11 Eylül’den Sonraki Dünya Üçüncü Bölüm: Siyasal İslamın Düşüşü
Mansur Hikmet
Günümüzün iki gerici düşman kutbu olan Amerika ve Batı devletlerinin militarizmiyle siyasal İslam kampı ve terörist İslamcı gruplar arasında dünyanın insancı ve barışsever çoğunluğuna egemen olan atmosfer korku ve tedirginlik havasıdır, çaresizlik atmosferidir. Her kes durumun daha da kötüleşmesinden korkmakta: Cinayet ve terör yarışının hızlanması, Afganistan suçsuz halkının yüzbinlercesinin yurtsuzlaşması ve yaşamını yitirmesi, Batı’da kimyasal ve biyolojik saldırılar, Pakistan’da siyasal patlama, “cep” ve “dizüstü” nükleer bombaların siyasal serüvencilerin, dini fanatiklerin ve uluslararası suçluların ellerine düşemesi, “Amerika’nın Yeni Savaşı” ve uluslararsı kan dökmekte yalnızca Amerika’nın başarabildiği ve başarabileceği ölçükte yeni bir döneme girmek. Dünyanın onurlu insanlarının itirazları ve sloganları genel olarak var olan durumu korumaya ve eski dengelere geri dönmeye yöneliktir. Bu daha iyi bir gelecek umudu olmayan insanlıktır. En iyi durumda sükunet çağrısı yapar. Bombadan, savaştan ve şiddetten kaçınır. İlkel, safdil ve boyun eğmiş görünümüne karşın savaş meydanına inmiş siyasal İslam ve Amerikan militarizmi canavarlarının insanlık karşıtı kapasitelerini bilen ve ne olursa olsun sonraki felaketlerden kaçınmaya çalışan insanlık. Bu çekişmeye karşı alanlara inen güçlerin geniş yelpazesinin içinde ve Avrupa’da, 10 Eylül’e kadar “Dünya Devrimi”inden daha azına rıza göstermeyen marjinal sol gruplarının artıkları arasında barışçılık, gelişmekte olan süreci frenlemek, var olan durumu korumak ve 11 Eylül öncesinde var olan dengeyi geri getirmek egemen siyasete dönüşmüştür. Direniş hareketine egemen olan politika pasifizmdir. Ancak bu oldukça zaralı bir siyasettir zira sonraki felaketleri önlemediği gibi gerçekleşmelerini güvence altına alıyor.
Pasisfist siyaset ve bu karşılaşmanın askeri ve silahlı yönüne ve dünyanın başına gelebilecek fiziki şiddete gözlerini dikmek insanları siyasal felçe uğratabilir. Bu terörist yarışın ve bizim için öngörülmekte olan patlama, yıkım ve toplu öldürmeler dalgasının önünün kesilmesinin koşulu gerek Avrupa ve Amerika’da gerek Ortadoğu’da ve sözümona Üçüncü Dünya ülkelerinde geniş halk kitlelerinin bu olayların arkasında sürmekte olan siyasal süreçlere müdahale etmeleridir. Bu etkin ve pozitif bir gündeme dayanan bir müdahale olmalıdır. Böyle bir durumda gelecekteki ufuk karanlık olmakla yükümlü değildir.
Bu siyasal süreçleri ve gerçekleri savaş propagandası yıkıntılarının altından çıkarmamız gerek.
Resmi propagandanın arkasında: Terörizm ve siyasal İslam
Hiç kimsenin, Amerikan ordusunda bile, 11 Eylül cinayetinin Afganistan’da bulunan Amerika ve Amerikan “yaşam tarzı” ve “demokrasi”yle kişisel ve kör bir düşmanlığı olan Usame Bin Ladin adında bir kişiden emir alan fanatik bir grubun işi olduğunu düşündüğünü sanmıyorum. Batı medyası ısrarla bu hareketin “Müslümanların işi” olmadığını, “Kuran’daki öğretilerden” kaynaklanmadığını dile getiriyor. Eski tüfek jurnalistler elden geldikçe Filistin-İsrail sorununun gündeme girmemesi için çabalıyorlar. Filistin sorununu nasıl olursa olsun bu terörist saldırıya bağlamanın bu eylemin Batı’da ilgiyi Filistin sorununa çekmekte başarılı olduğunu teslim etmek anlamına geldiğini belirtiyorlar. Bu yüzden siyasal İslam ve İsrail yerine bizi Bin Ladin ve Afganistan’a yöneltiyorlar. Amerika’nın Afganistan’da Taliban’la savaşı bölgede ve dünyada uzun erimli sonuçları olacak önemli bir olaydır. Bu savaş kaçınılmaz olarak siyasal İslam’ın yazgısını, Filistin sorununu bile etkileyecektir. Ancak 11 Eylül’ü gerçekleştirenleri bulup cezalandırmayla bir ilgisi bulunmadığı gibi Batı’ya karşı terörist saldırıları önemli ölçüde artıracaktır (buna daha sonra döneceğim).
İslamcı teörizm bizim dönemimizin bir gerçeğidir. Bu terörizm siyasal İslam’ın strtatejisinin ana dayanaklarından biridir. Siyasal İslam, İsrail’in ve Batı’nın Arapça konuşan halklara, özellikle Filistin halkına uyguladıkları tarihsel baskıdan beslenen, bölgede ve şu an dünya çapında gerici bir harekettir. Filistin halkının yurtsuzluğu ve İsrail devletiyle Batılı yandaşlarının Filistin halkına baskıları Ortadoğu’da Batı’ya ve Amerika’ya karşı nefretin ana kaynaklarından biridir. Daha önemlisi, Filistin sorununun varlığı ve Amerika ile Batı’nın ister Soğuk Savaş döneminde olsun ister Soğuk Savaş sonrasında sürekli olarak Araplara karşı İsrail’i desteklemeleri Batı ile Ortadoğu halkları arasında büyük bir ekonomik, kültürel ve psikolojik uçurumun oluşmasına neden olmuştur. Ancak bir hareket olarak siyasal İslam’ın bu rahatsızlıktan ve uçurumdan kendisine sermaye oluşturup Ortadoğu toplumlarının kıyısından (marjinlerinden) siyasal erk mücadelesi alanına adım atmak olanağı bulması doğrudan doğruya Batı’nın ve Amerika’nın ürünüdür. Bu genişlikte bir suç şebekesi hareketi olarak siyasal İslam Amerika ve Batı tarafından yaratılmıştır. Bu canavarları kendileri yaratıp bölge halkının, günümüzdeyse tüm dünya insanlarının üzerine saldılar. Siyasal İslam Batı’nın Sovyetler’e karşı soğuk savaşta, bölgenin tüm ülkelerinde sol ve işçi hareketlerini ve devrimlerini bastırmasının, aygıtıydı. Bu, Ortadoğu’daki nasyonalist yönetimlerin çıkmaza girmesinden sonra solun güçlenmesine karşı ortaya çıkardıkları aygıttır. Filistin sorunu ve Ortadoğu’daki İslamcı yönetimler İslamcı terörizmin temelleridirler ve İslamcı terörizme karşı her türden etkin ve insancıl hareket buradan başlamalıdır:
- Filistin sorununun çözümü. Bu tarihsel güçlüğün üstesinden gelinmelidir. Filistin halkı kendi bağımsız ülkesine kavuşmalıdır. Amerika ve Batı devletlerini tek taraflı olarak İsrail’i desteklemekten vaz geçmeye zorlamak gerek. Bu devletler İsrail’i barışa ve Filistin’in bağımsızlığını tanımaya mecbur etmelidirler. Filistin sorununun çözümü siyasal İslam ve İslamcı terörizme karşı mücadelenin en önemli dayanağıdır ve şimdiki duruma ilişkin ilerici ve etkin bir gündemin ana ögelerinden biridir.
- Batı İslamcı ve gerici devletlere ve Ortadoğu’daki İslamcı hareketin partilerine sağladığı gerici destekten vazgeçmelidir. Batı desteği olmaksızın İran’daki İslamcı yönetim iş başına gelemezdi ve iş başında kalamaz. Batı desteği olmaksızın Arabistan’daki ve irili ufaklı emirliklerdeki kölemen yönetimler ve çeşitli şeyhlikler ayakta kalamaz. Batı desteği olmadan yalnızca Taliban değil, onlardan önce Müslüman Mücahitler de Afganistan’ı büyük bir insanlık trajedisi sahnesine dönüştüremezlerdi. Bugün bile Batı’nın İslamcı harekete sağladığı siyasal, askeri ve diplomatik desteğini çekmesi durumunda bölge halkı hızla bu yönetimleri devirirler. İslamcı yönetimlerin devrilmesi ve Amerika ile Batı devletlerinin bu yönetimlerle her türden perde arkası anlaşmalarını önlemek isteği terörizme karşı platformun ve her türden insancıl ilerici hareketin önemli ögelerinden biridir.
- Irak’a karşı uygulanan ambargo derhal kaldırılmalıdır. Irak halkının karşılaştığı güçlükler bölge insanlarının zihinlerinde ikinci bir Filistin sorununa dönüşmüştür. Bu, Amerika’nın ve Batı’nın Ortadoğu’ya yönelttikleri terörizmin canlı belgesidir. Üstelik gerici Irak rejiminin ömrünü uzatmış ve yoksun Irak halkını siyasal mücadele sahnesinden gündelik bir fiziksel varlığını sürdürme savaşına geri püskürtmüştür. Irak’a uygulanan ambargonun kaldırılması için mücadele etmek İslamcı terörizme karşı ilerici platformun bir diğer dayanağıdır.
- Etkin biçimde Müslüman ülkelerde ve Batı ülkelerdeki toplumsal İslami ve İslamzede ortamlardaki sekülerizmi savunmak gerek. Gerici kültürel relativizm düşüncesi ve bu ülkelerde ve ortamlarda insanların, özellikle de kadınların medeni ve insani haklarını savunmada yetersizlik siyasal İslam’a insanları korkutmak ve gençleri kışkırtmak için geniş olanaklar sağlamıştır. İnsan haklarının ve insanların medeni haklarının evrenselliği ilke olarak benimsenmelidir ve din ve gerici dini yönetimle her türden işbirliği insan haklarına karşı olarak kınanmalıdır.
İslamcı terörizm bir gerçektir. Terörizm Müslümanların işi değil ama İslamcı hareketin resmi siyasetidir. Bu, Batı eliyle Soğuk Savaş döneminde ve Ortadoğu’nun işçileri ve özgürlükçülerine karşı anti komünist mücadelede yaratılmış içi boş bir harekettir. Bu hareket kırılgan ve güçsüzdür. Bölgenin daha büyük ülkelerinde ciddi siyasal ve manevi bir nüfuzu bulunmamaktadır. Bölgenin toplumsal gerçeklerinden geridedir. Batı desteği olmaksızın siyasal İslam bölgede sosyalizm ve sekülerizm karşısında yenilgiye uğrar. Filistin gibi siyasal İslam’ın yazgısının belirleneceği en önemli alanlarından biri olan İran’da siyasal İslamın düşüşü ve çöküşü şimdiden başlamıştır.
Sonraki Bölümde:
* Bölgede Afganistan’dan başlatılmış olan Amerika’nın savaşı terörizme karşı bir savaş değildir, çünkü yukarda saydığım İslamcı terörizme karşı savaşın gereklerinden hiç birini yerine getirmediği gibi İslamcı hareketin bir kısmına dayanmaktadır da. Buna karşın yine de bana göre Amerika siyasal İslam’la mücadeleye girmiştir. Bu bir güç savaşıdır. Bu çekişme mantıksal olarak siyasal İslam’ın güç kaybına yol açacaktır. Ancak Batı’nın amacı siyasal İslam’ın elenmesi değil, yeni bir denge kurmak üzere siyasal İslam’ı güçsüzleştirmek, evcilleştirmek ve yeni bir düzenleme yapmaktır. Afganistan’daki savaş Batı’nın siyasal İslam’la ilişkisinin yeniden tanımlanması üzerinedir. Biz bu yeni çerçeveyi ve bu yeni işbirliğini parçalamalıyız ve bu yeni koşullarda bölgenin bu gerici güçten kurtarılması için kendi bağımsız siyasetimizi etkin biçimde izlemeliyizdir.
* Pasifist tutum Batı ile siyasal İslam arasındaki bu yeni çekişmeyi görememektedir, önemini, ister bu gerici hareketin kurbanları olan halk açısından ister dünyanın yakın gelecekteki siyasal dönüşümleri sürecindeki önemi açısından tanımazlıktan gelmekte ve buna karşı görevsizlik kararı almaktadır. Bu sükunetçi ve tutucu tutuma karşı eleştiriyi teröre ve militarizme karşı insanların direniş hareketinin içine taşımak gerek.
* Bu çekişmenin global ve tarihsel boyutları ve yönleri nedeniyle, günümüz dünyasının özellikle de Batı insanlarının ideolojik ve ruhsal özgüllükleri Irak’a, hatta Yugoslavya’ya saldırı döneminden oldukça farklıdır. İnsanların siyasete ve medeni mücadeleye daha geniş ölçeklerde yönelmeleriyle birlikte Amerikan militarizmi siyasal açıdan bu çekişmeden daha güçsüz biçimde çıkacaktır. Sovyetler’in çöküşünden sonra Yeni Dünya Düzeni’nin ayarlarıyla ilgili sürmekte olan bu çekişme ilerici ögenin müdahale etmesi durumunda bu tartışmanın bütününü ve Amerika’nın süper güç olmasının ve külhanbeyliğinin özünü toplumsal bazda eleştiriye uğratabilir. Uluslararası ölçekte özgürlük ve eşitlik sorunu açısından bu siyasal İslam’ın yazgısından daha önemli bir konudur. (sürecek)
Leave a reply