ULUSLARARASI KOŞULLAR VE KOMÜNİZMİN DURUMU

 

  1. HİKMET

(Aşağıdaki metin asıl olarak 1988 Aralığında yazılmış bir raporun hafifçe kısaltılmış çevirisidir. Mansur Hikmet tarafından kaleme alınmış ve İran Komünist Partisi üçüncü Kongresine sunulmuştur. Mansur Hikmet, kurucu üyesi olduğu İKP’den, Kasım 1991’de, partinin liderlik kadrosundaki (İKP polit bürosu) diğer üyelerle birlikte İran Komünist İşçi Partisini kurmak üzere ayrılmıştır. İran Komünist İşçi Partisinin biçimlenimi üzerine Bildiri, burada ek olarak yeniden basılmıştır.)

Son birkaç yılda uluslararası ekonomi ve politika alanında meydana gelen olaylar kuşkusuz olağanüstü. Bunlardan halen sürmekte olan en önemlisi, Sovyetler Birliği’nde ve bununla yakından bağlantılı olarak, emperyalist güçlerin ilişkilerinde yapılan köklü değişikliklerdir. Nükleer silahların azaltılması üzerinde yapılan anlaşmalar ve SSCB’nin uluslararası sahnedeki konumunda meydana gelen değişim bu gelişmelerin yalnızca bazı belirtileri. Kapitalist ekonomi içinde devletin rolü sorusu üzerine, bütün uluslararası burjuvazinin saflarında köklü değişimler gerçekleşti. Ekonomide devlet kapitalizmi ve devlet müdahalesinin çeşitli örnekleri yalnızca Doğu Avrupa’da değil bütün endüstriyel toplumlarda da, yeniden –gözden– geçirmeye tabi tutuldu. Kriz ve çatışmanın uluslararası merkezlerinde –Afrika, Asya, Ortadoğu ve Latin Amerika’da– önemli gelişmeler meydana gelmek üzere. Emperyalist tahakküm altındaki ülkelerde elliler ve altmışların ekonomik kalkınma stratejileri iflas etti ve bu ülkelerin çoğunluğu için kalkınma sorunu ekonomik olarak ayakta kalabilme sorununa dönüştü. Yalnızca “özgürlük” hareketleri değil, böylesi hareketlerin iktidara geldiği ülkeler de, Batıya doğru eşi görülmedik bir dönüşe başvurdu. Sosyalizm ve Marksizm, bağımsızlık ve “anti -emperyalizm” mücadelelerinin ideolojik ve sığınağı sıfatıyla nüfuzunu kaybediyor. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da sosyal demokrasi ve burjuvazinin sol kanadı bir bütün olarak derin bir ideolojik programatik krize yuvarlandı. Politik ve ekonomik görüş ve yöntemlerinin ilkelerini gözden geçirmekle ve sağa doğru yapısal ve köklü bir sapma yapmakla meşguller. Sendikaların gücü bu ülkelerde çarpıcı bir biçimde zayıfladı. Emperyalist tahakküm altındaki ülkelerde “devlet formu”nun krizi –geç yetmişlerin ve erken seksenlerin dünyasının özniteliklerinden birisi– emperyalist güçler arasında artan uzlaşmalardan oluşan bir geri plan karşısında giderek çökmeye başladı. Tahakküm edilen ülkelerdeki burjuvazi daha geniş bir eylem alanına ve daha fazla politik bağımsızlığa sahip olageldi, vs.

Bu gelişmelerin hiçbirisi gökten zembille inmedi. Birçoğu daha üç yıl öncesinden açıkça görülebiliyordu. Hepsi de, daha sürekli ve köklü eğilimlerin sonucu olarak, kapitalizmin savaş sonrası dönemindeki gelişimi içinde köklenmişlerdi. Ama son dönemde belli olan –SSCB’deki gelişmelerle özsel olarak bağlantısı içinde– şu ki; bu değişimler, bir bütün olarak, geriye döndürülemez ve bütünüyle yeni duruma yol açıyor. Kapitalist dünyanın ekonomik, politik ve ideolojik profilinde köklü değişimlere tanık oluyoruz; işçi sınıfının yaşamı ve kavgası ve komünist devrim için kavganın koşulları ve gereklilikleri üzerinde derin etkilere sahip olacak değişimler.

İKİ NİHAİ YÖNSEME

Güncel durum iki temel olguyu haklı çırakıyor:

1– Bir yanda kapitalizmin son birkaç onyıldaki akılalmaz büyümesi ve toplumun üretici kapasitelerinde meydana gelen muazzam devrim, diğer yanda aynı dünyada yüzbinlerce milyona varan miktarda emekçi ve mülksüz kitlelerin payına düşen darlığın korkunç boyutları komünizmi nesnel olarak, bütün insanlığın kurtuluşu için olgusal, gerçekleştirilebilir ve zorunlu bir yol haline getirdi.

2– Burjuva komünizmleri ve burjuva sosyalizmleri bütün kolları ve mezheplerinde bir çıkmaza girdi ve ölüm sancıları çekiyor. Ama bu çıkmaz ve çöküş, şu anda toplumsal tutarlılık ve güçten yoksun olan radikal, işçi sosyalizm(in)in baskısı altında değil uluslararası burjuvazinin sağ kanadının saldırıları karşısında gerçekleşiyor. Burjuva sosyalizmlerinin yozlaşması ve parçalanması –ister Çin ve Sovyet deneyimleri formunda, Sosyal Demokrat ve Avrupa komünizminin yazgılarında olsun isterse de emperyalist tahakküm altındaki ülkelerdeki anti-emperyalist popülizim şeklinde– kısa vadede işçi sosyalizminin güç kazanmasına değil burjuvazinin soyalizm ve işçi devriminin karşısında politik ve ideolojik tutarlılığına yol açıyor.

Böylece, başka hiçbir zamanda, toplumun komünist devrim gereksinimi, ortak mülkiyet üzerine kurulacak toplumun inşası için üretim koşullarının olgunluğu ve bu dönüşümü üstlenecek örgütlü politik gücün tümden yokluğu arasındaki çelişki bu kadar apaçık hale gelmemişti.

Kapitalizmin savaş-sonrasi yıllardaki devasa gelişimi yeterince açık. Teknolojinin hızlı büyümesi yakın onyıllardaki elektronik ve bilgisel devrim, robotların ve bilgisayarlı sistemlerin üretim ve dağıtım uygulanmasındaki eşi görülmedik yaygınlaşma bu gelişimin niceliksel boyutlarına işaret ediyor. Ama daha köklü gerçeklik, kapitalist üretim ilişkilerinin geri kalmış ülkelere ve eski sömürgelere genişlemesinde, yüzbinlerce milyon insanın ücretli emek piyasasına aktarılmasında ve bu ülkelerdeki üretim etmenlerinin ve tüketim piyasasının dünya kapitalist sistemi ile bütünleşmesinde yatıyor. Kapitalizmin bu devasa gelişimi ve bunun uluslararası ölçekte burjuvazinin politik ve ekonomik örgütlenmesinde zorunlu kıldığı köktenci değişiklikler, aslında, politik ve ideolojik düzeylerde ve burjuvazinin farklı kesimlerdeki içsel ilişkilerde meydana gelmiş gelişmelerinin kökensel nedenidir. Proleter olmayan sol düşünce çerçevesinde bu gerçeklik kapitalizmin 70’ler ve 80’lerdeki kronik krizi konusundaki üslupçuluk ardında ucuzlatılarak yadsınıyor ya da sosyalizm süreci üzerine umutsuzluk saçmak ve sosyalist devrimi daha uzak bir geleceğe ertelemeyi gerekçelendirmek için kullanılıyor. Bununla beraber, işçi devrimi bakışaçısından aynı gerçeklik sosyalist dönüşüm için daha elverişli koşulların varlığını belirtir. Emek ve sermaye arasındaki çelişki bugün açıkça bütün dünyada toplumsal hareketleri mahmuzlayan güç haline dönüşmüş ve çağımızın bütün politik çatışmalarına çoktandır damgasını vurmuştur.

Kapitalizmin gelişmesine işçi sınıfının politik erkinin sağlamlaşması eşlik ediyor. İşçi sınıfı üretimde ve sonuçta, gizil olarak politikada uluslararası alanda çok daha güçlü bir konuma ulaştı. Bu, Avrupa’daki solun anlayışı ve sendika hareketinin durumunu çıkış noktası olarak alanlara –Avrupa’daki Sosyal Demokrasi ve üniversite Marksizm’inin kısa görüşlülüğünce bağlanmış olanlar– şaşırtıcı gelebilir. Bize; üretimin modernizasyonu, çelik ve kömür gibi geleneksel ağır sanayinin batışı ve hizmetlerin hızlı büyümesi ile birlikte proletaryanın toplam nüfus içindeki sayısal ağırlığının düştüğü; sendikaların etki ve güçlerini kaybettiği; işçi hareketlerinin barış, ekoloji vs., hareketlerince gölgelendiği; Sosyal Demokrasi ve Avrupa Komünizmi gibi işçi sınıfı tabanlı partilerin parlemantodaki yerlerini kaybettikleri ve sosyal kimliklerini yeniden tanımlamakla ve sosyalizmi öyle ya da böyle işçi sınıfıyla ilişkilendiren nosyonları gözden geçirmekle meşgul oldukları; Sovyet yanlısı partilerin bile şimdi açıkça bu Sosyal Demokrat yönelimi onayladıkları anlatılıyor. Bize, işçi sınıfı politikası, işçi sosyalizmi ve sınıf savaşımının bugün eski ve modası geçmiş kavramlar olduğu söyleniyor.

Proletarya ve burjuvazi arasındaki kavga ve emek-sermaye çatışması düşüncesinin ondokuzuncu yüzyıl kapitalizmine, buhar makinası çağı kapitalizmine, bir avuç Avrupa ülkesine hapsolmuş kapitalizme uygulanabilir olup da, sermayenin Afrika ve Asya’nın en uzak köşelerine ulaştığı bir dünyaya, dev üretim birimleri ve çok uluslu şirketlerin dünyasına, tek bir metanın üretim sürecinin yüzlerce fabrika ve girişimi ve çeşitli kıtalarda milyonlarca işçiyi birbirine bağladığı bir dünyaya uygunluğunu kaybetmiş olması gerektiği şaşırtıcıdır! Proletaryanın, ücret alan işçinin sayısal oranı modern üretimde düşmemekle kalmadı, proleter olmak dünyanın her tarafında yüzbinlerce milyon insanın yaşam tarzı haline geldi. Son onyılda gelişmiş Batı ve Birleşik Devletler’deki bütün toplumsal çatışma; Thatcherizm, Reganizm, Monetarizm’in, vs. doğruladığı gibi, burjuva sosyalizminin çöküşnü ilan ettiği aynı proletaryanın üretkenliğini yükseltmekten başka birşey üzerinde geçmemiştir. Son yirmi yılda emperyalist tahakküm altındaki bütün ülkelerde büyük bir işçi sınıfının doğuşu toplumdaki ekonomik bileşimi ve geleneksel politik denklemleri dönüştürdü. Brezilye, Arjantin, Kore, Filipinler, Güey Afrika, İran gibi ülkelerdeki politik krizler, kargaşalar ve devrimlerin tümü bu köklü gerçeklik içinde köklenmiştir. Bunlar, bu toplumların geleneksel politik üstyapılarının, taleplerini artan bir açıklık ve güçle dillendiren dev bir işçi sınıfının doğuşuna uydurulmasından kaynaklanan kargaşalardır.

İşçi sınıfının bakış açısı ve işçi sosyalizminin amaçları yönünden, kapitalizmin bu genel gelişme eğilimi, kuşkusuz çok daha elverişli nesnel koşullar yaratmıştır. Proleter saflar genişlemiş ve dünyanın dört bir yanındaki emekçi kitlelerin çoğunluğu için proleter kimlik; ulusal etnik ve ırksal kimliğe öncelik kazanmıştır. Öte yandan, teknolojinin ve insanlığın üretici güçlerinin devasa gelişimi, üretimin toplumsallaşmasının ve evrenselleşmesinin boyutları, bildirişim, bilgi, veri toplama ve vergilendirmede, vs., elektronik devrimin neden olduğu çarpıcı gelişmeler; üretim araçları veemek süreci üzerinde ortak mülkiyet ve kollektif kontrole dayanan bir toplumun yaratılmasını, yurttaşların gereksinimleri temelinde bilinçli üretimi ve gerçek anlamda uluslararası bir insan toplumu yaratılmasını hemen gerçekleştilebilir ve ulaşılabilir bir hedef haline getirmiştir.

BURJUVA SOSYALİZMLERİN KRİZİ

Herşeye rağmen, şimdiki dönemin politik ve ideolojik durumu işçi devriminin yolu üzerinde dikilen sayısız zorluklara da işaret ediyor. Birincisi, edimsel olarak varolan bütün sosyalist hareketleri içeren ciddi bir politik ve ideolojik gerileme yaşandı. Aslen çağdaş kapitalizmin ekonomik ilerlemelerinde köklenen bu gerileme, bütün burjuva sosyalizmlerinin politik ve teorik iflasıyla karakterize edildi. “Burjuva” sosyalizminin yenilgisinin işçi sınıfı bakışaçısından nasıl olup da olumsuz bir gelişme olarak değerlendirilebileceği sorulabilir. Bizatihi işçi komünizmi işçilerin devrimci hareketini böylesine engelleyen burjuva sosyalizmini ve sözde-Marksizmi ezmeyi ve çıkmaza itmeyi hedeflemiyor mu? Proleter olmayan sosyalizmlerin şimdiki çöküşü önemli bir ileri adım olarak görülmemeli mi? İşçi komünizminin her atılımı ve işçi sınıfının devrimci sosyalizmin bayrağı altındaki her ifadesi kuşkusuz burjuva sosyalizminin etkisinin yalıtılması ve zayıflatılmasına varacaktır. Yine, burjuvazinin sosyalizmin slogan ve ideallerini içine almasındaki olanaksızlığın tarihsel bir uzun dönemde işçi sosyalizminin amaçlarını kolaylaştıracağına kuşku yoktur. Ama bu, proleter olmayan her sosyalist gerilemenin zorunlu olarak işçi komünizminin güçlenmesine –anında ve otomatik olarak– eşdeğer olacağı anlamına gelmez. Özellikle de bugünkü durumda bu hiç de böyle değil. Burada önemli olan nokta, proleter olmayan sosyalizmin bu gerilemesinin altında meydana geldiği somut koşulları analiz etmektir. Bugün tanık olduğumuz, toplumsal ölçekte sağa doğru evrensel bir sapma, burjuvazinin sol kanadının yarı-sosyalist reformizminin nesnel ekonomik gelişmeler ve Yeni Sağ’ın saldırıları karşısında çöküşüdür. Bu gerilemenin komünizm ve işçi devriminin yoluna çıkardığı zorlukları incelemeden önce, bu krize katkıda bulunan ana etmenleri kısaca gözden geçirmek gerekli.

DEVLET KAPİTALİZMİ MODELLERİNİN İFLASI

80’ler kapitalist ekonomide kapsamlı devlet müdahalesi üzerine kurulu modellerin iflasına tanık oldu. Bugün, gelişmiş sanayi ülkelerindeki sol kanat burjuvazi bile -Sosyal Demokrasi ve Avrupa komünizmi- kapitalist piyasada geniş ölçekli devlet müdahalesi siyasetinden geri çekildi. Gorbaçovizm bu geri çekilişin borusunu devlet kapitalizminin beşiğinde öttürdü. Azgelişmiş ülkelerde de burjuvazinin ulusal ekonomiyi devlet kapitalizmi aracılığıyla geliştirme çabaları bütünüyle başarısız oldu. Bu gerileme çağımızın kapitalizminin, kapitalist piyasanın işleyişini sınırlandırmayı amaçlayan devlet müdahelesini zorunlu kılan koşulların kaybolduğu –bizatihi bu siyaseti birikim sürecinde kısıtlayıcı bir etmen haline getirerek– bir döneme girmesinin sonucudur. Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması ve tekellerin doğuşu, tarihsel olarak, devletin aktif bir ekonomik kurum ve ekonomik metabolizmayı düzenleyici bir araç olarak rolünü artıran başat etmenler olmuştu. Bugün en rekabetçi kapitalist ekonomilerde bile, devletin çok önemli ve onaylanmış bir işlevi vardır. Bütün yeni muhafazakar saldırı da durumu özgür rekabet çağına geri döndüremez ve döndürmemesi gerekiyor da. Devlet kapitalizmi modellerinin iflası olarak adlandırdığımız; piyasa kanun ve mekanizmalarını devlet müdahalesi ve /veya planlaması yarıdımıyla koşumlamaya ve yönetmeye uğraşmış yarı-sosyalist modellerin iflasıdır. Şimdiki dönem piyasa ve onun yandaşlarının sugötürmez zaferine tanık oluyor. En genel düzeyde, yirminci yüzyılda kapitalist ekonomi içinde devletin rolünü yükseltmiş üç etmen sayılabilir.

1– Kısa bir süre için Rus devrimi mükemmel bir devlet ekonomisi modeli sağladı. Batı Avrupa’nın kriz ve çöküntüyle sarsıldığı savaşarası dönem boyunca Sovyetler Birliği onu Avrupa’daki ikinci sınıf bir ülke konumundan dev bir ekonomik ve askeri güce yükselten çok hızlı bir büyüme yaşadı. Bu gelişmeler sosyalizm adı altında vuku buluyorduysa da, bütün burjuvazi ve özellikle de az ya da çok Sovyetler Birliği’ninkine benzer bir konuma sahip ülkelerin burjuvazisi için, bu ülkenin devlet yönlendirmesi ve girişimi aracılığıyla kapitalist bir kalkınma modeli ortaya koyduğu açıktı. Sovyetler Birliği’nde planlama ve ekonomik hesap üzerine hazırlanmış birçok tasarı Batı tarafından, burjuva ekonomi biliminin bir bileşeni haline gelerek, hızla devralındı.

2– Savaşarası ekonomik durgunluk, İkinci Dünya Savaşı zamanındaki ekenomik seferberlik ve savaş-sonrası yeniden yapılanma çabaları Batı Avrupa’da devleti geniş ölçekli bir ekonomik faaliyete taşıdı. Savaştan sonra devlet müdahalesi, açıkça, büyümeyi ve sermaye birikimini hızlandırmanın biricik yolu olarak kuramsallaştırıldı. Burjuvazinin bölükleri arasındaki çatışma özsel olarak iki seçenek üzerinde oldaklanmıştı: piyasa mı devlet mi? 50’ler ve 60’larda, kapitalist Batı Avrupa ülkelerinde ulusal gelirin yükselmesiyle birlikte devletin ekonomideki gücünde bir artış gerektiren Sosyal Devlet, devletin resmi ideolojisi haline geldi.

3– Geç 50’lerden itibaren, geri kalmış ülkelerin ve bağımsızlığını yeni kazanmış sömürgelerin ekonomik kalkınma sorunu uluslararası düzeyde geniş olarak tartışıldı. Kapitalizmin ve bir iç piyasanın geliştirilmesi ve bağımsız bir ulusal ekenomik dinamizm hedefi bu ülkelerin gelişen burjuvazilerin milliyetçiliğinin ekonomik idealini oluşturdu. Bu milliyetçilik ve onun ekonomik perspektifi, son döneme kadar, emperyalist tahakküm altındaki ülkelerde proleter olmayan her ilericiliğin baskın ideolojisini şekillendirdi; bu ülkelerdeki radikalizmin, devrimciliğin ve hatta sosyalizmin ayırtedici niteliği oldu. Geç 50’lerden itibaren, bu ülkelerin entelijensiyası arasında belirli bir kalkınma stratejisi popüler hale geldi. Bu strateji bağımsız ulusal devletler kurma, yerli piyasa için devlet desteği ve ekonomik bir altyapı yaratmada devletin doğrudan ve başat bir rol oynaması üzerine temellenidirildi. Ekonomik kalkınmada devletin yaşamsal işlevi yalnızca SSCB’deki kalkınma örneği ve onun önerilmiş modellerinin derin etkisi altındaki radikal bölüklerce değil tutucu milliyetçilerce de vurgulandı. 60’lar ve 70’ler, devlet planlaması ve çeşitli politik eğilimlerdeki devletlerin geniş bir spektrumu yoluyla ithal ikame siyaseti üzerine kurulu kalkınma stratejisinin denenme yıllarıydı.

Geçmiş birkaç yılda bütün bu yönsemelerde büyük değişimler meydana geldi. Bu değişimlerin asıl nedeni 70’ler ve 80’lerin teknolojik devriminde aranmalıdır. Sovyet Birliği’nde devlet kapitalizminin sınırlamaları açığa çıktı. Tarih, Sovyet kapitalist modelinin, önceliğin ekonomik altyapı ve ağır sanayilerin yaratılması, emek gücünün seferber edilmesi ve nüfusun ücretli emek piyasasına durmadan daha fazla aktarılması yoluyla artı değer üretiminde olduğu gerikalmış kapitalist toplumların yaşamındaki belirli bir dönem için uygun olduğunu gösterdi. Ama emek-gücü rezervinin tüketilmesi, göreli artı-değer üretimi için modern teknolojinin özümlenme zorunluluğunun büyümesi ve tüketici gereksinimlerinin çeşitliliğinin artmasıyla birlikte böylesi bir sistem pratik olarak bir çıkmaz sokağa giriyor. Brejnev döneminin uzun gerilemesi ertesinde Sovyet ekonomisinin, son onyılların teknolojik ilerlemelerini özümseyebilmek ve böylece de kendi ekonomik etkinliği ve Batı Avrupa ve ABD’ninkiler arasında açılan büyük uçurumu kapatabilmek için zorunlu olarak serbest bir piyasa mekanizmasına doğru köklü değişimlere rıza göstermesi gerekiyordu. Perestroyka, devletçiliğin politik ve ekonomik alanda piyasa önünde gerilmesinin parolasıdır. Sovyet toplumu ve onun uluslararası sahnedeki konumunu dönüştürecek bir geri çekilme.

Burjuvazi Batı Avrupa’da emek üretkenliğini yükseltmek ve sermayeyi üretken sermaye lehine yeniden yapılandırmak için büyük çabalar sarfetmeye başladı. Bu siyasetin, en açık hali ile Muhafazakar bölüklerin platformunda ifade edilen ve eyleme dökülen ilk adımı, ekonomide devlet müdahalesinin kısıtlamaya ve özel sermaye ve piyasa mekanizmasının erimini genişletmeye uğraşmak oldu. Daha önceki kavramlara rağmen, Yeni Sağ’ın saldırısı taktiksel ve anlık bir hamle değildi. Dahası, Yeni Muhafazakarlık özel sektörü güçlendirmeye ve Sosyal Kapitalizm’in kurum ve yöntemlerini tasfiye etmeye yönelik önemli adımlar atmayı başarmakla kalmadı, Avrupa ülkelerindeki ideolojik dengeyi pratik olarak kendi lehine değiştirmeyi de başardı. Sosyal Devlet’in tınıtıcısı ve devlet müdahalesinin sadık tanıtıcısı Sosyal Demokrasi bu köklü ekonomik ve ideolojik gelişmelere karşı koyamamakla kalamazdı; gerçekte sağın platformunun önemli bir kısmını kabul etti de.

Emperyalist tahakküm altındaki ülkelerde bağımsız kalkınma stratejileri çıkmaz bir sokağa girdi. Avrupa ve ABD’de gerçekleşen teknolojik devrim geri kalmış ülkelerin kalkınmasına dair eski sorunu, yani teknoloji transferi ve sermaye darlığı problemini birkez daha gündeme getirdi. İthal ikamesi yoluyla ekonomik kalkınma üzerinde temellenen ve kendine yeterli yerli teknolojiye dayanan milliyetçi düşüncelerin verimsizliği ortaya çıktı. Gelişmiş sanayi ülkeleri ve azgelişmiş ülkeler arasındaki uçurum büyüdü. Yoksullaşma, kıtlık ve borçlanma tahakküm edilen çoğu ülkenin ayırtedici nitelği haline geldi; öylesine ki, borçlu ülkelerin uluslararası finansal kurumlara borçlarını ödeyemez hale gelmeleri bütün kapitalist dünya sistemi için bir tehdit olmaya başladı. Mozambik, Angola ve hatta Vietnam gibi, özgürlük ve anti-emperyalizm hareketlerinin devlet ekenomisi perspektifi ve Sovyetler Birliği desteğiyle iktidara geldiği ülkeler bu kurala istisnalar oluşturmadılar. Ulusal kalkınma stratejisi hem muhafazakar ve Batı yanlısı hem de radikal formlarında iflas etti. Bütün bunlar sürerken; kalkınma modelleri son yirmi yıldaki ulusal kalkınma doktrinleri ölçüt alınarak ölçülmüş olsa kesinlikle emperyalist ve bağımlı diye damgalanacak olan Doğu Asya’daki Yeni Sanayileşmiş ülkeler farklı bir deneyim geçiriyor: yüksek ve istikrarlı bir büyüme oranı yaşadılar. Özel sektör ve yabancı sermayenin geniş eylem alanlarına sahip olduğu bu ülkelerde endüstriyel üretim hızla genişledi ve bu ülkeler azgelişmişliğin kısırdöngüsünü kesin olarak geride bıraktılar. Böylece, eski kalkınma modellerinin iflası ile birlikte Batı sermayesine dayanan emperyalist kalkınma stratejisi emperyalist tahakküm altındaki ülkelerin burjuvazisi arasında daha büyük bir kabul edilebilirlik kazandı.

Avrupa burjuvazisinin önderleri bütün bu yönsemeleri gözönünde tutarak piyasanın devlet üzerindeki zaferini ilan etmiş bulunuyorlar. Devlet ekonomisinin çeşitli modellerinin dış-yandaşları geriledi. Burjuvazinin sağ kanadı tutarlı, sol kanadı ise dağınık: programatik, politik ve ideolojik ilkelerini yeniden yapılandırmaya çabalıyor. Burjuvazinin sol kanadının bir sonraki perspektifi ne olursa olsun, devlet ve devlet ekonomisinin onun içinde aynı yeri almayacağı şimdiden kesin.

KRİZİN İDEOLOJİK VE POLİTİK BOYUTLARI

Devlet müdahalesi perspektifinin çıkmazı, bütün kolları ve uzantılarında çağımızın burjuva sosyalizmi için ölümcül bir darbedir. Sosyalizmi devlet müdahalesine indirgeme ve kapitalizmin çelişkilerinin çeşitli şekillerde devlet müdahalesiyle üstesinden gelme çabası, Sovyet Revizyonizmi ve Sosyal Demokrasi’den Avrupa Komünizmi, Trotskyizm, Maoizm ve popülizme kadar, proleter olmayan bütün sosyalizmlerin ortak içeriğini oluşturur. Bugün iflas ettiği ilan edilen işte bu yönsemelerin ortak içeriğidir. Varolan kapitalizmin çelişkilerini yoketmesi gereken tasarının kendisi, tam da bu kapitalizmin gelişmesiyle rekabet ve piyasa tarafından sınırlarına itilerek çelişkiye düştü. Bu durum bu akımlarda kaçınılmaz olarak derin bir kimlik ve politika krizine neden oluyor. Çin ve Sovyetler Birliği’nin durumu, Sosyal Demokrasi’nin açmazı, özgürlükçü hareketlerin sıkıntılı durumu ve tahakküm edilen ülkelerdeki sözde radikal oluşumlar bu krizi kanıtlıyor. Bu sosyalizm ekonomik yönelimini ve bununla birlikte de bütün toplumsal hedefini kaybetti. Perspektiften, çözümden, alternatiften ve hatta güçlü bir konum elde etme arzusundan yoksun. Devletçi ekonomik model ve toplumsal sistemin kayboluşu ile birlikte, bu sosyalizmlerin ilerciliği veya “devrimciliği” anlamsız ve batkın hale geldi. Reformlar için mücadelede bile, tanımlanmış bir siyaset ve yönelimden yoksunlar. Böylece burjuva sosyalizmi bir bütün olarak, politik güç için savaşım alanını ve ekonomik bir alternatif sunmayı insan hakları, Ekoloji ve dünya barışı konularında varolan kapitalizmin sonuçlarını yatıştırmak üzere bir baskı grubuna dönüşerek kaçınılmazca terk ediyor. Burjuva sosyalizmi, ister istemez, toplumsal hedefi ve sonuç olarak da politik çekiciliği olmayan bir sosyalizm olacaktır. Bu sorun kendisini Sovyet bloğu partilerinin, Sosyal Demokrasi ve tahakküm edilen ülkelerdeki yarı-sosyalist popülizmin yazgılarında farklı şekillerde açığa çıkarıyor.

Gösterdiğimiz gibi, Sovyet kirizinin derin bir ekonmik kökü var. Sovyetler Birliği’ndeki burjuvazinin “tek ülkede sosyalizm” adına işçi devrimine yamadığı şeyin iflas çemberi Gorbaçovizm’le birlikte kapandı. Geç 20’lerde, komünist safların ekonomik bir persfektiften yoksun olması nedeniyle ve ekonomik güçlüklerin ve Rus milliyetçiliğinin baskıları altında devlet kapitalizmi, Sovyet işçi sınıfına proleter devrimin ekonmik içeriği olarak dayatıldı. Marks’ın devrimci sosyalizminin ayrıştırılamaz bileşenleri olan ortak mülkiyet hedefi ve ücretli emeğin kaldırılması, sermayenin ulusallaştırılmasına ve kapitalist üretimin devlet tarafından planlanmasına indirgendi. Bu ekonomik model pratik olarak, ilkel birikim sürecinin çabucak tamamlanmasını sağladı ve Sovyetler Birliği’nde ekonomik ve endüstriyel altyapının kurulmasını hızlandırdı. Yeni sistemin sosyalist olduğu yanılsaması, yeni model ve emek sürecinde işçiler adına daha çok eylem özgürlüğü arasındaki uyuşumlar, kırda dev insan kaynaklarının varlığı ve böylesine büyük bir ülkenin devasa ekonomik kaynakları; hızlı bir ekonomik büyümenin olanaklarını oluşturdu. Bununla beraber, bu birikim ve büyüme sürecinin sonlanmasıyla birlikte devlet kapitalizminin ekonomik modeli etkisini kaybediyor. Gelişmiş kapitalizm, modern teknolojinin uygulanması aracılığıyla emek üretkenliğinin sürekli artması ve artan ulusal gelirden doğan gereksinimleri karşılamak için üretimin çeşitliliğinin genişlemesini gereksinir; dağıtım, gereksinimlerin hesaplanması, metaların niteliklerinin yükselmesi ve sermayenin daha karlı alanlara paylaştırılması için yeterli bir mekanizmanın varlığını gereksinir. Batılı kapitalist modellerde bu gereklilikler rekabet ve piyasa tarafından karşılıanırken, Sovyet kapitalist modelinde bu rol en çok “Planlama” ve yönetimsel önlemlerce yerine getirilirdi. Bununla beraber böylesi bir sistem gelişmiş bir kapatalizm ve onun çeşitli sorunlarının gerekliliklerini karşılayamaz. Böylece tam da piyasa üzerinde temellenen kapitalist ülkelerin teknolojik devrimin ürünlerini özümsediği bir zamanda, Sovyet ekonomisi eşigörülmedik bir gerilemeyle darbe aldı.

İşçi sınıfı üzerinde baskı uygulayarak, emek yoğunluğunu artırarak ya da emek gücü stoklarını yükselterek artık bu gerilemenin üstesinden gelinemez. Sovyet ekonomisi piyasa mekanizmasını özgürleştirmeyi ve politik ve yönetimsel sistemin bu ülkede sermayenin özgür hareketine dayattığı kısıtlamaları kaldırmayı hedefleyen köklü bir yapısal değişime mutlaka maruz kalmak zorunda. Bu, öyleyse, yalnızca ekonominin dümen suyunun değiştirilmesi değil. Daha çok bütün alanlarda; ekonomi, politika ve ideolojide, bir yön değiştirmeyi zorunlu kılıyor. Gorbaçov yönsemesi bu yön değiştirmenin bayrağını taşıyor. Bu yön değiştirmenin nihai sonucu Sovyet-kampı sosyalizm modelinin parçalanması –yalnızca SSCB’de değil uluslararası düzeyde de– ve emperyalist kamplar arasında yeni bir güç dengesi olacak. Sovyetler bloğu partilerinin krizi daha şimdiden alevlenmeye başladı. Bu partilerin ekonomik modelleri, politik stratejileri, pratik taktikleri ve ideolojik sistemleri batkın ilan edildi. Sloganları, siyasi tarihleri ve yöntemleri kendi safları araısndan birer birer sorgulanıyor. Teorik ve politik temsilcileri itibarlarını kaybediyor. Bu akım Batı ile olan ekonomik ve politik farklılıkları ve çatışmalarını merkezinden itibaren sürekli azaltmaya girişmişken, bu kampın yeniden yapılanması hiç olanaklı gözükmüyor. Gorbaçovizmin burjuva liberallerinin gözündeki saygınlığı kısa vadede Sovyet yanlısı partilerin hızlı parçalanma sürecini erteleyebilirse de nihai olarak bu yazgıdan kaçılamayacak.

Sosyal Demokrasi’nin durumu Sovyet yanlısı akımlarınki kadar vahim değil. Avrupa Sosyal Demokrasi’sinin ideolojik ve politik yeniden yapılanması hâlâ devam etmekte. Bu süreçteki özsel öğe, bu akımın toplumun orta katmanları arasındaki daha geniş bir taban arayışı içinde kendisini işçi ve sendika hareketlerinden uzaklaştırmasıdır. Sosyal Demokrasi’nin yakın gelecekte Batı Almanya ve İngiltere gibi ülkelerde egemen bir akım haline gelmesi olanaklı değildir. Yine de, bu akım güçlü bir muhalefet ve sağ kanat burjuvazinin siyasetinin aşırılıklarını ılımlılaştırıcı bir etmen olarak varolmaya devam edecek. Ama buna bile, bu akımın işçi sınıfı ve sosyalist eğilim ve politikalardan soğumasına belirginlik kazandıran sağa doğru daha büyük bir sapma eşlik edecektir.

Emperyalist tahakküm altındaki ülkelerde, son gelişmeler muhalefetteki akımlar üzerinde önemli ve nihai etkilere sahip olacak. Devletçiliğin ve bağımsız kapitalizm mitinin iflasıyla birlikte, radikal-popülist milliyetçilik bütün malzemesini kaybediyor. Tahakküm edilen ülkelerde muhalefet hareketlerinin seyrindeki, Batılı çıkarlara uygun düşmeye yönelik değişim şimdiden bütünüyle ayırtedilebilir. İmtiyazlar kazanmak yoluyla gelecekleri için mücadele eden şiddet yanlısı olmayan ve legal hareketler; başlıca, politik üst yapının liberalizasyonu ve Batı’nın ekonomik desteği formunda, 60’lar ve 70’lerde bu ülkelerdeki muhalefet hareketlerine egemen olan sert “anti-emperyalizm”’in yerini alıyor. Bu süreç, Sovyetler Birliği’nin sert anti-Amerikan mücadelelerden desteğini çekmesi, Sovyet bloğunun ekonomik bir alternatiften yoksun olması ve bu ülkelerin ekonomik gelişmelerine yardım etmedeki yeteneksizliği tarafından tırmandırıldı. Radikal polülizm, ya da popülist sosyalizm, tahakküm edilen ülkelerde yolun sonuna geldi ve politik bir perspektiften, toplumsal bir alternatiften ve bu mücadele için maddi güçten yoksun.

Genel olarak, şimdiki dönem proleter olmayan radikalizmin batışına ve marjinalleşmesine tanık oluyor. Bu gerilime, bu akımların toplumsal tabanlarındaki değişmenin doğrudan bir yansımasıdır. Burjuvazinin çeşitli kesimlerinin çıkarları daha derin olarak birbirine sarmalandı. Doğu ve Batı’nın ekonomik modelleri, Doğu’nun asıl olarak boyun eğmesi sebebi ile birbirine yaklaştı. Sovyet ve Sovyet bloğu ekonomisi dünya piyasası ile tam bir bütünleşmeye doğru ilerliyor. Böylece, bu iki farklı modelin karşı karşıya gelmesi temelinde şekillenen rekabet yerini Japonya, Batı Almanya, Batı Avrupa ve Yeni Sanayileşmiş Ülkeler’in de taraf olduğu çok-kutuplu bir dünyanın doğuşu temelindeki yeni milliyetçi rekabetlere bırakıyor. Emperyalist tahakküm altındaki ülkelerin burjuvazisi geleceğini, ABD ve Batı Avrupa tarafından yönetilen uluslararası kapitalizmle daha bütünsel bir birleşmede arıyor. Piyasa yandaşlarının hegemonyası sağlamlaştı. Emek üretkenliğini yükseltme sorunu bütün burjuvazinin ilgisini işçi sınıfı ile karşı karşıya kalmasına yöneltti. Radikal düşünce ve protestoların dillendirilmesi egemen sınıfların kendi içlerinden itibaren temellerini kaybetti. Burjuva sosyalizmi ve sahte-Marksizm, tam da temellerini oluşturan toplumsal tabaka içinde sosyalist eğilimlerin etkisinin zayıflaması nedeniyle düşüşe geçti. Doğu Bloku ülkelerindeki burjuvazi, Batı Avrupa entellektüelleri ve tahakküm edilen ülkelerdeki entelijensiya ve modern küçük burjuvazi, önceki sahte-sosyalist modellere olan umutlarını kaybediyor ve Batı’da sermaye tarafından ortaya sürülmüş, teknolojik devrime dayanan perspektife doğru yöneliyorlar. Bu geriye döndürülemez bir gelişmedir.

Politik bir düzeyde, proleter olmayan sosyalizm geleneksel eylem alanlarını kaybediyor. Avrupa’da sendika ve sol öğrenci hareketlerinin ve emperyalist tahakküm altındaki ülkelerde anti-emperyalist popüler hareketlerin düşüşü, edimsel olarak varolan komünizm ve sosyalizm için politik eylem alanlarını geniş ölçüde daraltıyor. Her şey yaklaşan dönemde bu sahte sosyalist akımların politik arenanın kenarına itileceğini gösteriyor.

Burjuva sosyalizminin krizi, bütün işçi hareketlerin durumunu devrimci sosyalist akımları geniş ölçüde etkiliyor. Burjuva sosyalizminin yalıtılması ve orta sınıfın hem gelişmiş ülkelerde hem de tahakküm edilen ülkelerde sağa yönelmesi bütün işçi hareketlerini ve Marksizm’i elverişsiz biri duruma sokuyor. Bugüne kadar, varolan radikal komünizm burjuva sosyalizmininkinden farklı bir eylem alanına sahip olamadı. Proleter olmayan sosyalizmin toplumsal tabanını oluşturan aynı insanlar ve entellektüeller aynı zamanda daha radikal akımların başlıca izleyicilerini meydana getirdiler. Gerçekte radikal komünizm “Rus Revizyonizmi” ve Sosyal Demokrasi ile ilişki içinde, eleştirel bir eğilim, bir baskı grubu olmanın ötesinde bir varoluşa sahip olmadı. Çağımız radikal Marksizm’inin toplumsal tabanı ve izleyicileri, burjuva sosyalizminkinden pek de farklı değil. Burjuva sosyalizmin krizi ve batışı onun sol eşetirmenlerini de yalıtılmışlığa itiyor ve kısıtlıyor. Kamunun gözünde her nasılsa sosyalizmle özdeşleştirilmiş olanın başarısız deneyimi, sosyalist idealler ve şimdiki toplumun sosyalist eleştirisi adına sempati kaybına yol açıyor. Sosyalist perspektifin ve sosyalist mücadelenin reddi egemenliğe ulaştı. Marksizm’in entellektüeller arasındaki nüfuzu zayıflıyor ve Marksizm’e zamanını doldurmuş ve sınavı geçememiş bir doktrin diye saldırmak üstünlük kazanıyor. Bu umutsuzluk ikliminde sosyalist olmak ve sosyalist devrim istemek daha güç hale geliyor. Güncel durum, ister sol ve radikal isterse de sağ ve reformist olsun bütün varolan sosyalizmin toplumsal daralmasına neden oluyor.

İŞÇİ KOMÜNİZMİ: POTANSİYELLER VE ENGELLER

İşçi komünizmi için yukardaki bütün gelişmeler iki-uçlu ve çatışmalıdır.Yarı-sosyalist akımların krizi işçi hareketlerini edimsel olarak varolan önderliğinden yoksun bırakıyor ve kaçınılmaz olarak reformlar için günlük mücadelede işçi sınıfının pratik gücünün azalmasına yol açıyor. Diğer taraftan, işçi hareketlerin başında komünist işçi güçlerin biçimlenimi için bir alan açılıyor. Popüler hareketlerin zayıflaması varolan düzene karşı mücadele alanından orta sınıfı uzaklaştırıyor, ama aynı zamanda toplumsal protestonun sınıf karakterini daha büyük bir açıklıkla ortaya çıkarıyor. Burjuva sosyalizminin teorik iflası Marksizm’in genel toplumsal saygınlığını kuşkuda bırakıyor, ama diğer yandan Marks’ın devrimci kuramının radikal, tahrip edilmemiş bir yorumunun ayrıntılandırılmasını kolaylaştırıyor. Birçokları sosyalist mücadele saflarını terk edecektir; aynı zamanda kalacak sosyalizm daha fazla işçi-sınıfsal ve radikal bir nitelik kazanacaktır. Kaydedilmesi gereken şu ki; olayların doğal seyrinde bütün olumsuz gelişmeler kaçınılmaz olarak ortaya çıkacakken, olumlu gelişmeler genel olarak gerçekleşmeleri için işçi komünizminin bilinçli ve planlı pratiğini gereksiniyor.

Bu, yine de, başarı için bütün nesnel ön koşulları kullanan bir pratiktir. İşçi radikalizmi olanaklı radikalizmin biricik formu haline geliyor. Daha önce hiç bir zaman, komünist kuramı toplumsal maddi bir güce dönüştürmek için koşullar böylesine olgunlaşmamıştı. İşçi sınıfı daha önce hiçbir zaman, komünizme ve yalnızca da konünizme muhtaç olmamıştı ve daha önce hiç bir zaman işçi komünizmini en gerçekçi ve en güçlü protesto akımına dönüştürmek için maddi koşullar böylesine olgunlaşmamıştı. Kapitalist üretimin büyümesi ve gelişmesi dünya ölçeğinde üretimde proletaryanın devasa gücü, varolan düzenin bütününe karşı devrim yapmayı proletaryaya yasaklamış bütün o akımların politik iflası; bütün bunlar işçi komünizminin büyük potansiyelini bildiriyor.

Ama bu pratik kendi uygun erkek ve kadınlarını ve uygun partilerini gereksiniyor. Başlıca zayıflık burada yatıyor. Proleter olmayan sosyalizmlerin parçalandığı bir dönemde işçi komünizmi teorik çalışma, pratik gelenek, örgütlenme ve kadrolar bakımından en hazırlıksız durumda. Bu , bu eğilimin destekçileri tarafından hemen girişilmesi zorunlu olan bir konudur.

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *