Amerika’nın rejim değişikliği politikasını Askeri saldırıya dek izleyip izlemeyeceği yoksa görüşmelerin yeni bir turunu başlatacağı veya ikisi arasında bir çözüm yolunun bulunup bulunamayacağı sonu açık bir sorundur ve bölgede ve İran’daki çok sayıda etmene bağlıdır. Ancak sonuç her ne olursa olsun Amerikalı yetkililerin rejimi devirme ve “rejim değişikliği” siyasetlerini ifade etmiş olmaları önemli bir siyasal gelişmedir ve İran toplumunun, toplumun solunun ve İran solunun temsilcisi ve rejimi devirme hareketinin önderi olarak İran Komünist-İşçi Partisi’nin buna uygun siyasal ve pratik bir yanıt vermesini gerektirmektedir. Bu yanıt sonucu tümüyle halkın lehine değiştirebilir.

Önleyici darbe ve rejim değişikliği

“Önleyici darbe”, “rejim değişikliği”; Amerika’nın günümüz dış siyasetinde bunlar yeni dünya düzeninin adı ve belirli anlamıdır. Bu siyaseti Irak’ta –kendi açılarından- başarılı biçimde uyguladılar, şimdi de sıra İran’da diyorlar. Bu tehdit özünde, Amerika’nın baskın ve etkin siyasetine ne ölçüde dönüşeceğinden bağımsız olarak, Amerika’nın İslam Cumhuriyeti’yle günümüzdeki ilşkilerinin rejimin şu veya bu kanadıyla eğri büğrü, zikzak geleneksel pragmatizmin temelindeki ilişkileriyle değil yeni dünya deüzeninin ve Irak Savaşı sonrasındaki dünyada Amerika’nın istediği bölgesel oluşum çerçevesinde anlaşılıp açıklanabilir. İslam Cumhuriyeti’ni “rejim değişikliği”yle tehdit etmek Amerika’nın İslamcı terörizmle muhalefetinin göstergesi olmaktan çok Amerika’nın dünyanın ve Ortadoğu’nun siyasal haritasını belirlemedeki güç gösterisinin, külhanbeyliğinin ve başına buyrukluğunun ifadesidir. Amerika İslamcı terörizmle mücadele bayrağına sarıldığından beri ve İslam Cumhuriyeti’nin ele başlarıyla açık ve gizli müzakereleri sürdürdüğü iki hafta öncesine kadar İslam Rejimi İran halkına karşı en vahşi “terörist eylemleri” gerçekleştirmekle meşguldu ve ne Amerika’nın ne de başka hiçbir Batılı ülkenin itirazıyla karşılaşmamıştır. Batı açısından İslami devletlerin ve hareketlerin kendi ülkelerinin insanlarına karşı cinayetleri hiçbir zaman terörizm sayılmamıştır ve bugünkü “rejim değişikliği” siyasetlerinin bu cinayetlerle ve insanları savunmakla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Afganistan ve Irak durumunda böyle değildi, İran durumunda da böyle olmayacaktır.

“Rejim değişikliği” siyaseti İran’a askeri saldırıyla sonuçlanması halk için korkunç sonuçlara yol açabilecek yeni dünya düzeni siyasetinin bir parçası olacaktır. Ancak bu siyaset, İran’a askeri müdahale olmaksızın da İran halkı için yararlı olmayacaktır. Askeri olmayan biçimiyle bile rejim değişikliğini, halka asgari zararının yönetimi belirleme özgürlüğünün çiğnenmesi ve dini diktatörlük yerine günümüze daha uygun bir diktatörlük ve baskı rejimi oturtmak olan, Sağ’ın İslam Cumhuriyeti’nin yerine geçmek için perde arkası oyunları ve alışverişlerinin ve darbe siyasetinin çerçevesinde anlamak gerekir.

Sağ muhalefet Amerika’nın bu yeni siyasetinde iktidara gelebilme umudunu görmektedir, bu yüzden de vecde gelip hareketlenmeye başlamıştır. Bu doğal ve beklenilir bir sonuçtu. Sağ muhalefet her zaman iktidara gelme şansını Amerika’nın desteğini almada ve iktidarı darbe gibi yöntemlerle yukarıdan elde etmede arıyordu, günümüzde aynı siyasetin yeni bir paket içinde, “önleyici darbe” ve “rejim değişikliği” adıyla Amerika’nın gündemine yerleşmesiyle Sağ’ın şevke gelip heyecanlanması beklenir bir durumdur. Bu heyecanlanma öylesine kaba ve çirkindir ki dün Sağ’ı Amerika’nın Irak’a saldırısını desteklemeye itti, günümüzde de Sağ kendisini aynı senaryonun İran için gerçekleşmesi için hazırlamaktadır.

Amerika, İslam Cumhuriyeti ve Sağ muhalefet arasındaki ilişkilerde tüm bu gelişmeler ve hareketlenme bütünüyle gericilik kampında gerçekleşmektedir, bütünüyle halkın ve İslam Cumhuriyeti’ni radikal ve insani devirme hareketlerinin karşısında yer almaktadır. İran halkı için uluslararası gericilikle kaşılaşma anahtarı ve esas halkası İslam Cumhuriyeti’yle hesaplaşmaktır.

Gerici kamp uygar dünya karşısında

Amerika’nın İslami rejimle ilşkisi konusu ve ikisi arasında başlayan yeni siyasi tango bütünüyle gericilik kampına ait bir sorundur. Bu karanlık gericilik Soğuk Savaş sonrasında belirdi ve Bush hükümetiyle İslami terörizm yan ürünlerindendir. Mansur Hikmet 11 Eylül’den sonra uygar dünyayı bu karanlık gericiliğe karşı durmaya çağırdı. Bu kampın güçleri arasındaki gelişmeler, aralarındaki çekişmeler veya yumuşamalar, savaş veya barış kendi başına bu güçlerden hiçbirini daha iyi veya daha kötü, halka daha yakın veya daha uzak yapmaz. İslami terörizmle Amerika’nın devlet terörizmi her ne kadar karşı karşıya gelseler de birbirlerini tamamlayan ikizlerdir. Birbirlerini siyasal açıdan gerekçelendiriyor, güçlendiriyorlar ve birbirlerinden besleniyorlar.

Siyasal İslam’ın Soğuk Savaş dünyasında İran ve Afganistan’da kızıl tehlikeye karşı bir savunma kalkanı olarak Batı ve Amerika tarafından meydana getirilmesini göz ardı etsek bile Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeninde siyasal İslam ile Batı arasındaki karşılaşma ve güç dengesi onları temelden ve ilkesel açıdan birbirlerinin yanına ve uygar dünya karşısına yerleştirmektedir. Sovyetler’in çöküşünden sonraki tüm önemli gelişmelerde, Birinci Körfez Savaşı’nda, 11 Eylül’de, Afganistan Savaşı’nda ve son Irak’a saldırıda Batı’yla siyasal İslam’ın karşılıklı hizmetlerine tanık olduk. 11 Eylül cinayeti Bush’un çökmekte olan kabinesini yeniden canlandırdı ve Amerikalı neo-konservatif teröristlerin “terörizm karşıtı” saldırılarını başlatabilmeleri için yeni bir bahane yarattı. Buna karşı Bin Ladin ve Elkaide’yi Ortadoğu’da ve İslamzede ülkelerde siyasal İslam’ın kahramanlarına dönüştürdü. Afganistan’da ve Irak Savaşı’nda da siyasal İslam hem Amerika’nın saldırısının hedefi ve gerekçesi olarak hem de Amerika’nın zorbalığı ve savaş cinayetinin kurbanı ve buna karşı direnişin simgesi olarak ortaya çıktı. İslami terörizm, aşırı nasyonalizm ve etnisizmin yanında Berlin Duvarı’ndan sonraki “açık siyasal atmosfer”de bir yandan kendiliğinden canlanan ve at koşturmak için meydanı boş bulan ve öte yandan Soğuk Savaş fatihlerinin kampında, serbest piyasa kapitalizminin gerici elebaşlarının siyasetinde ve istedikleri yeni dünya düzenini oluşturmada özgül bir araca dönüşen Sovyetler’in çöküşünün yan etkilerindendir.

İslam ile Batılı gericiliğin bu karşılıklı hizmetleri tesadüfi değildir, siyasal ve taktik yandaşlıktan kaynaklanmamaktadır. Batılı neo-konservatif ideolojik açıdan, ufkunda, ülküsünde ve siyasal felsefesinde siyasal İslam’la birçok ortak noktaya sahiptir. Bu ikisini en temel düzeyde, aralarındaki barış veya savaştan bağımsız olarak birbirlerinin yanına ve uygar dünya karşısına yerleştiren şey bu ortak ufuk ve bakış açısıdır. Tatcher’in, Bush’un, Blair’in, Rumsfeld’in ve General Gardner’in söz gelimi kadınların toplumsal özgürlüğü, kürtaj, idam cezası, eşcinsellik, cinsel özgürlükler, eğitimde ve ailede dinin rolü gibi Batı toplumlarında Sağ ve Sol’u ayıran sorunlar konusundaki görüşleri İslam mercileri ve ayetullahların görüşlerinden pek farklı değildir. Aynı dokuya sahiptir, aynı kökten beslenmektedir ve Sol karşısında aynı siperde yer alır. Bunlar da kadının yerinin mutfak olduğunu, “cinsel anarşi”yi önlemek gerektiğini, sabahları okullarda dua okunması gerektiğini, İncil’in tabiriyle Yaratılış Efsanesi’ni okutmak gerektiğini, toplumda ve ailede dini ve ahlaki değerleri yaymak gerektiğini, suçlulara ve yasalara uymayanlara karşı daha sert olmak gerektiğini, idam cezasını artıramak ve yaygınlaştırmak gerektiğini düşünüyorlar. Şu an Amerika’da bunu yapamıyorlarsa güçleri yetmediğindendir. Yoksa erekleri, niyetleri ve ülküleri budur, Tatcher’in bu değerleri kendi ifadesiyle “haykırdığı”ndan beri güçlerinin yettiği her yerde bu siyasetleri uygulamışlardır. Dünya bunların elinde olsaydı yer kürede uygarlıktan ve insanlıktan eser kalmazdı.

Bu, serbest piyasa kapitalizmine uygun siyasal üstyapıdır. Soğuk Savaş fatihi ekonomik modelin kendine uygun düşünsel-kültürel-siyasal modelide dünyaya dayatmak istemesi, adını da yeni dünya düzeni koyması doğaldır. Yenilen düzen, Sovyetler modeli, her ne kadar sadece isim olarak sosyalistse de Ekim Devrimi’yle oluşmuş ve ister istemez Ekim Devrimi’nden sonra tüm dünyayı etkileyen devrimci değerlerin göstergesi olmuştu. Kadınların seçme ve seçilme hakkı ve kadının özgürlüğü, refah devleti, devletin topluma karşı sorumluluğu, azınlık hakları, işçilerin örgütlenme ve grev hakkı, işsizlik sigortası ve emeklilik, tüm bunlar Sol’un, sosyalizmin ve sosyal demokrasinin Batı’da etkisisnin artmasının sonuçlarındandı. Bütün bunlar serbest piyasa kapitalizmine dayatılmıştı ve bu yüzden sürekli biçimde Sağ partiler tarafından, özellikle ABD’de, saldırıya uğruyordu. Sol tarafından dayatılan bu özgürlüklerden ve reformlardan nefret eden Sağ Soveytler’in çöküşüyle Batı’nın siyasetinin ve dünya görüşünün tepesine ve odağına yerleşti ve dünyayı karartmaya çalıştı. Bu arada etnisist ve dinci hareketler, özellikle de siyasal İslam yeni dünya düzenine geçişin çalkantılı dünyasında önemli görevler üstlenen kullanmaya hazır malzemelerdiler.

Günümüzde Amerika dünyaya hegemonyasını ve liderliğini dayatmak için İslami terörizmle mücadele bayrağına sarılmıştır, ne var ki Amerika’nın istediği düzen insana ve insanlığa karşıt olmakta İslamcılar’ın karanlık dünyasının altında kalmamaktadır. Bu iki gücün –uygar dünyayla uluslararası gericiliğin- göğüs göğüse çarpışacakları ilk meydan öyle görünüyor ki İslam Cumhuriyeti’nin İran’ı olacaktır. Öyleyse İran’daki Sol ve rejimi devirme hareketi yeni dünya düzeninin karanlık güçlerine karşı savaşın öncüleri olacaklardır.

Rejimi devirme hareketi özgürlük ve eşitlik bayrağıyla

İran’ın Irak ve Afganistan ile temel farklarından biri halkın rejim karşıtı hareketidir. Bu geniş, sürekli ve kararlı, insancıl ve radikal bir doğaya sahip bir harekettir. Her şeyden önce gerici, İslami bir rejime karşı ayaklandığı için radikal ve insancıldır.

İran’da siyasal İslam iktidardadır, Sol’u, insanlığı, modernizmi ve insancılığı opozisyona itmiştir. Bu açıdan İslam Cumhuriyeti’nin İran’ı yalnızca çoğunluğunda siyasal İslam’ın muhalefette olduğu öteki Ortadoğu ülkeleriyle değil Soğuk Savaş sonrası dönemde siyasl ve toplumsal kültürleri ve değerleri sağa dönen bütün öteki ülkelerle karşılaştırıldığında özgün bir konuma sahiptir. Sol, sözcüğün geniş ve toplumsal anlamıyla, İran’da oldukça güçlüdür. İran’daki siyasal değerlere ve gelişmelere kısa bir bakışla bu gerçek gözlemlenebilir. Sekülarizm, kayıtsız, koşulsuz özgürlükler, dinin ellerinin toplumdan çekilmesi, idam cezasının kaldırılması ve öteki ülkelerde artık “moda” olmayan, siyasetçilerin ve aydınların dilinden kerpetenle alınması gereken buna benzer istek ve değerler İran halkının istekleri ve İslam Cumhuriyeti’ne karşı her günlük direnişlerinin ve gösterilerinin sloganlarındandır. Batı’da kültür relativizminden, post modernizmden, yeni-liberalizmden ve neo-konservatizmden söz ediliyor, Doğu’da İslam’dan, militan nasyonalizmden ve etnisizmden, İran’daysa sekülarizmden, kayıtsız koşulsuz özgürlükten, idam cezasının kaldırılmasından ve çocuk haklarından. İran akıntıya karşı bir ülkedir. Berlin Duvarı sonrasında bütün dünyada siyasal güçler ve partiler kendi sağlarına eğilip dayanıyorlar, İran’daysa halkın ve opozisyon güçlerinin önemli bir bölümü sola dönmüş durumdadır. Partimiz Sol’un ve tüm rejimi devirme hareketinin ekseni ve dayanağıdır. Partimiz programına dinin devletten ayrılmasını, kayıtsız koşulsuz özgürlüğü yazdığında, sekülarizmden konuştuğunda bu sözler İran’ın siyasal atmosferinde tuhaf, anlaşılmaz sözleri andırıyordu ne var ki günümüzde bütün opozisyon güçleri hatta 2 Horadadçılar’ın bir bölümü bile sekülarist olmuşlar ve kayıtsız koşulsuz özgürlüklerden söz ediyorlar. Üstelik bunlar tüm dünyada kültür relativizmi ve post modernizm din için yer açtıkları ve demokrasi, örneğin Amerikalılar tarafından Irak’ta, din önderlerinin ve kabile reislerinin iktidara ortak olmaları olarak tanımlandığı bir ortamda gerçekleşmektedir.

İran’da rejimi devirme hareketinin dokusu farklıdır. Siyasal İslam iktidardadır, Sol güçlüdür ve öteki ülkelerle karşılaştırıldığında halk arasındaki etkisi ve erimi büyüktür. Bütün bunlara karşın günümüzde bu hareket “rejim değişikliği” senaryosuyla Amerika ve Sağ güçler tarafından tehdit edilmektedir. Halkın yanından geçip gitmek istiyorlar, halkı bekletmek, korkutup umutsuzlaştırdıktan sonra evlere yollamak istiyorlar. Afganistan ve Irak’a benzer bir reçeteyle halkın rejimi devirme hareketini sakatlamak, İslami baskı yerine daha “modern” bir baskı oturtmak istiyorlar.

Sol’un bu duruma yanıtı İslam Cumhuriyeti’ne karşı halkın saflarını daha sıklaştırmak ve örgütlemektir. İnsanlar yalnızca rejime karşı mücadele alanında güçlü ve örgütlü biçimde, özgürlük ve eşitlik bayrağıyla, insancıl, uygar ve “akıntıya karşı” isteklerle ortaya çıkmak yoluyla uluslararası gericiliğe karşı durabilir ve insanlık karşıtı politikalarını etkisizleştirebilirler. Amerika’nın askeri saldırısı ve Sağ opozisyonun rejime değiştirmek için başvuracağı oyunlar ve perde arkası anlaşmaları ile mücadelenin biricik yolu insanların özgürlük ve eşitlik bayrağıyla, insancıl, uygar ve radikal talepleriyle İslam Cumhuriyeti’ne karşı saldırıya geçmeleridir. Halkın rejime karşı mücadelede örgütlü, bağımsız saflarında yer alması her türden darbeyi ve askeri müdahaleyi durdurmanın en etkili yoludur. Bu arada İranlı opozisyon güçleri halkla ve halkın yanında yer almak istiyorlarsa Siyasal Özgürlükler Bildirgesi’ne taahütlerini bildirmeli ve halkın gelecekteki siyasal rejimi belirleme hakkını tanımalıdırlar. Herhangi bir gücün İran siyaset sahnesinde ve karşı karşıya gelen insanlık ve gericilik güçleri arasındaki saflaşmada konumunu belirleyen Amerika ile ilişkiler değil insanlarla ve onların haklı istekleriyle ilişkidir. Mansur Hikmet 11 Eylül’den sonra uygar dünyayı Batılı gericilik ve siyasal İslam ile mücadeleye çağırdı; İran’daki rejimi devirme hareketi yeni dünya düzenindeki ilk devrimci savaşta uygar dünyanın öncüsüne dönüşmeye doğru yol alabilir ve bu yönde yol almaktadır.

İlk Kez İran Komünist-İşçi Partisi yayını Enternasyonal Haftegi’nin 6 Haziran 2003 tarihli 162. sayısında yayımlandı.

Hamit Taqvai İran Komünist-İşçi Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri’dir.

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *