11 Eylül’den Sonra Dünya Dördüncü Bölüm: Afganistan’dan Sonra

 

MansurHikmet

Mansur Hikmet

Afganistan’da bir savaş sürmekte değil. Mantıksal olarak bir savaşın en az iki tarafı olması gerek. Şu an sürmekte olan şey Afganistan’ın Amerika tarafından bombalanmasıdır. Kendi kendini dünya jandarması ilan etmiş dünyanın tek süpergücünün bu yeni icat ettiği taktikle milyonluk ölçekteki terör ve korkutma resmen savaş yerine oturtulmuş durumda. Vietnam’dan sonra Amerikan toplumunun uzak cephelere yollanan askerlerin ceset torbalarının dönüşünü görmemesi gerek. Bunun bedelini ise kötü talihten dolayı Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi ve Dış İşleri Bakanlığı’nın Dr. Strange Love’larının tezlerinde Amerika’nın yeni şeytan yüzlü düşmanı ve “şer imparatorluğunun” yeni önderi olarak tanımlanan ülkenin sivil halkı ödemek zorundadır. Amerika’nın vermediği kayıpları yüzlercesiyle genelde dünyanın yoksul ve marjinal bir ülkesinde ekmeklerini zor bela elde eden sivil halka yüklüyorlar. Bir gün kura Irak halkı adına çıkar, bir gün Yugoslavya, bir gün Libya ve başka bir gün Afganistan. Gece karanlığında on bilerce metrelik yükseklikten, uzak okyanusların dalgalarının ardındaki gemileri ve denizaltılarından halkın kentlerinin başına on binlerce ton bomba ve füze yağdırıyorlar. Övünçle karşı taraftaki ülkeyi “bombalarla taş devrine geri götüreceğiz” diye ilan ediyorlar, bununla birlikte “akıllı” Amerikan bombalarının yalnızca suçlululara isabet ettiğinde ısrar ediyorlar. Amaç korkutmaktır. Bütün toplumu korkutmak. Korkuyu, ölüm korkusunu, yurtsuzluk korkusunu, toplumu felçe uğratacak ve her türden direnişi olanaksız kılacak biçimde uygarlığın bütün göstergelerinin yok olmasının korkusunu egemen kılmak. Amerika kara kuvvetleri şimdi atışların bitimi ve toz duman ile uğultunun dinmesinin ardından gidip cansız avı getirecek bir av köpeğidir yalnızca.

Taliban’a hiç kimsenin, Amerika ve Batı’nın bile, savaş ilan etmesi kınanamaz. Taliban gitmelidir, son çözümlemede de şiddet ve askeri operasyonla devrilebilir. Batı’nın Taliban’a karşı şimdiki düşmanlığı bu güne kadarki dostluğuna yeğdir. Zaten Batı’nın iş başına getirdiği katillerin dükkanlarının kapanmasına kimse karşı değil. Ancak savaş ve terör arasında fark var. Amerika ile İngiltere’nin Afganistan’da yaptıkları terörist eylemlerdir. Afganistan kentlerinin ve yerleşim birimlerinin bombalanması kınanmalı ve derhal durdurulmalıdır. Taliban’ın askeri gücü ve süpergüçlerin Afganistan’da dize getirilmelerinin tarihiyle ilgili anlamsız ve başı sonu belirsiz mitolojiler bu terörist yöntemin sürmesine hizmet etmektedir. Sovyetler’e karşı savaşta Afgan Mücahitleri Batı ile Amerika’nın perde önündeki gücüydüler. Taliban, Batı’nın Pakistan ve Arabistan’ın yardımıyla yarattığı bir cinayet ve uyuşturucu kaçakçılığı çetesidir. Düğmesini kapatıp bir kaç hafta içinde ortadan kaldırabilirler. Ancak hava terörizmi daha güvenli, daha göz kamaştırıcıdır, dünyanın hoşnutsuz halkı için daha ibret vericidir, daha süpergüçcedir. Bu insanlık dışı yöntem karşısında durmak gerek.

Amerika ile İngiltere’nin Afganistan’daki operasyonları Taliban’ın devrilmesi ve Bin Ladin’in öldürülmesiyle sonuçlansa bile Batı’ya karşı İslamcı terörizm tehlikesini azaltmadığı gibi bu terörizmin boyutlarını şiddetlendirir ve genişletir. Bunu Batı devletlerinin önde gelenleri de bilmekte ve bu konuda Batılı ülkelerin yurttaşlarını uyarmaktalar. Ancak 11 Eylül cinayetine karşı Afganistan’ın ilk sahne ve Amerika’nın “intikamı”nın ilk alanı seçilmesinin onlar için iki önemli özelliği bulunmaktadır:

Birincisi, İslamcı terörizm ve bu terörizmin beslendiği Batı karşıtı nefretin siyasal bir olgu ve siyasal bir çözümü olduğunu kabul ederlerse bile salt siyasal bir tepkinin Amerika topraklarında gerçekleştirilen büyük fiziksel ve askeri bir saldırıya yeterli ve uygun bir yanıt olacağını düşünmezler. Militarizm Amerika’da resmi ideolojinin ana dayanaklarından biridir ve bir süpergüç olarak Amerika’nın kimliğinin tanımlanmasının köşe taşıdır. Amerika’ya saldırı, bu bakışa göre, yalnızca başkasına başka bir yerde saldırıyla yanıtlanabilir. Amerika için 11 Eylül’ün intikamı, siyasal İslam ve İslamcı terörizmin niteliği, nedenleri ve özelliklerinden bağımsız olarak, yalnızca askeri bir hareket olabilir. Bu askeri hareket büyük olmalı, “Amerika’nın hışmını ve gücünü”, Amerika’nın şiddetini temsil etmeli. Ancak büyük askeri harekatın alana gereksinimi vardır. Savaş, savaş meydanı gereksinir. Afganistan’ın seçilmesinin nedeni Bin Ladin’in orada bulunmasından dolayı değildir, tersine Bin Ladin’in seçilmesi Afganistan’da bulunduğundan dolayıdır. Aleni veya gizli olarak İran’da, İngiltere’de, Fransa’da, Mısır’da, Pakistan’da, Lübnan’da ve Filistin’de, Bosna ve Çeçenistan’da yaşayan İslamcı terörizmin ele başlarının sayısı az değil. İslamcı terörizmin tanımlanmış hiyerarşik bir piramit olduğu, başında da Bin Ladin’in bulunduğu görüntüsü saçmadır. Bu hiyerarşi içinde Hameneyi’nin Bin Ladin’in altı olması olanaklı değil. Anahtar Afganistan’dır. Büyük askeri harekatın alanı olabilecek bir yer. Afganistan, Amerikan yönetiminin sözünü verdiği geniş ve korkunç ölçekteki askeri “Amerika’nın İntikamı” harekatının olanaklı tek alanıdır. Afganistan dışında böyle tanımlanabilecek ve saldırılabilecek bir askeri hedef bulunmamaktadır. Burada bile Batı devletlerinin başındakiler yok edilmek üzere yeterince yüksek binaların ve geniş köprülerin olmayışından yakınıyorlar.

İkincisi, önceki bölümde de söylediğim gibi, Afganistan’da, Taliban ve Bin Ladin’le çekişmenin arkasında belirlenmesi istenen şey Amerika ve Batı’nın siyasal İslam’la ilişkileri ve güç dengeleridir. “Terörizme karşı uzun savaş” siyasal İslam’a karşı güç denemesinin parolasıdır. Sovyetler’in yıkılışından sonra yeni dünya düzeninin daha kalıcı özelliklerinin tanımlanması için Amerika açısından er ya da geç gerçekleştirilmesi gereken bir güç denemesi. Soğuk Savaş’ın bir yan ürünü olan siyasal İslam, Sovyetler’in yıkılışından sonra, Ortadoğu ülkelerinde ve Batı toplumları içindeki “İslami” ortamlarda güç iddiasında bulunan burjuva bir kutup olarak boy göstermiştir. Bu hareket dünyanın bir kısmında ve İran ve Pakistan gibi oldukça önemli ülkelerde ya resmi olarak yönetimdedir veya bir çok siyasal dayanağı elinde bulundurmaktadır. Çekişmenin bir köşesi Filistin ile İsrail’in gelecekleri konusundadır. Eski Sovyet cumhuriyetlerinde, nükleer silah yığınaklarının bir adım uzağında at koşturmaktadır. Batı’da, Arabistan’ın parası, devlet sübvansiyonu ve kokuşmuş kültürel relativizm ideolojisinin sayesinde İslamzede ortamlardaki gençleri yığınla saflarına katmaktadır. Batı açısından bu siyasal İslam Sovyetler’in kuşatılmasında rol oynayacak olan, İran monarşi karşıtı devriminde solun önünü kesecek, Arafat ve Arap nasyonalizmin başına dert açacak o aynı işbirlikçi ve kukla hareket değildir. Bu hareket şimdilerde daha büyük iddialar taşımaktadır. Batı’nın gölgesinden çıkmıştır. 11 Eylül’de, Amerika açısından, siyasal İslam fazladan bir adım attı. Amerika’nın kalbinde gerçekleştirilen bu terörist saldırı bu kaçınılmaz güç denemesinin düğmesine bastı. Bu olaylar aslında Amerika ve Batı’nın siyasal İslam’la güç savaşının uğrakları ve aşamalarından başka değildir. Amerika açısından bu, İslami devletler, İslamcı partiler ve siyasal İslam hareketinin bütününe karşı bir savaştır. Taliban, Oartadoğu’da siyasal İslam’ın gücünün en güçsüz, karnı en yumuşak ve içi en boş göstergesidir, kaçınılmaz olarak da bu bütünsel güç savaşına girmenin en uygun giriş kapısıdır. Amerika’nın Afganistan’da askeri ve pratik zaferi siyasal İslam’ın gücünün temellerine dokunmayacaktır. Bu bilinmektedir. Ana güç odakları birinci derecede İran ve Arabistan’da, Mısır, Lübnan ve Filistin’deki İslamcı örgütlerdedir. Ancak bu bir güç savaşıdır, bir ölüm kalım savaşı değildir. Dünyanın bugünkü çerçevesinde Amerika ile siyasal İslam’ın askeri olarak gerçekten karşılaşmalarına olanak tanıyan tek alan Afganistan’dır. Her şey ansızın dağılmadan “terörizme karşı uzun savaş”ın göz kamaştırıcı ve sonuca çabuk ulaşabilen askeri bir hareketle başlatılabileceği tek alandır.

Bu siyasal bir çekişmedir

“Terörizme karşı uzun savaş”, Amerika’nın siyasal İslam’la güç savaşı, Afganistan’dan sonra siyasal bir çekişme niteliğinde olacaktır, taraflar bazı uğraklarda birbirlerine karşı bölgesel askeri harekata ve terörist saldırılara başvursalar bile. Amerika açısından bu savaşın amacı siyasal İslam’ı elemek değildir. Hatemicilerin propagandatif alkışlamalarının tersine “İran’ı bombalamaktan kurtaran” şey Hatemi beyefendi ve uzgörülü siyaseti değildi. İran’a saldırı ve böylesi bir bombalama temelde Batı’nın gündeminde değildir. Afganistan’dan sonra Amerika’nın bir zamanlar terörist olarak nitelediği devletlerle birer birer savaşa gireceği varsayımı oldukça yüzeyseldir. Batı’nın bu güç denemesindeki amacı siyasal İslam’ın yok edilmesi veya İslamcı yönetimlerin yıkılması değil İslami harekete hegemonyasını dayatmak ve oyunun kurallarını belirlemektir. Amerika açısından bu hareket sınırlarını tanımalıdır. Operasyon alanını bölgeyle sınırlandırmalıdır, kendi konumunu ve Amerika’nın özel yerini anlamalıdır. İslamcı yönetimler işbaşında kalabilecekleri gibi terörizm de mübahtır, bu terörizmin kurbanlarının İran, Afganistan, Pakistan ve Türkiye’deki komünistler ve solcular olmaları koşuluyla. Ancak Amerika topraklarında saldırı işin suyunu çıkarmaktır. Amerika bu dersi ve bu dengeyi Ortadoğu’ya taşımak istiyor.

Bu bir güç savaşıdır, İslam, liberalizm, Batı demokrasisi, özgürlük, uygarlık, güvenlik veya terörizm ile ilgili bir çekişme değildir. Bu Amerika süpergücünün Ortadoğu’da güç iddiası taşıyan ve uluslararası bir eylem alanına sahip bir hareketle siyasal bir dengenin tanımlanması ve nüfuz ve hegemonya alanlarının sınırlarının çizilmesi üzerine mücadelesidir. Batı, Ortadoğu’da Batı demokrasileri kurmak peşinde değildir. Amerika, Pakistan ve İran ve bölgedeki gericilerin geniş yelpazesi daha şimdiden başka bir despotik ve gerici yönetimi Afganistan halkına dayatmak üzere birbirleriyle pazarlık etmekteler. Günümüz dünyasının bu en gerici yönetimleri olan İran, Arabistan, Pakistan ve körfezdeki Arap şeyhlikleri Batı’nın bu çekişmedeki resmi ve pratikteki müttefikleridirler. İslami yönetimlerin devrilmesi durumunda bile Batı’nın bölge için uygun bulduğu alternatif yönetim gerici sağ partiler ve polisiye ve askeri yönetimler olacaktır.

Tarihi Amerika yazmıyor

Ancak bu sürecin geleceğini Batı belirleyemez. Amerika’nın şu anki politikaları ve eylemleri Ortadoğu’nun mevcut siyasal çerçevelerini ister istemez dağıtacaktır, ancak oluşacak olan alternatif ilişkileri başka güçler belirleyeceklerdir. Batı’nın siyasal İslam’la karşı karşıya gelişinin İslami hareketin, bu hareketin partilerinin ve yönetimlerinin zayıflamasına yol açacağı kuşku götürmez. Ancak bu çekişme boş bir sahnede gerçekleşiyor değildir. Ortadoğu, Batı’nın da olduğu gibi, Batı burjuvazisinin siyasal İslam’la bu çekişmesinden önce var olan ve çeşitli toplumlarda siyasal süreci biçimlendiren toplumsal hareketlerin çekişme alanıdır. Batı’nın siyasal İslam’la kavgası, bütün önemine karşın, bu toplumlarda tarihin motoru ve onu ilerleten güç değildir, tersine, kendisi bu tarihin içinde yer alır ve anlamalandırılır. Yeni dünya düzenini belirlemek üzere savaşımın daha önemli oyuncuları bulunmaktadır. Toplumsal sınıflar ve onların siyasal hareketleri, gerek Batı’da gerek Ortadoğu’da, dünyanın siyasal, ekonomik ve kültürel geleceği konusunda saflarını almışlardır. Batılı siyasetçilerin ve önderlerin ve siyasal İslam’ın başındakilerin isteklerinden bağımsız olarak bu süreçlerin nihai yönünü belirleyecek olan bu hareketler olacaktır.

Özel olarak, Ortadoğu’yu ilgilendirdiği ölçüde, Batı siyasal İslam’ın kısmi bir geri çekilişini ve onunla bir arada yaşamanın yeni temellerini tanımlama isteğinde olsa bile, sosyalist, özgürlükçü ve sekülerist hareketler bölgede, bu yeni koşullarda, Batı’nın tasarılarından bağımsız olarak öne çıkacaklardır. Örneğin, bana göre İran’da siyasal İslam devrilecektir, bu karşılaşmada Batı’nın böyle bir eğilimi veya yönsemi olduğundan dolayı değil bu çekişmenin ortasında ve buna koşut olarak İran halkının ve ön safında işçi komünizminin İslam yönetimini alaşağı edeceklerinden dolayı. İslam Cumhuriyeti’nin yenilgisi siyasal İslam’ın gövdesine indirelecek en büyük darbe olacaktır. Filistin sorununun çözümü Ortadoğu’da siyasal İslam’ın büyümesinin siyasal, düşünsel ve kültürel koşullarının dünya çapında yok olmasının koşuludur, İslam Cumhuriyeti’nin yenilgisiyse siyasal islam’ın Ortadoğu’da güç iddiasında bulunan bir hareket olarak parçalanmasının koşuludur. İran İslam Cumhuriyeti olmaksızın siyasal İslam Ortadoğu ölçeğinde ufuksuz ve geleceksiz bir muhalefet hareketine dönüşür. (sürecek)

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *