Mansur Hikmet Komünizminin Oluşum Sürecine Bir Bakış

Devrimci Marksizm’den İşçi Komünizmine

HamdiTaqvaee3

Hamit Taqvai

Bu yazı Mansur Hikmet Haftası dolayısıyla 5 Haziran 2004’te Kanada’nın Toronto Kenti’nde yapılan konuşma temelinde hazırlandı.

Birinci Bölüm: Devrimci Marksizm

Mansur Hikmet’in komünizmi salt kuramsal, düşünsel bir yapı değildir. Bir bütün olarak işçi komünizmi diye adlandırılan partili ve toplumsal pratiğin sürekli bir düzeneği, belirli siyasal ve kuramsal bir görüştür. Bu hareketin varoluş nedeni ve ereği varolan durumun temelden eleştirilip değiştirilmesidir. Kapitalizmin ve İran’da gereksindiği diktatörlüğün eleştirisinden, siyasal İslam’la mücadele, İslam Cumhuriyeti’ni devirmek için yılmaz savaşım, eşitlik, özgürlük ve sosyalizmin kuruluşuna kadar, işçilerin ve kadınların sürmekte olan mücadelesinden mültecilerin sorunları, çocuk hakları, Kürdistan’daki savaşım ve askeri-silahlı direnişe kadar işçi komünizminin devrimci kuramı, siyaseti ve pratiğiyle varolduğu alanlar arasındadır. Son yirmi yılın tarihi, özellikle de 1979 İran Devrimi’nden günümüze kadar Mansur Hikmet’in siyasal yaşamı dönemi incelendiğinde tüm bu alanlarda Mansur Hikmet’in belirleyici varlığı görülür. Bu alanlardan yalnızca birini inceleyip onun verimli siyasal yaşamı konusunda bütünsel bir görüntüye ulaşmak olanaklı değildir. Burada bütün bu alanları inceleme fırsatı bulunmuyor. Bu yüzden tartışmamı Mansur Hikmet’in kuramları ve görüşlerinin bazı yönleriyle sınırlayacağım. İşçi komünizminin kuramsal açıdan ne olduğunu, hangi süreçte, nasıl oluştuğunu göstermeye çalışacağım.

Her şeyden önce Mansur Hikmet için kuramın kavramlar ve kavramlar arası ilişkilerle ilgili salt soyut ve çözümsel bir düzenek olmadığını gerçek dünyanın somut gereksinimlerine bir karşılık ve bu gerçeğin içine dokunan bir düzenek olduğunu söylemek gerekir. Günümüzde bu kuramsal düzeneğin oluşum sürecine bakıldığında siyasal-toplumsal bir eylemler ve edimler bütününün ayrılmaz parçası olduğu görülür. Bu nasıl bir eylem ve edimdir, özgüllükleri nelerdir? Bu soruyu yanıtlamak için Mansur Hikmet komünizmini tarihsel bağlamına yerleştirmek gerekir.

Mansur Hikmet’in ortaya çıkışının toplumsal temeli ve zorunluluğu

Meşrutiyet Devrimi’nden günümüze İran’ın çağdaş siyasal gelişmeleri tarihi çeşitli biçimlere bürünmüştür: Ayaklanmalar, direnişler, Meşrutiyet Devrimi, petrolun ulusallaştırılması hareketi ve 1979 Devrimi. Bu kümenin bütününe baktığımızda bu dönemde İran’da çeşitli ve farklı biçimleri bulunan geniş siyasal bir yelpazenin etkin olduğunu ancak toplumun önüne koyduğu perspektif ve ufkun burjuva olduğunu görürüz. Gerçekte bu süreç İran’da kapitalizmin oluşumu tarihidir. Kacarlar döneminin geri kalmış, feodal İran yeni dünyaya, endüstri ve kapitalizmin dünyasına adım atmaktadır, Meşrutiyet Devrimi’nden günümüze bir dizi siyasal ve toplumsal iniş çıkışlar yaşamaktadır. Bu dönemde belirli siyasal kişilikler, partiler ve devletler gelip geçer: Sattar Han ve Bakır Han’dan Musaddık ve Humeyni’ye kadar, Pehlevi Saltanatı’ndan günümüzde iş başında olan İslam Cumhuriyeti rejimine kadar. Bütün bunlar siyasal, düşünsel ve toplumsal açıdan toplumda yer edinmeye çalışan ve İran’ı 20. Yüzyıl’a taşıyan yeni yetme İran kapitalist sınıfının kişilikleri ve partileridir. Bu süreç içinde bir dönüm noktası olan, İran’da ekonomik ve siyasal açıdan burjuvazinin önlenemez gücünü yerleştiren Toprak Reformu gibi bir olay yaşanır. Bu aynı süreçte ve gelişmeler içinde İran işçi sınıfı da oluşup meydana çıkar. Gerçi bu sınıf gerçekleşmekte olandan pay almamakta en fazla bu gelişmelerin yedek kalabalığı olarak rol oynamaktadır. Bu sınıf petrolun ulusallaştırılması hareketinin yedeğidir, Meşrutiyet Devrimi’nin yedeğidir, Tebriz Ayaklanması’nın yedeğidir, İran’ın çeşitli yerlerinde, Kürdistan, Azerbaycan ve Gilan’da farklı direnişlerin yedeğidir. Bu dönemin tarihinde işçi sınıfının varlığı doğaldır, özellikle Toprak Reformu’ndan sonra kentli işçi sınıfı ortaya çıkmakta, geniş toplumsal bir sınıfa dönüşmektedir. Ancak bu sınıf 79 Devrimi’ne kadar ve bu Devrim’de bile siyasal açıdan temsil edilmemekte ve bağımsız bir rol oynamamaktadır. Konu nesnel ve toplumsal açıdan özgürlük, eşitlik ve insancılık bayrağını bu sınıfın taşıyabildiğidir. Bu dönemde burjuvazinin özgürlükçü ve eşitlikçi ülkülerinin düşüşü ve soysuzlaşmasına tanık oluyoruz. Büyük Fransız Devrimi’nde ortaya atılan Ortaçağ’ın karanlık dönemlerine karşı özgürlükçülüğü, ilerlemeyi ve gelişmeyi ortaya atan görüşlerin çürümesine tanık oluyoruz. İran’ın yakın dönem tarihi incelendiğinde Meşrutiyet Devrimi’nin başında bu ülkülerin varolduğu görülür. Yargı sistemi, okul, sağlık isteyen, modernist olan, ilerleme arzulayan ve her zamanki gibi bu sözleri yoksunlar ve mazlum İran Halkı adına söyleyen düşünürler vardır. Ancak bu ülküler yalnızca Meşrutiyet Devrimi’nin başlangıcı kısa dönemiyle sınırlı kalır, o zamandan itibaren din ve Meşruiyet (şeriat) görüntüye girer ve düşüş süreci başlar. Bu kısa dönemden sonra burjuvazi tarafından örgütlenip hareketlendirilen siyasal gelişmelerde, yoksunlar adına ortaya atıldığında bile, ilerici, insancıl ülkülere artık rastlanmaz. Özellikle Toprak Reformu’ndan sonraki dönemde siyasal partiler ve güçlerin programları, pratikleri, siyasetleri ve erekleri –siyasal ve direnen kültür ve sanat bile- insancıl ve ilerici erek ve ülkülerden bütünüyle arınırlar. Sol’dan Sağ’a Şah’a muhalif güçler montaj olmayan, bağımsız endüstri ve kapitalizm istemekteler, Batı karşıtıdırlar, siyasette, şiirde, yazın ve sanatta ifade edilen Şarkzede geleneksel yerli kültüre dönüşü savunuyorlar. Bütün bu dönem boyunca İran burjuvazisi özgürlükçülükten kopuktur, dinle eleledir. Devrimin gerçekte yenildiği, Meşruiyetçiler’in öne çıktığı ve İslam’ı anayasaya ekledikleri Meşrutiyet’in başından itibaren, molla Şah’ın yanında öne çıkar. Humeyni dönemine dek din her zaman İran siyasetinde rol üstlendi, burjuva parti ve güçler, opozisyonda olsalar bile, dinle bir kavgaları olmadığı gibi ona başvurup boyun eğdiler. Örneğin Büyük Fransız Devrimi’nde kiliseyle yapılan kesin hesaplaşma İran’da camiyle yapılmadı. Cami her zaman siyasetin içinde kaldı, soylular (eşraf) sürekli siyaset alanında yer aldı. Toprak Reformu feodalleri yukarıdan yetkisizleştirdi, Feodal soylular ve derebeyler siyaset ve kültürde ise yerlerini korudu. İran’da, Batı’daki gibi toplumu alt üst eden klasik anti-feodal köylü ayaklanmalarına tanık olmadık. Bu yüzden on yıllarca süren Pehlevi hanedanı ve İslam Cumhuriyeti’ni yaratan İran kapitalist sınıfının temsil ettiği siyasal yapı çürük, her açıdan geri kalmış ve gericidir.

Söylediğim gibi bu aynı dönemde işçi sınıfı ortaya çıkar. Toprak Reformu’ndan sonra bu sınıf siyasette ağırlığını duyurmaya başlar ve olaylara damgasını basmaya çalışır. 79 Devrimi işçi sınıfının belirleyici rol aldığı bir devrimdir.

79 Devrimi gecekonducular hareketiyle başladı. Bunlar topraksızlaştırılmış, iş için kente göçüp kentli proletaryaya katılan köylülerdir. İnşaat, yol ve konut yapımı işlerinde çalışıyorlar. Geceleri karton kutularda veya kent çeperlerinde uydurdukları gecekondularda yatıyorlar. Kentin dışındalar. Burjuvazi onların emek gücünü gereksiniyor ama onları kent olanakları sınırlarına sokmuyor. Bütün haklardan yoksunlar ama günde 10, 12 saat çalışmak zorundalar. Devrimi başlatanlar bunlar, sonra da petrol işçisi alana çıkıyor ve Şah rejimini gırtlaklıyor. Ne var ki bu hareketin sonucu yine Meşrutiyet’ten bu yana siyaseti elinde tutan ve toplumun siyasal yazgısını belirleyen aynı sınıf ve aynı siyasal aile ve yelpazenin eline geçiyor. 79 Devrimi’nin lokomotifi olan sınıf bu devrimde zafere ulaşamıyor. Ancak çağdaş İran tarihinin önemli dönüm noktalarından biri gerçekleşiyor: İşçi sınıfı siyaset alanına iniyor, örgütleniyor, programını, taleplerini ve sloganlarını ortaya atıyor ve yirmi beş yıldan beri durmaksızın gerek rejim içinde gerek opozisyondaki kokuşmuş İran burjuva siyaset yapısına karşı mücadelesini sürdürüyor. Mansur Hikmet’in mimarı ve önderi olduğu hareket budur işte.

Mansur Hikmet, Londra’daki ilk anma toplantısında da dediğim gibi, bir zorunluluğa verilen karşılıktı. Tarihsel açıdan büyük bütün insanlar öyledir. Deha, bireyin hangi zihinsel ve düşünsel kapasitelere sahip olduğu ancak tarihsel bir zorunluluğa karşılık olarak ortaya çıkıp anlamlanabilir. Dönem böyle bir insanı çağırdığında işte o zaman o insan bir gereksinimin, bir isteğin, bir çağrı ve ülkünün, ortaya çıkması gereken, olmayışı göze batan ve toplumun gerekliliğini haykırdığı bir kurtuluş yolu ve ufkunun maddileşmiş biçimine ve simgesine dönüşür. Milyonlarca gecekonducu işçisi olan bir toplum, petrol işçisinin üretimde ve ekonomideki bütün ağırlığına karşın siyasette temsil edilmediği bir toplum, milyonlarca köylüsünü kentlere göçürtüp kentli işçiye dönüştüren, aydınıysa köyde kalan ve direniş kültürü köylü kültürü olan bir toplum aradığı yanıtı Sattar Han, Melik-el Mütekellimin, Musaddık veya Tudeh Partisi cinsinden Sol’da bulamaz. Bu toplum ulusalcı-dinci siyasal aileyle hiçbir bağı bulunmayan ve ona açıkça karşı duran kendi kişiliklerini ve önderini ister. İşçiler, özgürlük ve kurtuluş isteyen bütün öteki kesimler 79 Devrimi’nde geniş burjuva siyasal aile ve ulusalcı-dinci opozisyonla göğüs göğüse gelip kendi sözcülerini aradılar. Mansur Hikmet’in, kuramının ve siyasetinin ortaya çıkışının nedeni işte bu noktadır.

Kuramın işçi sınıfı için önemi ve konumu

Siyasete atılan işçi sınıfı kesinlikle kuram, görüş, sav, ufuk ve dünya görüşü gereksinir. Niçin? Çünkü topluma egemen gelenek ve kültür, kuramlar, görüşler ve düşünsel eğilimler yanında değil karşısındalar. Monarşistler ve Rıza Şah gibileri bırakın kuramı partiyi bile gereksinmiyorlar (buna daha sonra döneceğim). Nasyonalizm yanlarındadır. Dini kültür yanlarındadır. Marx topluma egemen kültür topluma egemen sınıfın kültürüdür der. İran’da egemen sınıf burjuvazidir, yönetim biçi monarşiydi, yurtseverlik polüler kültürünün parçasıdır. Şah tanrının gölgesidir, din halk kültürünün bir ögesidir. Nasyonalizm, din, namusçuluk, erkek-egemnlik; bütün bunlar monarşistlerin yanında ve yandaşıdır. İşçi sınıfıysa yeniden bir dünya yaratmalıdır. Varolan dünyadaki hiçbir şey işine yaramaz. Bu dünyadaki hiçbir şey yanında değil, her şey karşısındadır. Özel mülkiyetin kutsallığı emek gücünden başka bir şeyi olmayan sınıfın karşısındadır, mülkiyetin kutsanması ve özel mülkiyeti gerekçelendirip kuramsallaştıran din, nasyonalizm, sınıfsal düşünsel ve kültürel geleneklerin hepsi karşısındadır. Bu durumla karşılaşmak için, bu dünyayı tanıyıp yorumlamak ve değiştirmek için işçi sınıfının kendi kuramını ve kendi dünya görüşünü gereksindiği ortadadır. Bütün öteki [sınıflar] varolan durumu korumak istiyorlar, bunun için de egemen kültür, düşünceler ve kuramlar onlara yeterlidir. Ancak değişim kuramı varolan, yaygın, egemen kültürün bir parçası olamaz. İşçi sınıfı kuramı yalnızca bilim olabilir: Değişim bilimi, dünyayı tanıma ve değiştirme bilimi. Öteki sınıfların böyle bir gereksinimleri bulunmuyor. Bugününü tanımak için kendisini tarihte görüp bütün tarihi açıklaması gereken tarihin biricik bilinçli sınıfı işçi sınıfıdır. Burjuvazinin böyle bir şeye gereksinimi yok çünkü bütün egemen gelenekler, başlangıçtan günümüze bütün sınıfsal toplumların gelenekleri onun yanındadırlar. İnsanın yazılı tarihinin bütünü sınıflı toplumların tarihidir, sınıflı toplumu istemeyen biricik sınıf işçi sınıfıdır. Bu yüzden sınıflı toplumlara egemen bu birkaç bin yıllık kültürün hiçbir şeyi işine yaramamaktadır. Kendi kuramını ve kuramcısını gereksinmektedir.

İşçi sınıfı kuramcısı yalnızca eleştirebilir. Yalnızca yadsıma ve değişim kuramcısı olabilir. Sınıfsal dünyaya ve bu dünyaya egemen kültürün bakışına ait gerekçelendirilip korunacak hiçbir şey yok. Mansur Hikmet işte böyle bir kuramcı.

Mansur Hikmet siyasal yaşamına 79 Devrimi’yle, böyle bir kuramcıyı gereksindiğini haykıran bir devrimle başladı. Caddelerde “Kahrolsun Şah”, “Yaşasın Petrol İşçisi, Sınıfın Yılmaz Önderi” ve “Özgürlük, Kardeşlik, İşçi Yönetimi” diye haykıran işçi sınıfı her şeyi alt üst etmek, eleştirmek ve değiştirmek istiyordu. Bir görüngüyü dönüştürebilmek için onu tanımak gerekir, yasallıklarının, değişim ve dönüşüm mekanizmalarının bilincinde olmak gerekir. Yürümek için yerçekimi yasasını bilmeye gerek yok, ama uçmak için gereklidir. Yadsıyabilmek için bir olguyu tanımak gerekir. Mansur Hikmet toplumun egemen yasalarına göre yürümek istemiyor, uçmak istiyor. Bunun için sınıfsal eleştiri bilimini 79 Devrimi’ne katmalıydı.

Bu nereden gelmeliydi? Mansur Hikmet niçin bunu yapmalıydı, niçin Marksist oldu? İşin aslı kişilerin gündelik yaşamlarında Marx’ı okumazdan, kuramı öğrenme peşine düşmezden önce belirli gündemleri ve sorunlarının olmasıdır. Sorun kişinin bu dünyadaki sorusunun ve sorununun ne olduğudur. Sorunları olmayan kişiler vardır, burjuva sınıfında doğmuş tuzları kurudur, kimseye de sempati duymuyorlardır. Yaşam budur işte, bunda hiçbir yanlış yok diyorlar. Bazıları da eski gelenekler elden gidiyor diye, niçin Çaldıran Savaşı’nda kutsal vatan toprağını yitirdik diye, toprak bütünlüğümüz tehlikede, adalar elden gitti diye sıkıntıya giriyor gözleri yaşla doluyordur. Kimisi de bakıp niçin dünyada her yıl milyonlarca çocuk yaşamını yitiriyor, yaşam bu kadar mı, insanlığın yazgısı bu mu, niçin insanları ırk, etnisite, ulus ve dine bölüyorlar, kavimler ve uluslar ne diye savaşıyorlar, niçin toplumda bu kadar eşitsizlik var, niçin bazıları sarayda yaşıyor birçoklarınınsa yiyecek ekmeği yok diye sorar. Böyle birinin yüreği bu sorunlar için atar, insanlığı, özgürlüğü, eşitliği ve gönenci düşünür. Bir Marksist kitaba gitmeden önce böyle biri olmalıdır. Marksizm kimseyi devrimci yapmaz, devrimciye yol gösterir. Mansur Hikmet Marx’ın kitabını açmadan önce bu dünyada neyi sevmediğini, bu dünyanın güzel, insanın erinç içinde yaşayacağı, insanların en ilkel ve en temel gereksinimlerini bile karşılayacağı bir dünya olmadığını biliyordu. Bu muazzam üretim gücü, büyük teknolojik ve bilimsel olanaklara karşın aç, yoksul, yoksun ve küçük düşürülmüş milyonlarca insan var bu dünyada.

Mansur Hikmet’in sorusu ve sorunu buydu. Bu kişi böyle derin bir insancılıkla, yaratıcı, güçlü zihniyle 79 Devrimi uğrağında İran siyaset sahnesine girdi, kalemini eline aldı ve İran Solu içinde Devrimci Marksizm diye adlandırılan düşünsel ve siyasal hareketi oluşturdu.

Devrimci Marksizm

Devrimci Marksizm temelde varolan Sol’un eleştirisi ve 79 Devrimi’nin canlı sorunlarını karşılama içinde oluştu. 79 Devrimi’nin doğrudan ereği Şah diktatörlüğünü devirmektir. Herkes Şah rejiminin yıkılmasını ve özgürlük istiyor. Mansur Hikmet’in kalemi ve sözüyle duyurulan işçi sınıfının ilk bildirgesi, daha doğrusu ilk iddianamesi diktatörlüğün İran’da kapitalist rejimin sürdürülmesi için zorunlu olduğudur. İran’daki diktatörlük ne “geri kalmışlıktan”, ne İran’ın “yarı sömürge, yarı feodal” olmasından ne de emperyalizm kuklasının (Şah) despotluğundan kaynaklanmamaktadır. Bunların hepsi varolan Sol’un diktatörlüğü eleştirmek için kullandığı kuramlardır. Bu kuramların ortak paydası İran kapitalist sınıfının tümü veya bir bölümünü devrimin kılıcından kurtarmaktır. Bu kuramlar 79 Devrimi’ne kadar siyaset meydanında bir başlarına at koşturan geniş ulusalcı-dinci opozisyonun sol kesimine aittir. Mansur Hikmet diktatörlüğün İran kapitalist sınıfının biricik olanaklı ve istenilir siyasal üstyapısı olduğunu söylüyor. Ne ulusal-ilerici kapitalist var, ne bağımsız liberal ne de başka bir şey. Şah diktatörlüğünden sağlanan çıkarı bütün burjuvazi paylaşıyor. Burjuva sınıfının bütünü bu diktatörlükten yararlanmakta der bunu da kuramsal çerçevede en derin biçimde gösterip kanıtlar. Bu, günümüzde İran Marksist klasiklerinden sayılan Ulusal-İlerici Burjuvazi Miti kitabının göreviydi. Bu kitap İran gibi bir ülkede diktatörlük ve baskının İran’da kapitalizmin geriliği ve eksikliklerinden değil ülkenin kapitalist olmasından kaynaklandığını göstermektedir. O dönemin sol güçleri, Tudeh Partisi, Halkın Fedaileri ve Maocular’dan Enver Hocacılar vs.ye kadar bir biçimde İran’da diktatörlüğün İran’da kapitalizmin geri kalmışlığından kaynaklandığını düşünüyorlardı. Onlara göre despotizmin nedeni “Şah’ın Amerika uşağı olması”ydı, “ulusal-ilerici burjuvazi siyasal erkte bulunmadığı için”di, “diktatörlük burjuvaziye ilişkin bir konudur, burjuvaziye demokrasi getirebilmesi için yardım etmeli” diyorlardı. Bazılarına göre İran ekonomisi feodal veya yarı sömürge yarı feodaldı, öncelikli görevse burjuvaziyi erke taşımaktı! Bunların hepsi varolan dünyanın onaylanması ve gerekçelendirilmesi kuramlarıdır. Marksizm adı altında ulusal-dinsel harekettir.

İlk adımda Mansur Hikmet’in ereği böyle bir Marksizm’i eleştirip yolun dışına itmekti. Bu, caddelere çıkıp bin bir yolla burjuvazinin bütünü veya bir bölümünü demokrat ve devrimci sayan siyasal güçler karşısında durmak isteyen işçi sınıfının gereksinimi ve gündemiydi. İşçi “senin Kapalıçarşılı veya Batıcı kapitalist olman, Tebriz Kibrit Fabrikası veya Talbot-Peykan Otomobil Fabrikası sahibi olman beni ilgilendirmez” diyordu. “Kim olursanız olun hepiniz aynı sofranın başında yiyip içiyor beni baskı ve yoksullukla parçalıyorsunuz” diyordu.

Mansur Hikmet’in temel savı İran’da diktatörlüğün ucuz emek gücü sağlamak ve ultra kar elde etmek için zorunluluğu ve İran kapitalist sınıfının tümünün bundan yararlandığıdır. Diktatörlük İran’da sermayenin kar elde edebilmesi için işçi sınıfının iş gücünü bir meteliğe satıp sesini çıkaramaması içindir: Ucuz emek, suskun işçi. İşçi sınıfının bu koşullara boyun eğmesi için tüm toplumu bastırmak gerektiği açıktır. Parti, örgütlenme, itiraz ve mücadele herkese yasaklanmalıdır. Çıplak, vahşi bir diktatörlük toplumun bütün sınıflarını ve kesimlerini denetimi altına almalıdır. Bu, Mansur Hikmet’in İran’da diktatörlüğü açıklamak için temel savıdır ve o dönemin Solu içinde yeni bir görüştür. Yalnızca İran solu için değil dünya Solu için de yenidir. Birçok Latin Amerika, Afrika ve Asya ülkesinde, Üçüncü Dünya’da Şah rejimine benzer despotik rejimler bulunuyor ve yalnızca bu yolla açıklanabiliyor. Ancak dünya solu böyle düşünmüyor. Bu ülkelerin soluna egemen Maoculuk, gerillacılık ve halkçılık tıpkı İranlı kuzenleri gibi başka gündemlere ve ereklere sahipler. Mansur Hikmet’in eleştirisi gerçekte bütün Üçüncü Dünya ülkelerinde işçilerin bayrağıdır. Avrupa Solu ve Troçkistler bile böyle bir sava sahip değiller. Bunlar diktatörlüğü Üçüncü Dünya ülkelerinin geri kalmışlığına ve sermayenin bu ülkelerde eşitsiz gelişimine bağlıyorlar. Bu yüzden hepsi bu ülkelerde demokrasinin yerleşebilmesi için üretici güçlerin ve ekonominin gelişmesi gerektiğini savunuyor. Siyasal düzeyde hepsi burjuvazinin tümü veya bir kesimini destekleme noktasına varıyor. Bu bakışlar daha temel düzeyde tarihin evrimci yöntembilimine ve kavrayışına dayanıyorlar. Devrimci Marksizm’in bir özelliği de tarihsel gelişmeleri değerlendirmede bu evrimci bakışı eleştirmesidir. Mansur Hikmet sosyalizmin hemen bugün İran’da kurulabileceğini, kuruluşunda geç bile kalındığını düşünüyor. Hiçbir şeyi beklemeye gerek yok. Bu, “İran’da kapitalizm yeterince gelişmedi daha”, “kapitalist olmayan gelişme yolunu izlemeli”, “kapitalizme varmak için önce üretici güçleri geliştirmeliyiz”, “İsviçre ve Fransa’ya bakın! Biz de önce bu yolu izleyip sonra sosyalizme varmalıyız”, “bırakın önce kapitalizm İran’da Fransa veya İngiltere kadar gelişsin, örgütlensin, fabrikalar büyüsün sonra azar azar sıra sosyalizme gelir” diyen geleneksel Sol’un kuramlarının tam karşısında yer almaktadır. Geleneksel Sol’un kuramları yürüyebilmek için yerçekimi yasasını öğrenmek gibidir. Geleneksel sol Marksizm’i üretici güçlerinin gelişmesini bekleme bilimine dönüştürmüştü! Mansur Hikmet’in bu Marksizm’e karşı eleştirisi açıktır: Beklemeye oturacaksak tarihteki konumumuz ne? Bizim istek ve istemimizin rolü ne? Toplum kendiliğinden ilerliyorsa, üretici güçlerin büyümesi her şeyi çözüyorsa insanın tarihteki değiştirici ve ilerletici rolü ne olacak? Bu geleneksel solcu bakışlar günümüzde de var. 2 Hordadçılar (İran’daki “reformist” mollalar) yavaş yavaş reform gerçekleştirecek, İran’da burjuvazi kendi ayakları üzerinde duracak, mollalar İran burjuvazisinin temsilcisine dönüşecek ve böylece Batılı ülkelere yaklaşacağız diyorlar. Mansur Hikmet’in böylesi görüş açılarına yanıtı basit ve açıktır: Ben tarihteysem, koşullar ben ve benim gibi yüzlerce insanın kendine sosyalist dediği gibiyse o zaman sosyalizmin vakti gelmiş demektir. Böyle olmasa tarih bizleri doğurmazdı. Bu kadar açık. Değişim için hala erken, önce başka gelişmelerin yaşanması için beklemek gerekir deniyorsa kendi varlığımızı açıklayamayız. Sosyalizmin olanklılığı kendini öncelikle sosyalizmi kurmak isteyen insanların varlığında gösterir. Onları beklemeye çağıran kuramlar tarihin gerisindedir, gericidir.

Toplumu değiştirmede insan istemi ve eyleminin görülmesi, hesaba katılması ve temel alınması Mansur Hikmet yöntembiliminin temellerinden biridir. Bu bakış bütün savlar ve görüşlerinde, gerek Devrimci Marksizm gerek işçi komünizmi döneminde, önemli, belirgin bir konuma sahiptir.

Mansur Hikmet’in ilk yazılarında İran Devrimi ve Proletaryanın Rolü ile Ulusla-İlerici Burjuvazi Miti adlı yapıtlarda İran’daki despotizm, ve bunun kapitalizm ve ultra kar ile bağlantısı açıklanmıştır. Bu yazılara kısa bir bakış bile bunların geleneksel Sol’un sözlerinin cinsinden olmadığı, farklı olduğunu, yeni sözler söylediğini, büsbütün burjuvazinin karşısında duran, kendi sözü, görüşü, siyaseti ve ereklerini güden, bu konuda geri adım atmayan, hiçbir geleneğe boyun eğmeyen, despotizm, diktatörlük ve eşitsizliğin onu sömüren ve yönetimde olan sınıfın suçudur diyen, İslam Cumhuriyeti’ni monarşinin devamı sayan, Humeyni’yi kapitalizmin İran’daki geçici temsilcisi olarak adlandıran sınıfın sözü olduğunu gösterir. Bunların hepsi Mansur Hikmet’in savlarıdır. Herkesin Humeyni’yi dünyanın en devrimci adamı saydığı, Amerika’yla karşıtlığını ilericiliğinin göstergesi kabul ettiği dönemde Mansur Hikmet onun kapitalistlerin temsilcisi, kapitalizmin geçici temsilcisi ve devrime karşı kurtarıcısı olduğunu söylüyordu. Daha sonra Marksizm’e önemli katkılarından biri olan parlak yazısı “Devrimci Dönemlerde Devlet”te kuramsal düzeyde bu gerçeği açıklayıp kanıtladı: Nasıl Humeyni gibi biri burjuvazinin temsilcisi olur? Çünkü devrimci dönemlerde burjuvazi devrimi bastırabilen siyasal bir temsilci gereksinir. Humeyni ve Şah karşıtı İslam 79 Devrimi uğrağında bu görevi gerçekleştirebilen biricik güçtür. Stratejik açıdan ekonomik veya siyasal çıkarlarının ne ölçüde örtüştüğünün bir önemi yoktur. O dönemde solcular şaşkına dönmüş Humeyni’nin ekonomik konumunu arıyorlardı. Mansur Hikmet bunun bir önemi yok, önemli olan nesnel açıdan kimin devrimin karşısında durabileceğidir der. Bunu becerebilen kimse burjuvazinin temsilicisi o olur. Mansur Hikmet Bahtiyar, Bazargan ve Humeyni Şerif İmami, Hüveyda ve Şah’ın devamıdırlar diyor. Çünkü Şah’ın koruyamadığı ekonomik düzen ve ilişkileri devrim karşısında koruyabildiler. Sol’un kellesi vurulmalı: Humeyni 18-19 Haziran 1981’de bunu yaptı. İslam Cumhuriyeti kurbanlarının yüzde sekseni komünist olan yüz bin üzerinde siyasal idam gerçekleştirdi. Bu burjuva siyasetinin ve çıkarlarını korumanın ta kendisidir. Humeyni ilk iş başına geldiği dönemde birçok sol güç bu rejime fırsat verin, bu rejim Amerika’ya karşıdır diyordu. Mansur Hikmet bir rejim işçilerin çıkarlarını koruduğu ölçüde devrimcidir, başka bir ölçütü de kabul etmiyoruz diyordu. Rejimi bu biçimde gerekçelendirmeyi 2 Hordadçı opozisyonda günümüzde de görebiliyoruz. Hatemi ve Şirin Ebadi’nin peşinden gidenler ve toplum nezdinde deşifre olan güçler bu siyasetin sürdürücüleridir.

Bunlar Devrimci Marksizm’in en önemli kuramsal özgüllükleridir. Burada Mansur Hikmet’in bu dönemdeki bütün görüşlerini açıklama fırsatı yok. Yalnızca bunlara başlıklar halinde değineceğim. Önemli bir özelliği İran Solu’nda popülizmi ve halkçı sosyalizmi eleştirmek olan Devrimci Marksizm gerçekte Marksizm silahını yalancıl temsilcilerinden geri almaktır. Bu Sol daha sonraları Mansur Hikmet’in ulusalcı-İslamcı hareket olarak adlandırdığı büyük siyasal bir ailenin üyesidir. Devrimci Marksizm gerçekte bu ulusalcı-İslamcı hareketin sol kanadıyla kuramsal tartışma ve mücadeleye girdi. Çünkü kuramsal silahını bileyip burjuvaziyle göğüs ğöğüse çarpışmaya hazırlanmalıydı. Marksizm’in adı ve bayrağı geleneksel Sol’un elinden alınmalı, radikalizmi, insancıllığı, yadsıyıcı potansiyeli ve gücü Marksizm’e geri kazandırılmalıydı. Bu, Devrimci Marksizm’in üstesinden başarıyla geldiği rolü ve göreviydi.

 

İkinci Bölüm: İşçi Komünizmi

İşçi komünizminin düşünce sisteminde toplumsal hareketler önemli bir konuma sahipler. Topluma ve siyasal gelişmelere toplumsal hareketler açısından bakmak işçi komünizminin özgüllüklerinden biridir. Bana göre toplumsal hareketler konusu Mansur Hikmet’in Marksizm’e önemli katkılarından biridir. Tarihin yasallığı Marksizm’in temel savlarından biridir. Tarih rastlantısal bir süreç değil üretimin maddi koşulları ve üretici güçlerin gelişiminin bir türevidir. Ancak üretimin maddi koşulları ve üretici güçlerden siyaset ve siyasal gelişmelere giden yol doğrudan, dolayımsız bir yol değildir.. Üretimin maddi koşullarından üretim ilişkilerine ve sınıflara, oradan da toplumun siyasal üstyapısına, yönetim biçimlerine, devletlere ve siyasi partilere varılır. Klasik Marksizm’in tarih bilimi ve eleştirisi özet olarak böyledir. Mansur Hikmet bu çözümlemeye yeni bir halka ekler. Ona göre sınıflardan doğrudan siyasete, partileler ve partileşmelere varılmaz. Siyaset ve partilerden önce siyasal ve düşünsel erek ve ufukların, siyasal partiler, önderler ve kişilerin oluşumlarının toplumsal zemini ve temeli olan toplumsal hareketler gelmektedir. Komünizmin salt düşünsel, kuramsal hatta siyasal bir sistem olmadığı, Marx’tan önce bile varolan geniş toplumsal bir hareket olduğu savı Mansur Hikmet’in işçi komünizminin başlangıç noktasıdır. Mansur Hikmet’e göre partileri tanıyıp gerçekten eleştirebilmek için öncelikle toplumsal hareketler tanınmalıdır. İşçi komünizmiyle öteki komünizmler arasındaki ayrım da bu temele göre açıklanmaktadır. Ayrılık yalnızca düşünsel düzenekler, kuramlar ve siyasetlere değil proleter olmayan komünizmlerin başka sınıfsal hareketlere ait olmaları, başka sınıfların ufkunu, erek ve ülkülerini temsil ettiklerine ilişkindir. Proleter olmayan komünizmlerin bu toplumsal eleştirisi “Farklarımız” adlı yazıda derinlemesine ve ayrıntılı biçimde açımlanıp açıklanmıştır. Mansur Hikmet’in işçi komünizmini tanımak için bu temel, kapsamlı bir yazıdır. Mansur Hikmet işçi komünizminin Marx’ın komünizminden başka bir şey olmadığını söyler. “İşçi” sıfatı öteki sınıfların komünizminden farklılığını imler. Mansur Hikmet işçi komünizmini Marx ve Engels’in öteki sınıfların sosyalizmlerini, feodal ve burjuva sosyalizmleri eleştirdikleri ve kendi komünizmlerini bunlarla karşıtlık içinde ortaya attıkları Komünist Manifesto geleneğinin devamı sayar. İşçi komünizminin Marx’ın komünizminin devamı olduğundan kuşku duyulamaz. Ancak bana göre Mansur Hikmet’in komünizminde toplumsal hareketler ve komünizme düşünsel bir hareket ve düzenek olarak değil toplumsal bir hareket olarak bakmak açık, belirgin biçimde dile getirilmekte, toplumdaki bütün partilerin siyasal değerlendirmesi ve eleştirisine kadar genişletilmektedir. Marx’ın görüşlerinde bu konu bu açıklık ve derinlikle değerlendirilmiyor. Çünkü o dönemde böyle bir zorunluluk söz konusu değildi. Çünkü o dönemde komünizm ve Marksizm bizim dönemimizde olduğu kadar uluslararası siyasette belirgin bir konuma sahip değildi, öteki sınıfların toplumsal hareketleri ereklerine kavuşmak için Marksizm’e asılmamışlardı. Bu zorunluluk Mansur Hikmet’in döneminde ortaya çıktı, işçi komünizmi bu zorunluluğa verilen karşılıktır.

Sovyet deneyiminin eleştirisi ve toplumsal hareketler

Toplumsal hareketler temelinde siyasal eleştiri yöntemi Mansur Hikmet tarafından ilk kez Sovyetler’le ilgili tartışmalarda ortaya atılıp kullanıldı. Mansur Hikmet komünizmi toplumsal bir hareket olarak değerlendirme düşüncesinin ilkin Sovyetler deneyiminin çözümlemesi ve eleştirisi sürecinde aklına geldiğini söylemişti. Sovyetler Birliği sorunu 85-86 yıllarında İran Komünist Partisi’nde bir dizi seminerde ele alınmıştı. Sovyet Tartışmaları Bülteni’nde de yayımlanan Mansur Hikmet’in eleştirisinin özü Rusya işçi devriminin yenilgisini Avrupa’yla rekabet edebilen güçlü, endüstüryel bir Rusya kurma hareketi olan Rusya endüstriyel burjuvazisinin son çözümlemede Lenin’in Bolşevizmi’ne karşı üstün gelmesi, Parti ve devletin denetimini ele geçirmesine bağlamasıdır. Rusya’da sosyalizmi kurma ufku ve hareketine karşı üstün gelen şey endüstriyel Rusya kurma ufku ve hareketidir. Bu hareket, sonunda, sosyalizm adı altında devlet kapitalizmi sistemini kurmayı başarır. Mansur Hikmet’in bu eleştirisi aynı zamanda Sovyetleri eleştiren geleneksel Sol’un görüşlerinin -Sovyetler sorununu konseylerin yokluğu, demokrasi eksikliği, Stalin’in sapmaları vs. ile açıklamaya çalışan görüşlerin- de eleştirisidir. Mansur Hikmet bütün bunlar devrimin yenilgisinin nedenleri değil sonuçlardır der ve Sovyetler devleti ve Parti’de Rusya’nın endüstrileştirilmesi hareketinin ülkü ve ereğinin üstün gelmesi açık çözümlemesi ve savı temelinde niçin Sovyetler’de böyle bir durumun ortaya çıktığını parlak biçimde gösterir.

Devrimci Marksizm Sovyetler sorununa açık bir yanıta sahip değildi, doğrusu sahip olamazdı da. Çünkü söylediğim gibi Devrimci Marksizm’in görevi ve varlık nedeni proleter olmayan geleneksel Sol’un kuramsal ve siyasal eleştirisidir, Sovyetler deneyimi bu düzeyde derin biçimde yanıtlanamamaktadır. Bu sorunu kuramsal yanlışlar veya sapmalar temelinde açıklamak olanaklı değildir. Bu sorun yalnızca komünizm toplumsal bir hareket olarak göüldüğünde açıklanabilir.

Mansur Hikmet bu düşünceyi 1986’da İKP İkinci Kongresi uğrağından işçi komünizmi adıyla anılan tartışmalarda izledi, genişletip derinleştirdi. Bunun sonucu 1991’de Komünist-İşçi Partisi’nin kuruluşuydu. Doğal olarak işçi komünizmi toplumsal hareketler konusundan çok daha kapsamlı, çok daha bütünlüklüdür, ne var ki burada bütün yönlerini değerlendirmemiz olanaksızdır. “İşçi Komünizmi Seminerleri” ve “Farklarımız” işçi komünizminin tanınması için paha biçilemez kaynaklardandır. Bu yazılar Mansur Hikmet Vakfı İnternet sitesinde de bulunmaktadır, hepinizi bu yazıları incelemeye çağırıyorum.

İşçi komünizminin bütünlüklüğü

“İşçi” sıfatı işçi komünizminin salt işçilerin sorunları ve istekleriyle ilgili olduğu, yalnızca işçi hareketi veya sosyalizme ilişkin olduğu, öteki hareketlerden farkının işçi komünizminin sosyalizm istediği, ötekilerinse istemediği sınırlı biçimde değerlendirilmemelidir. Böyle bir şey Marx’ın döneminde geçerli olabilirdi ama günümüzde kesinlikle öyle değildir. Günümüzde işçi komünizmi hareketi özgürlüğün, insanlığın ve uygarlığın bütününü temsil etmektedir. Bir zamanlar öteki toplumsal hareketler de sekülerizm, kadın erkek eşitliği, özgürlük ve toplumsal adalet için savaşım veriyorlardı. Ancak günümüzde artık öyle değildir. Siyaset alanının merkezinde olup bu ülküler için mücadele eden başka bir sınıf, toplumsal hareket, siyasal parti ve kişilikler bulunmamaktadır. Batı serbest piyasa düşünürlerinden Muktada Sadr’a ve bu iki kutup arasındaki siyasal, düşünsel herhangi bir harekete kadarki bu geniş yelpazede kadın erkek koşulsuz eşitliğini, Büyük Fransız Devrimi’nin ortaya attığı biçimiyle devlet işlerinin ve eğitimin, toplumun yasaları ve ceza hukukunun dinden ayrılığı anlamında sekülerizmi, kayıtsız koşulsuz siyasal özgürlükleri kim temsil ediyor? “Yurttaş” kavramını, yurttaşların eşit haklarını kim temsil ediyor? Hiç kimse! Tersine hepsi siyasetlerinde dine, nasyonalizme, ırkçılığa, kültür göreceliğine vb. için yer açmışlardır. Günümüzün bu demokrasi temsilcileri özgürlük, sekülerizm ve yurttaşlık haklarını savunma hareketinin öncüleriyle karşılaşsalardı hepsi giyotine yollanırdı. Bu yüzden günümüzde Büyük Fransız Devrimi’nin de mirasçısı işçi komünizmidir. Tüm bu siyasal, düşünsel gericiliğin karşısında işçi komünizmi durmaktadır. Mansur Hikmet 11 Eylül’den sonra uygar dünyanın temsilcisi biziz derken ajitasyon yapmıyor, abartmıyor, açık bir gerçekliği dile getiriyor. Günümüzde uygar dünyayı, insancıl dünyayı, odağı insanlık olan dünyayı yalnızca işçi sınıfı ve işçi komünizmi temsil etmektedir. Günümüzde tarihin bütün yükü Mansur Hikmet gibi bir düşünürün omuzlarındadır. Tarih boyunca insanlığın özgürlüğü ve kurtuluşu için yapılan mücadelelerin hiçbirini işçi komünizmi dışında bir hareket temsil etmemektedir. Bu, kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçektir. Günümüzün en radikal düşünürleri ve siyasal hareketlerin söylediklerine bir göz atın. Dini yeniden devlet işlerine, eğitime ve toplumun yasalarına sokmuşlardır. Yüzlerini etnik, ırksal nasyonalizme dönmüşlerdir. Kamunun gönencini, devletin topluma karşı sorumluluklarını temelden yadsımışlardır. Bütün bu soysuzlaşma sürecini açıklamak için de kültür göreceliği, tarihin sonu gibi çeşit çeşit kuramlar ve görüşler ortaya atmışlardır.

İşçi komünizminin [işçi] sosyalistlerin[in] hareketi olduğu doğrudur. Ancak konu günümüzde özgürlük ve insanlık için savaşımın bütün yönleri ve boyutlarıyla sosyalistlerin omuzunda olduğudur.

Yeni dünya düzeni karşısında işçi komünizmi

Söylediğim gibi Devrimci Marksizm Marksizm’i kendi ayakları üzerinde yükseltmek için sol kamp içinde kuramsal bir mücadeledir. İşçi komünizmi dönemi bu aile içi kavga bittiğinde, Devrimci Markszim kazandığında, kuramsal açıdan İran Solu içinde baskın eğilime dönüşüp İran Komünist Partisi’ni kurduğunda, kuramları onaylandığında, geniş ölçekte okunup Kürtçe ve Arapça’ya da çevirlidiğinde ve geniş bir bölgede yaygınlaşıp etkinleştiğinde başladı.

Sovyetler’in dağılmasından sonra Marksizm iddiasındaki proleter olmayan eğilimler bayraklarını indirip kendi hareketlerinin gerçekliğinden kaynaklanan görüş ve kuramlarına döndüler. Sol adı altında burjuva ve küçük-burjuva görüşlerin eleştirisi işlerliğini yitirdi. Bu uğrakta Marksizm’i yaşatıp saygınlığını koruyabilen kişi Mansur Hikmet’tir. Üstelik Mansur Hikmet bunu proleter olmayan Sol’a karşı değil Sovyetler’e karşı zaferinden dolayı ipini koparan, zafer sarhoşluğuyla özgürlük, eşitlik ve insanlığın izini taşıyan her şeye saldıran uluslararası burjuvaziye karşı yapar. Mansur Hikmet işçi komünizmi bayrağıyla bu savaşa girer. Lenin’i indiriyorlar, Marx’ı gömüyorlar, tarihin sonuna vardığımızı bile savunuyorlar. İşte tam bu uğrakta Mansur Hikmet Komünist-İşçi Partisi’ni kurar. İşçi komünizmi artık Marksizm adı altındaki burjuva görüşlerle değil doğrudan doğruya toplum içinde, burjuva kuramlarla karşı karşıya gelir, demokrasi, parlamentarizm, nasyonalizm ve dine karşı savaş açar. Soğuk Savaş sonrası, Yeni Dünya Düzeni dünyasıyla mücadeleye girişir. Mansur Hikmet’in karşısında artık popülizm, Maoizm veya gerillacılık değil serbest piyasa kapitalizmi, Dünya Bankası, Tatcherizm, Reganizm, NATO, uluslararası gericiliğin iki kutbu Batı devlet terörizmi ve siyasal İslam yer almaktadır. Bu dönemde Mansur Hikmet “Yeni Dünya Düzeni’nin Kanlı Gündoğumu”, “Demokrasi: Kuruntular ve Gerçekler”, “Ulus, Nasyonalizm ve İşçi Komünizminin Programı” gibi yazı ve yapıtlarıyla burjuva devletleri, siyaset ve hareketleri eleştirip deşifre eder. İran siyaset alanında da İslam Cumhuriyeti rejiminin bütünlüğü ve yurtiçi ve yurtdışındaki rejim yanlısı opozisyonun karşısında kararlıkla duran yine işçi komünizmidir. Ancak işçi komünizminin savaşım alanı İran’la sınırlı değildir, bu alan bütün dünyadır. Mansur Hikmet işçi komünizmine ilişkin ilk tartışmalarında önümüzde belirleyici çatışmaların bulunduğunu, komünizmin her yandan baskı altında tutlacağını ve bu çatışmalara hazırlanmak gerektiğini vurgular. İran Komünist Partisi Üçüncü Kongresi’nde, 1987’de, Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla Batı da konumunu yitireceğini, dünyanın siyasal dengesinin bozulacağını öngördüğünü anımsıyorum. Sol’u vuracaklardır, ama dünya sol gereksinir der. Soğuk Savaş sonrası dünya özgürlük getiremeyeceği, yoksulluk, ayrımcılık ve eşitsizliği çözemeyeceği gibi her şey gerileyeceğinden dolayı ve tam bu da bu nedenle dünyanın gerçek sola, proleter sola gereksinimi de artacaktır. Çok sürmeden Batı kapitalizminin Doğulu rakibine karşı zaferinin doruğunda ortaya atılan Mansur Hikmet’in bu görüşleri doğrulandı. Günümüzde dünya Batı ve İslami terörizmlerin at koşturdukları alana dönüşmüş durumdadır. Serbest piyasa demokrasisinin zaferi ve dar bakışlı yandaşlarının gürültü patırtıları sona ermiştir. Dünya insanları Marx’ı millenyum adamı olarak seçtiler. Mansur Hikmet’in partisi ve hareketi günden güne genişleyip etkinleşmektedir.

Bir başka deyişle işçi komünizmi dünya çapında en sağ görüşlerin ve öğretilerin zafer kazanıp üstün geldikleri koşullarda toplumsal bir hareket olarak komünizmin bayrağının yükseltilmesidir. Devrimci Marksizm bu dünyayı karşılayamazdı. Masnur Hikmet daha İKP’nin kuruluşu uğrağından Devrimci Marksizm’in tarihsel görevini yerine getirdiğini ve ötesine geçilmesi gerektiğini ayırt etmişti. 90’lı yıllarda dünya çapında gerçekleşen olaylar Mansur Hikmet’in bu görüşlerinin doğruluğunu ve işçi komünizminin gerekliliğini açıkça herkese gösterdi.

Son olarak Mansur Hikmet’in düşünce sisteminde kuramın canlı, devingen konumunun göstergesi olan işçi komünizminin birkaç temel ögesine dokunacağım. Kuramın Mansur Hikmet için ne denli canlı olduğunu, tarihsel uğrağıyla ne denli içi içe olduğunu göstermek istiyorum. Marksizm bir dizi gerçekleri açıklayan, Marksistler’in de bu gerçekleri Marksist klasikleri inceleme yoluyla anladıkları durağan bir bilim değildir. Marksist kuram insanların daha iyi, daha özgür ve daha gönençli bir yaşam için toplumsal pratiklerine verilen gerçek bişr karşılıktır. İşçi sınıfı kendisine ve bütün topluma özgür, insancıl ve eşit bir yaşam sağlama kesintisiz mücadelenin önünde yer almakta ve bu mücadelenin eksenidir, Marksizm bu gereksinimin yanıtıdır. Kuram Mansur Hikmet için işte bu kapasitede ortaya çıkmaktadır. Bu savımı temmelendirmek için Mansur Hikmet’in demokrasi, nasyonalizm, parti ve partileşme konusundaki görüşlerini ele alacağım.

İşçi komünizminin ulus ve nasyonalizm eleştirisi

Mansur Hikmet’in ulus ve nasyonalizm çözümlemesi ve eleştirisi Marksist klasiklerdeki görüşlerden farklıdır. Marx’ın döneminde ulusal hareketler bütünüyle gerici değillerdi, birçok durumda ilerici özgüllükler barındırıyorlardı. Toplumlar feodalizmi geride bırakıp yeni ülkeler, yeni uluslar oluşuyordu. Derebeyliklerden ve feodal toplumlara karşı ulusların oluşumu ileriye atılmış bir adımdı. Daha büyük, siyasal açıdan daha bütünlüklü bir ülke veya ulus ortaya çıktığında Marx doğru olarak bunun olumlu bir süreç ve işçilerin uluslararası hareketinin lehinde bir gelişme olduğunu düşünüyordu.

Lenin’in döneminde yeni ülke ve uluslar yaratma sorunu artık eksende yer almıyor. Bunan yerine ulusal azınlıkların hakları ve ulusların sömürgecilikten kurtulma sorunu vardır. Lenin üst ulusun nasyonalizmine karşı bastırılan ulusun mücadelesini destekliyor, ulusların sömürgeciliğin egemenliğine karşı mücadelelerini haklı ve ilerici sayıyor.

Mansur Hikmet kuramı geleneksel Marksistler’in anlayışıyla kitaplardan çıkarsaydı o da klasiklerdeki bu görüşleri yinelerdi. Ancak Mansur Hikmet’in yöntemi farklı. Ona göre bizim dönemimizde ulusal sorun Marx veya Len’in dönemindeki gibi değerlendirilemez. “Ulus, Nasyonalizm ve İşçi Komünizminin Programı” başlıklı parlak yazısında Mansur Hikmet tartışmasını ulus, ulusallık ve kendi kaderini tayin hakkının derin bir eleştirisine dek sürdürür ve niçin günümüzde Marksist klasiklerinin bu soruyu yanıtlayamadığını gösterir. Günümüzde, özellikle Sovyetler’in dağılmasından sonra ulusal sorun temelden değişikliğe uğramış durumdadır. Sovyetler’de ulusal sorun çerçevesi ve kapsamında geniş bir ülke parçalanıyor, farklı kavimler, uluslar ve ırklar çatışıp savaşmaya başlıyorlar. Bütün Doğu Avrupa’da, özellikle Yugoslavya’da etnik nasyonalizm facialar yaratıyor. Bu uğrakta nasyonalizm, ulus ve ulusallık kavramları daha geniş, daha bütünlüklü toplumların birlikteliğinin güvencesi olmadığı gibi varolan ülke ve toplumları ayıran ve dağıtan özelliktedir. Aynı temelde federalizm de Mansur Hikmet’in eleştirisine uğruyor. Federalizm de günümüzde anlamı ulus ve ulusallığa koşut olarak değişime uğrayan bir kavramdır. Mansur Hikmet’e göre federalizm reçetesi İran gibi bir ülke için kesinlikle gerici bir tasarı ve toplumu dağıtıcıdır. Eski dönemlerde federalizm ABD veya Federal Almanya örneklerinde olduğu gibi daha büyük toplumlar ve ülkeler kurmada ilerici rol oynadı. Ancak İranlı federalistlerin savunup istediği şey kesinlikle gericidir. Çünkü birinci olarak ABD veya Almanya’da olduğu gibi yönetsel federalizm değil etnik federalizmden söz ediyorlar ve ikinci olarak bunu halı hazırda geniş, büyük bir toplum ve ülke için istiyorlar. Federalizm reçetesi İran gibi bir ülke için yalnızca ulusal, etnik nefret ve ayrılığı artırıcı, toplumu bozucu bir etkiye sahip olabilir ve toplumun Yugoslavizasyonuna neden olur.

Ulus ve federalizm gibi kavramların ülkeler ve toplumları yok edici ve dağıtıcı olması tarihsel açıdan bütünüyle gericiliği ve gerilemeyi temsil ettiklerini gösterir. Komünistler bunun karşısında durmalıdırlar. Bu da Mansur Hikmet ve devingen bakış açısının yerine getirdiği görevlerdendir.

Mansur Hikmet’in demokrasi eleştirisi

Dönemimizin sorunlarına canlı, yaratıcı biçimde yaklaşımın örneklerinden biri de Mansur Hikmet’in demokrasi eleştirisidir. Demokrasi Sol hareketin tarihinde olumlu bir kavramdır. Demokrasi feodal despotizmin karşısında yer alıyordu. Bu da toplumun soyluların mutlak egemenliğinden kurtulması, parlamentolara sahip olması, toplumda halkın demokratik hukukunun tanınması, güçler ayrımının gerçekleşmesi vs. demekti. Bu hareketin feodal toplumlar karşısında ilerici ve savunulabilir olduğu açıktır. Ne var ki bizim dönemimizde demokrasi başka bir içeriğe sahip, başka bir konumdadır. Batı’nın bayrağını yükselttiği demokrasi, ne Soğuk Savaş döneminde ne de Sovyetler’in dağılmasından sonra, insanların özgürlüğü ve demokratik haklarıyla ilişkili değildir. Tam tersine demokrasi bu özgürlüklere karşı çıkmanın parolasıdır. Batı Bloğu için Sovyetler, Doğu Bloğu, eşitlikçi ve özgürlükçü ülküler ve komünizme karşı çıkmasının parolasıdır. Sovyetler’in gerçekte komünizm ve Marx’ın özgürlükçü ülküleriyle hiçbir ilgisinin olmadığı doğrudur ancak bu bloğa yakıştırılan “komünist” sıfatı Batı’nın propaganda ve askeri makinasına komünizme karşı en şiddetli saldırılarını demokrasi adıyla gerçekleştirme olanağı sağlamaktadır. Demokrasi her şeyden önce Sovyet Bloğu’na karşı başka bir siyasal bloğun adıdır. Bu bolkta Tatcher de yer alıyor General Pinochet de, Batı Bloğu üyesi bütün Latin Amerikalı, Afrikalı ve Asyalı askeri diktatörlükler de. Soğuk Savaş sonrası dünyada da durum yine öyle. Demokrasinin gerçek anlamını bugün Irak’ta görüyor deneyimliyoruz. Ancak demokrasinin günümüzde kazandığı bu özel içeriğinin yanı sıra Mansur Hikmet “Demokrasi: Kuruntular ve Gerçekler” adlı yazıda demokrasinin klasik ve liberal anlamlarını da derinden eleştiriyor ve karşısına konseyler yönetimi sistemini öneriyor. Bana göre “Demokrasi: Gerçekler ve Kuruntular” başlıklı yazı gerek klasik gerek günümüzdeki anlamıyla demokrasiye yöneltilmiş en kapsamlı, en derin Marksist eleştiridir.

Son olarak Mansur Hikmet’in düşünce sisteminde parti ve partileşme kavramının gelişimini değerlendireceğim.

Siyasal erk ve parti kuramı

Mansur Hikmet’ın bakış açısında parti tanımı ve kuramı ve bu temelde önüne koyduğu pratik ve eylem kuramın yaratıcı biçimde işletilmesinin parlak, biricik örneklerindendir.

Daha Komünist Militanlar Birliği’nin oluşum uğrağında [komünist] partinin kurulması Mansur Hikmet’in ilkesel ereklerinden biriydi. Geleneksel Sol’un partiyi kurma –daha doğrusu kurmama- kuramı “birleşme kuramı” adında bir görüştü. Bu görüşe göre komünistler yalnızca işçi hareketiyle birleştiklerinde parti kurabilirler. Gerçekte parti kurma ereği gütmeyen geleneksel Sol örgütler bu kuramdan parti kuruluşunu gelmeyecek bir geleceğe ertelemelerini gerekçelendirmek için yararlanırlar ve siyasetin marjinlerindeki yaşamlarını sürdürürler. Devrimci Marksizm bu görüşü eleştirdi. Mansur Hikmet parti kurmak için herhangi bir koşulu tanımadığını bildirdi, partiyi proletaryanın bağımsızlığının simgesi olarak tanımladı ve bu bağımsızlığı Devrimci Marksizm’in elde ettiğini söyledi. İran Komünist Partisi bu görüş temelinde kuruldu. Ne var ki bu kuram Mansur Hikmet’in siyasal yaşamının başka bir kesiti için, işçi komünizmi hareketi için artık yetersizdir. Komünist-İşçi Partisi İkinci Kongresi’nden başlayarak “Parti ve Toplum” ve “Parti ve Siyasal Erk” başlığıyla ortaya attığı tartışmalar partinin yeni bir tanımını sunar. Mansur Hikmet parti ve baskı grubunu birbirinden ayırır, siyasal erki ele geçirme iddiasında ve gücünde olmayan parti, toplumda erki ele geçirmenin bir tarafı olmayan parti siyasal bir parti değil bir baskı grubudur der. İran Komünist Partisi’nin kuruluş döneminde, solcular birleşme kuramıyla parti kuruluşunu olanaksızlığa ertelediklerinde Mansur Hikmet bu kuramı eleştirerek ve proletaryanın bağımsızlığının simgesi olarak parti savıyla Komünist Parti’yi kurdu. On beş yıl sonraysa partinin yeni bir tanımını ortaya atıp varlığını siyasal erk koşuluna bağladı. Niçin? Komünist Parti’nin kuruluşu uğrağında Mansur Hikmet’in kuramı ve görüşü yanlış mıydı? Baskı grubu mu oluşturdu? Yeni görüş kendi geçmiş görüşlerinin eleştirisi midir? Bütün bunlara yanıtın olumsuz olduğu ortadadır. Bu iki görüş karşıtlık içinde değiller, birbirlerinin kuramsal eleştirisi olarak ortaya çıkmadılar. Tersine, ikisi de kendi dönemlerinin gerçekliğinin eleştirisi, o uğrakta devrimci eylemin zorunluluğuna bir yanıt olarak oluşturuldular. Mansur Hikmet’in bu her iki uğraktaki yöntembilimi aynıdır. Ancak göndermede bulunduğu gerçeklik farklıdır. Parti ve Siyasal Erk tartışmasının ortaya atıldığı uğrakta işçi komünizmi toplumun ana sol hareketine dönüşmüş durumdadır, erke doğru yürüyüşü önündeki bütün kuramsal engelleri yolunun üzerinden kaldırmalıdır.

Marx sorunlar çözülmeleri olanklılaştığında ortaya çıkarlar der. Devrimci Marksizm İran Komünist Partisi’nin kuruluşu uğrağında kendisini siyasal erki ele geçirmeye yakın görmüyordu. Ne İran’ın siyasal koşulları böyle bir konuyu perspektifine yerleştiriyordu ne de Devrimci Marksizm’in toplumsal etkinliği ve konumu böyle bir olasılığı gerçekleşebilir gösteriyordu. Ancak siyasal erkin ele geçirilmesi gerek toplumsal açıdan gerek Komünist-İşçi Partisi’nin konumu itibariyle perspektife yerleştiği 90’lı yılların son döneminde Mansur Hikmet partisi ve hareketini bu yöne doğrulttu. Birleşme kuramının eleştirisinin Devrimci Marksizm için yerine getirdiği görev neyse parti ve siyasal erk işçi komünizmi ve toplumsal açıdan hazırlanıp güçlendirilmesi için yerine getirdiği görev odur. Devrimci Marksizm için parti kuramı parti kurmak istemeyen görüşlerin yanıtıdır. İşçi komünizmi içinse parti kuramı temelde siyasal erki ele geçirme gündemine sahip olmayan kuramların eleştirisidir.

Bu her iki görüş, nasyonalizm ve demokrasi eleştirisinde olduğu gibi komünist mücadelenin farklı koşullar ve konumlardaki zorunluluklarına verilen pratik, radikal karşılıklardır.

Parti ve Toplum ile Parti ve Siyasal Erk tartışmaları pratik açıdan partinin siyasal eylemini aydınlığa kavuşturmada belirleyici önem ve konumda olan Mansur Hikmet’in Marksist parti kuramına son kuramsal katkılarındandır. Bu görüşlerin ortya çıkışı özünde partimizin nesnel olarak siyasal erki ele geçirme eşiğinde olduğunu göstermektedir. Bunun gerçekleşmesi Mansur Hikmet kuramlarının nihai, geri dönülmez zaferi olacaktır ve kendi deyişiyle dünyayı yorumlamaktan dünyayı değiştirmeye geçişte işçi komünizminin dönüm noktasını imleyecektir.

* * *

Tartışmamı sizleri Mansur Hikmet’in yapıtlarını incelemeye çağırarak sonlandırıyorum. Onun yazıları canlı, sade ve anlaşılırdır. Mansur Hikmet’in görüşlerinin canlılığı ve zindeliği kavramlardan değil yaşamdan başladığındandır. Bu yüzden de en derin kuramsal görüşleri bile canlı, kavranabilir ve anlaşılabilirdir. Mansur Hikmet “Farklarımız”da bir yerde geleneksel Sol açısından kuramsal tartışmalar şimdiye dek aile için bir konuydu, yalnızca bu Sol’un kendisinin anlayıp içinden çıkabildiği bir dille yazılan karmaşık siyasal kavramlar ve terimlerin bir kümesiydi der. Mansur Hikmet’in gerek Devrimci Marksizm dönemindeki gerek –ve de özellikle- işçi komünizmi dönemindeki kuramsal tartışma ve yazıları sol’un bu kendi içine dönüklüğünün tam karşısında yer almaktadır ve kuramın yaratıcı, devingen ve yol açıcı biçimde işletilmesinin parlak örneklerindendir. Mansur Hikmet’in tartışmaları açık, dolaysız ve anlaşılırdır çünkü doğrudan doğruya insanlığa ve çağdaş insanlığın uğraştığı sorunlara bağlıdır. Marx insan için temel insanın kendisi der. Mansur Hikmet’in kuramlarının kökü ve temeli de insandan başka bir şey değildir.

İlk kez İran Komünist-İşçi Partisi yayını Enternasyonal’in İkinci Dönem, 8 ve 11 Haziran 2004 tarihli 32. ve 33. sayılarında Farsça yayımlandı.

Hamit Taqvai İran Komünist-İşçi Partisi’nin lideridir.

 

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *