Irak’ta “Rejim Değişikliği” ve Sol Alternatif
Hamit Taqvai
Irak’a askeri saldırının ilan edilen ereklerinin arasında Amerika’nın şimdilik yarısına ulaşabildiği tek hedef “rejim değişikliği”dir. (Kendilerinin insanların başları üzerine boşalttıkları, kalıntıları ve etkileri yıllarca sürecek kimyasal ve misket bombaları dışında) herhangi bir kitle imha silahı bulunmuş değildir. Ufukta, nasıl yorumlanırsa yorumlansın, demokrasinin karartısı bile görünmemektedir. Üstelik “rejim değişikliği”nin kendisi de henüz yarı yoldadır. Baas rejimi gitti, ancak geçici veya bir geçiş dönemi devleti bile yerine oluşturulabilmiş değildir, üstelik kimse böyle bir devletin nasıl bir biçimi ve yapısı olacağını bilmemektedir. Halkın savaştan elde ettiği tek şey yıkıma uğratılmış, yerle bir edilmiş, felaket dolu bir toplum ve Amerika ile şibirlikçisi yerli aşiretçi, dinci, etnisist reislerin mimarları olduğu taktirde geçmişten daha kötü olmazsa bile kuşkusuz daha iyi olmayacağı bir gelecek olmuştur.
Irak halkının durumu ve yazgısı Amerika yönetici kesiminin düşüneceği son şeydir. Irak toplumunun başına ne gelirse gelsin Amerikalı siyasetçiler ve stratejistler açısından Irak savaşı bütünüyle başarılıydı zira oldukça kısa bir sürede ilan edilen “rejim değişikliği” ereğine ulaştı. Bu benzersiz, yeni “rejim değişikliği” yöntemi iki farklı, daha doğrusu iki karşıt açıdan değerlendirilebilir: Amerika’nın siyasal-askeri erekleri ve çıkarları açısından ve Irak halkının ve toplumun yazgısı açısından.
Amerika’nın dış siyasetinde savaşın ve “rejim değişikliği”nin konumu
Biz defalarca Amerika’nın Irak’a saldırısının ereğinin yerel, hatta bölgesel bir erek olmadığı ve silahsızlandırma, demokrasi ihracı veya terörizmle mücadele gibi ilan edilen ereklerle bir ilgisi olmadığı gerçeğini vurguladık. Rejim değişikliği bile kendinde, kendisi için Amerika’nın dış siyasetinde önemli bir konuma sahip değildir. Amerika’nın gerçek ereği, bu ülkenin siyasetçilerinin de açıkça dile getirmekten çekinmedikleri şey, biricik süpergüç olarak Amerika’nın konumunu pekiştiren yeni bir düzen kurmaktır. Uluslararası kuralların ve kurumların hiçe sayılması, başına buyrukluk ve bilidğini okuma, Avrupa ile endüstüryel güçleri peşinden sürükleme, militarizm ve askeri gövde gösterisi bu ereğe ulaşmanın ögeleridir. Irak savaşı tam da bu ereklere hizmet ettiği için Amerikan devletinin gündemine yerleşti. Etkenlerden hiçbirinin Irak’la ve Saddam rejimiyle özel bir bağlantısı yoktu. Irak, Saddam rejiminin geçmişi ve Birinci Körfez Savaşı dolayısıyla diplomatik açıdan uygun bir aday sayıldığı için seçildi. Sonuçta da, hepimizin tanık olduğu gibi, Amerikan yönetici kesiminin diplomasi ve propaganda düzleminde somut bir başarı kazanmayışına karşın, dünya çapında milyonluk muhalefete karşı savaş başlayıp sona erdi.
Irak savaşını yeni dünya düzeni stratejisi perspektifinde değerlendirdiğimizde savaşın kendisinin, Irak’a askeri saldırının ta kendisinin savaşın siyasal sonuçlarından çok daha fazla Amerika’nın ereklerine hizmet ettiğini görürüz. Bu savaşla birlikte Amerika’nın bir başına ve düne kadar müttefiki olduğu devletlerin muhalefetine karşın, uluslararası kurumların kararları ve dünya çapında geniş çaplı direniş hareketi karşısında bir ülkeye saldırabileceği, bir ülkeyi işgal edebileceği, istediği gibi “devlet üretebileceği” veya kendi deyişleriyle “ulus yarabileceği” ortaya çıktı. Bu artık ne Kore veya Vietnam savaşıdır, ne de Granada, Panama veya Kosova savaşı. Bu, tek bir kutba, tek bir süpergüce sahip veya sahip olması istenilen yeni bir dünyada yeni bir savaş biçimidir. Bu savaş önleyici darbe olarak adlandırıldı, Amerikan yönetici kesiminin neo-konservatif stratejistlerinin dediğine göre bu ülkenin dış siyaseti bundan sonra bu temele dayanacaktır. Erek gövde gösterisinde bulunmak ve dünya jandarması olmak olduğunda, herkes bu güce boyun eğmediği sürece, savaş ve askeri saldırı biricik yol olarak belirir.
Irak’ın gelecek yönetimi sorunu
Ancak savaşın Amerikan siyasetindeki kendinde önemi bir yana, şimdi savaş bittiğinde Irak’ın gelecekteki yönetimi ve rejimi sorunu eksene yerleşmiş durumdadır. Bu sorunun da, kazananlar açısından tıpkı savaş gibi Amerika’nın bölge ve nihayetinde dünya üzerindeki hegemonyasını pekiştirecek biçimde çözülmesi gerektiği açıktır. Bu, Amerika’nın tasarladığı ve biçimlendirmek istediği yolda ilerlememesi halinde Amerika’nın başarısını ciddi biçimde sorgulayabileceği ve siyasal bir yenilgiye dönüştürebileceği Irak’ta askeri zafer kazanmanın siyasal ürünlerinden biridir.
Savunma Bakanı Rumsfeld yakın zamanda Katar’a yaptığı ziyaretinde “Amerika, önleyici etkinliklerde bulunması gerektiği yeni bir döneme girmiş bulunuyor” dedi. Amerika’nın ilerde böylesi “önleyici etkinliklerde” bulunmasının koşullarından biri Irak’ın yönetimi sorununu süpergüççe ve bu “yeni dönem”e uygun biçimde çözmesidir. Şimdiye kadar tanık olunduğu gibi bu çözümün özellikleri şunlardır: Birincisi, Irak’ın gelecekteki yönetimini, BM, öteki uluslararası kuruluşların ve devletlerin müdahalesi olmaksızın veya asgari müdahalesiyle, belirlemek. Amerikan yönetici kesimi bu sorunu tek başına çözmelidir, öteki kurumların ve savaştaki müttefiklerinin bile en fazla Amerika’nın hegemonyası ve gözetimi altında tali, ikinci derece rolleri olmalıdır. İkincisi, Irak’ın gelecekteki yönetimi, Amerika’nın kuklası ve işbirlikçisi görünmeksizin Amerika’ya bağlı ve Amerika’nın çıkarlarının koruyucusu olmalıdır. Şeyhler, ayetullahlar, evcilleştirilmiş aşiret başları ve kabile reislerinden oluşan bir yönetim, Kerzai yönetimi cinsinden bir iktidar, böyle bir görevi üstlenebilir. Üçüncüsü, bu yönetim geri kalmış bir ülkede serbest piyasa kapitalizminin işlerliği için gerekli “istikrar ve güveni” sağlayabilmelidir. Bir başka deyişle Amerika’nın Irak’taki nihai ereği ucuz emek-suskun işçiye dayalı toplumsal-ekonomik bir düzen örgütlemek, Soğuk Savaş dönemi Latin Amerika modeli bir “demokrasi” kurmaktır. Bu, gerçekleştiğinde Irak’ı ve Ortadoğu bölgesini, Latin Amerika gibi, Amerika’nın arka bahçesine dönüştürecek Amerikan yönetici kesiminin dilediği çözümdür.
Yeni düzenin gerçek, pratik anlamı karanlık senaryo
Ancak Amerika’nın bu “istenilir senaryo”su zorunlu olarak ve büyük olasılıkla gerçekleşecek olanla aynı olmayacaktır. Bütün göstergeler olası senaryonun başka olacağını imlemektedir. Amerika askeri güçle yirmi beş yıllık bir diktatörlüğü devirdi, yarattığı siyasal boşluk ise dinsel, etnik ve kabilesel güçlerin meydanı ele geçirmeleri için uygun bir zemin oluşturmaktadır. Amerika’nın uydurmaya çalıştığı yönetim zorunlu olarak, gerek geçiş döneminde gerek gelecekte, bu gerici-üstü güçleri hesaba katmalıdır ve iktidara ortak etmelidir. Bu karanlık güçlerin hiçbiri bugünkü medeni anlamında toplumun hiçbir kesimini veya sınıfını temsil etmemektedir, bunlar Irak’taki uygarlık öncesi mezhepleri, aşiretleri ve kabileleri temsil etmektedir, yönetimi ele geçirirlerse, büyük olasılıkla bu yönetimin oluşum sürecinde Irak toplumunun medeni yapısını dağıtacaklardır ve onu Ortaçağcıl, derebeyler toplumuna gerileteceklerdir. Yeni dünya düzeni stratejisinin kaçınılmaz sonucu budur.
Soğuk Savaş ve “serbest piyasa kapitalizmi demokrasisi” zaferi sonrası dünyada bu “demokrasi” son medeni süslerinden arındırılıverdi. Eşitlik, özgürlük ve kurtuluş Berlin Duvarı’yla birlikte dağıtıldı, bu insancıl ülkülerden etkilenen her şey Batı’da bile devletlerin siyasal ideolojilerinden ve felsefelerinden, Batı dünyasının liberlaizminden ve demokrasisinden elenmeliydi. Yeni Sağ, neo-konservatizm meydanı ele geçirdi, ulusal, dinsel, etnik ve ırksal kimlik kişilerin toplumsal, yurttaşlık kimliklerini gölgede bıraktı ve özellikle Üçüncü Dünya ve eski Doğu Bloğu ülkelerinde yönetim felsefesinin ve “demokrasi”nin temeli yapıldı. Bu ülkelerde toplum farklı ulusların, dinlerin, kavimlerin ve ırkların bir topluluğuna indirgendi, demokrasi de bu dinlerin, ulusların ve ırkların temsilcilerinin yönetimi olarak tanımlandı. Balkanlar’da, eski Sovyet cumhuriyetlerinde, Afganistan’da ve günümüzde Irak’ta demokrasiyi bu Ortaçağcıl, gerici-üstü biçimiyle uygulamaya çalışmaktadırlar. İstedikleri bu düzeni oluşturmaya çabalamaktadırlar. Geleceği önceden bilmek olanaklı değildir ama şimdiden açık olan bir şey var: İşler Amerikan yönetici kesiminin elinde kalırsa, ne olursa olsun, ister Amerika’nın istediği senaryo gerçekleşsin ister olaylar bizim varsaydığımız gibi ilerlesin, Irak toplumu yüzlerce adım gerileyecektir.
Irak’ta iktidar, sol alternatif
Amerika ve yeni dünya düzeninin siyasal, kuramsal ve askeri öncüleri tarihi belirleyen biricik güç değillerdir. Savaşa karşı alanlara inen on milyonlarca insan, uygarlık ve uygar dünya, bu gerileme dalgası karşısında durmuşlardır, yanıtlarını ve çözüm yollarını aramaktadırlar. İpini koparmış sermayenin dünyaya dayatmak istediği barbarlığa karşı dünyadaki insanların biricik gerçek yanıtı ve çözüm yolu sosyalizmdir.
Günümüzde Irak’ta uygar dünyanın bu alternatifini Irak Komünist-İşçi Partisi temsil etmektedir. Bu parti Amerikan ve İngiliz askerlerinin derhal Irak’tan çıkmaları ve insanların diledikleri siyasal düzeni seçebilmeleri için yönetimin BM’ye devredilmesi gerektiğini bildirmiştir. Yönetim sorununu Irak halkının çıkarları açısından çözmenin ilk adımı budur.
Irak toplumu yirmi beş yıllık Saddam diktatörlüğünün ve yeni dünya düzeni savunucularının on iki yıllık barbarca ekonomik yaptırımları ve savaşına karşın Ortaçağ’a ait bir toplum değildir, yurttaşlarının yazgısının belirlenmesinde etnik, ulusal ve dinsel güçlerin hiçbir etkilerinin olmamasının gerektiği modern, uygar bir toplumdur. Baas diktatörlüğünün devrilmesiyle bir yandan bu gerici güçler etkinleşme olanağı elde etmişler –bu, Irak’ta kazananların, sermaye dünyasının güvendiği bir etmendir- öte yandan yoksun Iraklı kitleler sahneye çıkmış eşitlik, özgürlük ve gönenç istemektedirler –bu da Irak Komünist-İşçi Partisi’nin dayandığı etmendir.
Dini, ulusal ve etnik gerici güçlerin soyutlanması ve halkın özgür iradesinin uygulanabilmesi için halkın Irak’ın gelecekteki yönetimini belirlemeye katılabilmesinin uygun siyasal koşulları sağlanmalıdır. Bu koşullar temelde partimizin Siyasal Özgürlükler Bildirgesi’nde dile getirdiği ilkelerdir: Kayıtsız, koşulsuz düşünce, ifade ve basın özgürlüğü, partileşmek, örgütlenmek, grev ve gösteri özgürlüğü, dinin devlet ve eğitim öğretimden ayrılması, din ve dinsizlik özgürlüğü, kadınlar ve erkeklerin tam eşitliği, din, etnisite, ırk, ulus ve uyruktan bağımsız olarak tüm yurttaşların tam eşitliği, idam cezasının kaldırılması ve kamunun radyoya, televizyona ve öteki medya araçlarına ulaşabilmesi. İnsanların diledikleri yönetim biçimini güvenli koşullarda, bilinçli biçimde ve özgürce seçebilmeleri için Irak’ta ivedilikle oluşturulması gereken asgari koşullar bunlardır.
Amerika ve mütefiklerinin askeri güçlerinin Irak’tan çıkması, Irak’ın siyasal yöentimi görevinin geçici olarak BM tarafından yürütülmesi, yukarıda sözü edilen özgürlüklerin sağlanması için mücadele, dini, ulusal ve etnisist gericilere karşı halkın örgütlenip sahneye çıkması Irak’ın gelecekteki yönetimini belirleme yönünde Sol’un çözüm yoludur. Bu aşiret, tarikat ve kabile reislerini değil halkı iktidara taşıyacak ve Amerika’nın gerici “rejim değişikliği” senaryosunu etkisizleştirecek biricik alternatiftir.
Irak deneyimi ve İran’da “rejim değişikliği”
Son olarak Irak savaşının İran’daki siyasal duruma etkisini ve yansımalarını kısaca değerlendirmek gerekir.
İran’da uzun süreden beri rejim karşıtı hareket rejim değişikliğinin bir başka çeşidini gündeminde bulundurmaktadır: Halk kitlelerinin mücadelesi ve gücü sonucunda İslam Cumhuriyeti’nin devrilmesi.
Irak deneyimi devrim ve darbe dışında rejim değişikliğinin başka yöntemleri olduğunu da gösterdi, ancak böylesi rejim değişikliklerinin halkın ereklerini ve isteklerini gerçekleştirmeyeceği gibi yıkımdan ve yersiz yurtsuzlaşmadan başka bir sonucu olamayacağı gerçeğini de gözler önüne serdi. Bu yüzden ilk bakışta her zaman monarşist güçlerin istediği çözüm yolu olan rejimi yukarıdan değiştirme alternatifini güçlendiriyor gibi gözüken şey kendi karşıtına dönmektedir: Devrimin doğruluğu ve haklılığı ve rejimin halk gücüyle devrilmesi bir kez daha onaylanmaktadır. Sağ, monarşist ve 2 Horadçı (reformist) güçlerin propagandalarının tersine rejimleri değiştirmenin biricik uygarca yönteminin devrim olduğu ortaya çıktı. Toplumları yerden ve gökten bombalar yağmuruyla yıkıma uğratılmadan, kargaşa, başıboşluk, yağma ve çapulculuk yaşamlarına musallat olmadan, gerici ötesi güçler siyaset sahnesinin merkezine yerleşmeden halkın diktatör bir rejimden kurtulmalarının biricik yolunun devrim olduğu bir kez daha açıklık kazandı. Daha da önemlisi serbest piyasa kapitalizminin yandaşlarının yorumuyla demokrasinin ve özgürlüğün ne anlama geldiği herkesin gözlerinin önüne serildi.
Bu, Irak deneyiminin İran halkına sunduğu sonuçlar ve derslerdir. Bu deneyim İran’da rejim karşıtı hareketi içinde Sağ opozisyon güçlerinin daha fazla soyutlanmasının, buna karşı Sol’un ve Komünist-İşçi Partisi alternatifinin daha etkili olması ve daha güçlenmesinin temeli olabilir, öyle de olmalıdır. Bizim hareketimiz İran’da, Irak’ta ve tüm dünyada yeni dünya düzenine karşı sosyalizm bayrağını yükseltiyor, yalnızca bu hareketin ilerlemeleri Soğuk Savaş’ın bitimiyle dünya siyasal tarihinde başlayan yeni dönemin barbarlık ve yoklukla değil özgürlük ve sosyalizm ile sonuçlanacağını güvenceye alabilir.
İlk kez İran Komünist-İşçi Partisi yayın organı Enternasyonal Haftegi’nin 2 Mayıs 2003 tarihli 157. sayısında yayımlandı.
Hamit Taqvai İran Komünist-İşçi Partisi Siyasi Bürosu üyesidir.
Leave a reply