İran, İslam’a Karşı Kitlesel Saldırının Sahnesi Olacaktır- İkinci Bölüm
Mansur Hikmet ile Söyleşi *
Siyasal İslam nereden kaynaklanıyor? Siyasal İslam İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunun mu sonucudur yoksa daha önceden de mevcut olan bir hareket miydi?
Mansur Hikmet: Benim düşünceme göre, İslamzede olarak adlandırdığımız ülkelerde ve Orta Doğu’da Batı’nın bu ülkelere sömürgeci bir yapı içerisinde girmesinden ötürü Batı’ya karşı direniş eski bir görüngü olmuştur. Batı’nın girişine aşırı şiddet ve sömürü eşlik etti. Batı uygarlığı veya örneğin Batı parlamentosu, sanatı, edebiyatı ve kültürü Doğu’ya özgür bir ilişki ve akış yerine silahlar, şiddet, zorla alıkoyma, tutsaklık ve kitlesel kıyımlarla ulaştırıldı. Dolayısıyla buna karşı bir direnişin olduğu ve yerel nasyonalizmin ve anti-sömürgeci mücadelenin yerelde var olan her türlü aracı eline aldığı aşikardır. Bir başka deyişle, bu ülkelerdeki nasyonalizm bir dönem nasıl Batı’ya karşı özgül bir direnişin bayrağı olduysa İslam da, o zaman, aynı şekilde Batı’ya karşı özgül bir direnişin bayrağıydı. Ancak, çağdaş İslami hareket başka bir dönemden kaynaklanır ve başka bir döneme aittir. Dünyanın tamamiyle birleştiği, dünya ekonomisinin birbirine bağımlı olduğu bir çağa aittir. Bu ülkelerin yönetici sınıflarının kesimlerinin paydan belirli bir hak talep etmelerinin bayrağıdır. Örneğin, İran’da İran’ın özel bir konuma sahip olması gerektiğini düşünen birçok kimse vardır. Bunu Şah aracılığıyla değil fakat İslami rejim yoluyla kazandılar. Bu ülkenin yönetici sınıfının bir parçası olmaktan mutlular. Örneğin ABD başkanını İran’a ve İran dini liderinin “emirlerine” duyarlı kılan İslam Cumhuriyeti’dir. İran’ın bu boyutta bölgeye müdahale etmesini sağlayan ve İran’ın yayılmacı arzularını ve bu yapı içerisinde İran’ın üstünlüğünü güçlendiren İslam Cumhuriyeti’dir. İran burjuvazisi için kusurları ne olursa olsun, bu İslam bölgede yönetici sınıf ve burjuvazi ile uluslararası düzeyde emperyalizm arasında bölgede güç rekabeti ve pay talep etmenin bir bayrağı olmuştur. Birçokları bu İslamcı hareketi siyasal bir araç olarak görüyor. Arap-İsrail savaşında İslami bayrak Arap dünyasının İsrail’e karşı araçlarından biriydi. Bence yararlı bir aygıttır ve ne zaman ihtiyaç duyarlarsa kullanabiliyorlar. Bu İslam aynı zamanda Sol’u ezmek için kullanılmaktadır. Örneğin, Şah rejimi işçileri ve komünistleri İslam Cumhuriyeti’nin yaptığı gibi katledemezdi. Kadınların özgürlüğüne karşı savaşa girişmek böyle bir aracın yokluğunda imkansız olurdu ve sadece böylesine bir aygıt kadınları böyle bir sınırlama içerisinde tutabilir. Siyasi bir alet olarak İslamcı hareket yararlılığını kanıtlamıştır. Sola, uygarlığa, özgür düşünce kültürüne ve insan mutluluğuna karşı hizmet etmektedir. Tamamen ve yüzde yüz gericidir. Varoluşu bütünüyle özgürlük ve sosyalizme karşıdır. İnanıyorum ki, dolayısıyla, onunla 20. yüzyılın gerici bir ideolojisi ve siyasal kurumu olarak uğraşmalıyız. Faşizm gibi, toplumdaki rolü ana çizgileriyle ortaya konabilir.
İşçi devletinde Lübnan Hizbullah’ı ve İran’daki İslami Fedayin gibi İslamcı gruplara ne olacak? Etkinlikleri yasaklanacak mı ve eğer öyle olacaksa bu koşulsuz siyasal etkinlik özgürlüğüne karşıt değil midir?
Mansur Hikmet: Kendi kişisel görüşümü söyleyebilirim. Önerdiğimiz siyasi sistem yasalarının ve düzenlemelerinin ülke çapında halkın temsilcilerinin kararlaştırdığı konsey sistemidir. Ulusal veya etnik köken ayrımı gözetmeden yurttaşlık ve ikamet esasına dayanarak insanlar kendi yerel konseylerinin üyesi olabilecek ve bu şekilde ülkenin siyasal yaşamına katılacak. Doğal olarak, insanlar bu şeyleri idare edecek düzenlemeleri devletten ve orada yaşayan insanlardan istemelidir. Ben de, bu insanlardan biri olarak görüşümü söyleyeceğim. Kanımca, “İslami Fedayiin” kurmak özünde bir suç değildir. İslami bir dünya talep etmek de özünde bir suç değildir. İlk başta suçu tanımlamalı, daha sonra onu yasaklamalıyız. Eğer birisi insanların mutsuz olduğu ve kadınların zincirlendiği bir toplum istiyorsa ve bunları insanlara söylüyor ve onlar onu duyuyorlarsa, bu ana kadar hiçbir suç işlenmiş değildir. Ancak eğer bu kişi birilerini öldürmeye, tehdit etmeye, sınırlamaya ve korkutmaya başlarsa veya bir çocuğu haklarından yoksun bırakırsa ya da birisinin yaşamına veya özgürlüğüne tecavüz ederse o zaman bu suçlara dayanarak o kişi aranıp bulunmalı. Sonuç olarak, benim düşünceme göre bizim sistemimizde bile İslami partilerin olması suç değildir. En saçma ve aptalca inançların ifadesi insanların hakkı olduğundan özsel olarak bütün dünyanın İslami olmasını savunan grup oluşturmak suç değildir. Görüşlerini açıklayabilirler. Kimsenin siyasi tutkularını böyle şeyler arkasına gizlemeyeceği bir toplum kurarak, insanların bütün grupların etkinliklerini ve kitaplarını izleyebileceği bir toplum kurarak onların gelişmelerinin önünü kesmeyi hedefliyoruz. Herkesin görüşlerini ifade etme, oyunlar ve şiirler yazma, sokaklarda bağırma, okullarda öğretilenleri eleştirme veya herkesin eşitçe paylaştığı radyo ve TV’yi kullanma hakkına sahip olduğu özgür bir toplumda eğer her on bin kişiden bir kişi faşist, ırkçı veya İslami görüşleri söylüyorsa bu toplum için kabul edilebilir bir görüngü olur ve hatta alay edilir ve ciddiye alınmaz. Ancak eğer İslami Fedayiin grubu gibi örgütler, bomba tedarik eder, silah depolar, yasadışı yollarla insanların isimlerini ve adreslerinin listesini oluşturur ve onlara suikast düzenlerse veya başka bir ülkede bombalar yerleştirmek isterse o zaman belli bir devlet bu grubu tutuklar. İslami olduğu için değil fakat belirttiğim suçlardan dolayı. Devlet onlara herhangi bir kimsenin yaşamını tehlikeye atmaya, bir azınlığı tehdit etmeye, bir kimseyi öldürmekle tehdit etmeye veya bir kimsenin yaşamını güvensiz yapmaya hakkı olmadığını söyleyecektir. Dolayısıyla, bence, ifade özgürlüğüne sahiptirler. Ne yazık ki, belli sayıda insan bu görüşlere sahip olacaktır ancak bu koşullar altında, inanıyorum ki, sayıları azalmaya devam edecek. Kanımca, özgürlük cehalet ve aptallık için en iyi ilaçtır. Eğer toplum özgür olursa ve herkes zihinlerindekini konuşabilirse, zamanla görüşler daha ciddi, derin ve insanca olacaktır. Böyle pislikleri üreten kesinlikle diktatörlüktür. Bence eğer toplum kendisine güvenirse ve özellikle siyasal iktidarı kimsenin siyasal iktidarı alamayacağı ve siyasal süreci komplo, darbe, bombalamalar, terörizm ve şiddetle etkileyemeyeceği düzeyde halka dağıtırsa o zaman böyle insanlar tarafında görüşlerin ifadesi okullarda öğrencilere rasyonel düşünceye karşıt olarak bazı insanların bu şekilde düşündüğünü göstermek mümkün olacağından toplumun bilincini yükseltmekten başka bir şey yapmaz. Bence bu gruplar yalnızlaştırılacak ve alaya maruz kalacaklardır. Şimdi bile, bir düşünce ve inan olarak yalıtılmışlardır. Kendilerini iktidarda bir yandan parayla diğer yandan tehditler, terörizm ve katliamlarla tutmaktadırlar. Dahası, Ortadoğu’da birçok insana için gerçek ifade kanalları kapalıdır. Eğer İran, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye ve Irak’ta Marksist ve sosyalist partilere, sendikalara ve kadın örgütlerine ulaşabilseniz, hiç kimse günün diktatör rejiminden düş kırıklığını ifade etmek için İslami gruba üye olmaz. Halk onurlarını yükselten örgütlerin üyesi olur. Bence özgürlük yanıttır. Bastırmaya karşıyım, ancak insanların barışını, güvenliğini, fiziksel ve ruhsal mutluluğunu tehdit edenlerin tutuklanması ve yasal kovuşturulmasından yanayım. Elbette İslamcılar bunda uzmandırlar. Derhal çocukları tehdit etmeyle meşgul olmayacak bir İslami grup örgütlemeleri olası değildir. Bu gruplara karşı yurttaşların haklarını savunacak ve onların yasadışı eylemlerde bulunmalarını önleyecek kurumlar olmalıdır. Eğer görüşlerini ülkenin yasal çerçevesi içinde ifade etmek istiyorlarsa bence bunu yapmakta özgür olmalıdırlar. Öncülleri tarafından işlenmiş bütün suçlara rağmen, istediklerini söyleme hakkına sahip olmalıdırlar. Bu onların doğuştan hakkıdır. Doğmuş olan herkes görüşlerini bildirme hakkına sahiptir. Bence hiçbir devlet bu hakkı alamaz.
İran, İslam düşünüldüğünde kutuplaşmış bir toplumdur. Hem İslamcılar hem de anti-İslamcılar etkindir. Bu iki kamp arasındaki çekişmeyi nasıl görüyorsunuz? İran’da bir rönesansın gelişmekte olduğunu düşünüyor musunuz?
Mansur Hikmet: Bence İran’da olmakta olan şey nüfusun geniş çoğunluğunda biriken İslam’dan kitlesel toplumsal nefrettir. Baskısı günden güne artmaktadır. Ve bu yakında barajları yıkacaktır. Zincirleri kıracak ve yirmi yıldır gerici İslamcı yönetimin koltuğu olan İran’ı bölgedeki gerici İslami harekete karşı mücadelenin merkezlerinden biri haline dönüştürecektir. Bundan eminim. Bence tarihsel olarak İran’da gerçekleşmeyen entelektüel, felsefi ve ideolojik mücadele belki bu kez halkın siyasal eylemi yoluyla siyasi durumdan dolayı gerçekleşecek. Bu, bu ülkede gerici İslami yönetimin 20 yılını ve İslam için ve İslam adına işlenmiş bütün suçları deneyimlemiş halk tarafından İslam karşıtı saldırıdır. İslam’a karşı nefretin tarihsel olarak eşi görülmedik biçimidir. Dinleyicilerinizden birinin söylediği gibi bir zamanlar, mollalar gelir, vaazlarını verir ücretlerini alır ve sonra da giderlerdi. Toplumda bir rolleri vardı. Ancak öne çıktıkları, toplumu kendi görüşlerinde örgütledikleri, iç ahlaklarını herkesin izlemesi için dış yasalara dönüştürdükleri ve pisliklerini her yerde gördüğümüz zaman, yalnız onların eski deliklerine dönmelerine izin vermek mümkün değildir. Dalga harekete geçtiğinde ve halkın İslam karşıtı saldırısı başladığında, o zaman İslam yirmi yıl önceki konumuna ve duruşuna geri çekilemez. Halkın, bütün bunları onların elinden alacağı yüksek bir olasılık olarak görünüyor. Bu rönesans olarak adlandırılabilir mi? İnanıyorum ki, bu sorunun bir yönü, İslam’dan siyasi ve duygusal nefretin, İslam dininin ve genel olarak dini düşüncenin temellerini tahlil edecek ve oryantalizm, patriyarka, çocukların haksızlığı dahil bütün yönleriyle onu teşhir edip eleştirecek derin entelektüel bir mücadeleyle desteklenip desteklenmeyeceğidir. Bu eleştiri her çağda sosyal ideologlar tarafından geliştirilmelidir. Bunu görmüyoruz. Sonuç olarak ilk bakışta İslam’a karşı hareket İslam’ın politik-sosyal ifadesine karşı kitlesel halk hareketi olacaktır. Ancak, buna, sonraki nesillerin dini-batıl çağın ötesine geçmekte faydalanacakları derin ideolojik eleştiri hangi boyutta eşlik edecektir? Beklemeli ve pratikte ne olacağını görmeliyiz. İslam karşıtı dalganın yükselişinin elbette kendi ideologlarına sahip olacağı doğrudur ancak böyle bir görüngüye tanıklık etmiyoruz. İran Komünist-İşçi Partisi’nden ve bazı iyi düşünen bireylerden ayrı olarak, İslam Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmayı isteyen ve aslında bir darkafalılık olan “iyi mollayı” “kötü mollaya” karşı muhalefete cesaretlendirmeyi “zeki olmak” olarak gören ve bunu ilerleme sayan çoğunluğa tanıklık etmekteyiz. Dolayısıyla Hatemi’ye karşı başka bir mollayı getiriyoruz ve sonra nihayet bir gün sonuncusuna molla olmak zorunda değilsin diyene kadar bir başkasını. Bu sözümona kurnazlıktır ve tarihi saptırmaktır, tarihte hiçbir zaman başarılı olmamıştır. Bu siyasi komediye taraftar olan entelektüelleri, şairleri, yazarları ve siyasetçileri görmek üzücü. Onların, gelecekteki mücadelenin berraklığının önünde engel olduklarına inanıyorum. Bence hepsi izole edileceklerdir. İslam’ın herhangi bir yönüyle veya İslam Cumhuriyeti’yle uzlaşan herhangi birisinden yarın halka hesap vermesi istenecek. Bence İran’da gerinin Muhafızları olanlar entelektüel olarak adlandırılıyor. Parlak ve özgür düşünenler bir yaşam mücadelesine adanmış ve çatılarına uydu anteni koyan ve dünyanın ne söylediğini öğrenmek ereğiyle tutuklanma riskine katlanan nesil arasından aranmalı. O kişi ülkenin gerçek entelektüelidir. “Entelektüeller” kendileri için entelektüel dükkanlar oluşturmuş geri Muhafızlarıdır. Gerçekten üzücü. Bugün, Sadık Hidayet ve Ali Daşti gibi İslam’ın köklerine meydan okuyacak ve İslam’ı eleştirecek insanları özlüyoruz. Bu konjontürde bunu kim yaparsa bu ülkenin entelektüel tarihinde herkesten çok daha fazla tarihsel bir kişilik ve İran halkının yüzyıllardır süren İslam’a ve İslamcılık’a karşı entelektüel ve ahlaki mücadelesinin bayrağı olur. Bu koltuk boştur. Sonuç olarak bugün bu safiyen siyasi bir çatışmadır. Bu siyasi dalga halkın İslam karşıtı ilerlemesini ne ölçüde stabilize edebilir tartışmalıdır. Bunu bir rönesans olarak adlandırmam. Ancak bence İslam bu ülkede büyük bir yenilgi alacaktır.
*Radyo Hambastegi’de 13 Haziran 1999’de yapılan Farsça söyleşinin ikinci bölümüdür.
** İran Komünist-İşçi Partisi’nin kurucusu olan Mansur Hikmet, 4 Temmuz 2002’de gırtlak kanserinden hayata veda etmiştir.
Leave a reply