İran İslam’a Karşı Saldırının Sahnesi Olacaktır *
Mansur Hikmet ile Söyleşi **
İran Komünist-İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin İslamcı akımlara ve gruplara karşı mücadelenin yoğunlaştırılması üzerine bir önergeyi kabul etmesinin nedeni nedir? Herkes İKİP’in din karşıtı bir örgüt olduğunu biliyor. Son zamanlarda gerici, İslamcı gruplara karşı mücadele bizim karakteristiklerimizden biri olmuştur. Neden bu yeterli değil?
Mansur Hikmet: Burada başka bir konudan bahsediyoruz. Söylediğin gibi, dine muhalefet, dini teşhir etmek ve din-dışı bir toplum kurmak komünistlerin eski ve karakteristik görevlerindendir. Ancak, son 20-25 yıldır başka bir olguyu, kendilerini İslam bayrağı etrafında örgütleyen politik hareketlerin ortaya çıkışını ve dikkate değer ölçülerde gelişimini görüyoruz. Kuzey Afrika, Orta Doğu ve bugün resmi dinlerini İslam diye adlandıran veya önemli ölçülerde Müslüman azınlıkların bulunduğu tüm ülkelerde bir dizi aşırı sağ-kanat, insan düşmanı ve şiddet kullanan hareketler bulunmaktadır. Eylemleri temelde kadın özgürlüğüne, kadınların sivil özgürlüklerine, kültürel ve kişisel alanlarda ifade özgürlüğüne muhalefet ve insanlara karşı vahşi yasa ve geleneklerin uygulanması ve hatta genç çocuklardan yaşlılara kadar insanları öldürme, kafalarını kesme ve soykırıma uğratılması biçimindedir. Cezayir’de bu grupların birisini öldürmediği tek bir gün yoktur. İran’da, dinleyicilerinizin onların bu ülkeye neler yaptığını hatırlamalarının gereği yoktur. Afganistan’da Taliban’ı görüyoruz. Şiddet insan onurunu onu tanımlamalarında ve gözardı etmelerinde içkindir. İnsan mutluluğuna ve barışçıl bir topluma ve insanlığın özgür karşılıklı etkileşimine düşmanlıkları apaçıktır.
Bu hareket, örneğin faşizmin benzeridir. Ulusçuluk ve ırkçılık da eski eğilimlerdir ancak bunlara dayanan faşizm yükseldiğinde bazı insanlar bir deklarasyonda bulunmalı ve ortaya çıkan yeni faşist hareketin yol açacağı sonuçları, canavarlıkları ve ona karşı direnilmesi gerektiğini ilan etmelidir. Şimdi aynı biçimde İslam ile karşılaşıyoruz. Din karşıtı konumumuzun toplumsal ölçekte temeli vardır. Dünyada ateist olan ve dinin baskıcı ve zararlı rolünün farkında olan birçok kimse var. Dünya insanları, İran’da ve Orta Doğu’da etkin olan ve şimdi İslam bayrağı altında uluslararası boyutlar kazanan bu kesinlikle sağ kanat, etkin, soykırımcı ve cani harekete karşı ayağa kalkmalı ve karşı çıkmalıdır. Bu, dünya nüfusunun geniş bir bölümünün üzerine çökmüş bir kabustur ve insanlar onun yüzünden perişan olmaktadır. Bundan dolayı bir önergeyi kabul ettik. Genel olarak dine karşı muhalefetimizde savunduğumuz teşhirci ve aydınlanmacı politikalardan ayrı olarak şimdi son derece anti-komünist, anti-sosyalist, özgürlük karşıtı, kadın düşmanı ve anti-modernist ve hatta mutluluğa karşı ve son derece ırkçı olan çağdaş gerici bir politik hareket olarak İslam’a karşı özgül bir pratik ve politik konuma gereksinmemiz var. Bu kendi çözüm önerilerini gerektiriyor. Bu gerici politik hareket politik bir yaklaşım gerektiriyor.
İKİP edebiyatında siyasal İslam’a çok sayıda gönderme görüyoruz. Siyasal İslam ile ne anlatılmak isteniyor? Fundamentalizm mi demektir? Değilse, farkı nedir?
Mansur Hikmet: Siyasal İslam zorunlu olarak fundamentalist değildir. Elbette, farklı yazarlar bu terimi göreli olarak farklı şeyleri anlatmak için kullanıyor. Biz ise daha önce belirttiğim şeye, İslam bayrağı altında İslami bir toplum biçimi kurmayı amaçlayan politik hareketlere göndermede bulunuyoruz. İran’daki 1979 devriminden sonra, devrimi bastıran ve İslam Cumhuriyeti’ni iktidara getiren İslamcı karşı-devrim son dönemdeki siyasal İslam’ın ilk örneklerinden biridir. 20. yüzyılın başlarında sömürgeleştirilmiş halklar istenilmeyen ve boyun eğdirilmiş konumlarının farkına vardıkça ve anti-sömürgeci hoşnutsuzluklar yükselince, İslamcı düşünce ve pan-İslamcılık eski Doğu’da hükümetin temeli ve devlet biçimi olarak öne sürüldü ancak modernist, parlementer ve liberal hareketler daha güçlüydü. Nasyonalizm daha güçlüydü ve Orta Doğu ülkeleri İslami toplumlara giden yolu izlemediler. Bu İslamcı hareket bağımsız bir görüngüdür ve farklı bir döneme aittir. Feodalizm ve sömürgeciliğin bu toplumlarda sorgulandığı dönemdir. Çağımızda ise politik İslam yeni ve Soğuk Savaş’a ait bir görüngüdür. Sağ kanat ve Sol karşıtı, anti-komünist ve belli bir ölçüde Batı-karşıtı bir güçtür. Bu hareket Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Batı ile zenginlik ve güç rekabetinden doğmuştur. Devleti istiyor. Bu ülkelerin burjuva kanatlarının yönetim ve pay elde etmelerinin farklı bir ideolojisidir. 20. yüzyılın son otuz yılında yaratılan yeni Sağ kanat politik partiler de yeni bir görüngüdür ve hedefleri İslami bir toplum biçimi oluşturmaktır. Hem Şiilikte hem de Sünnilikte geleneksel olarak devlet bu ilişki biçimine daima sahip olmamıştır. Devlet alanı, genellikle sonucunda dine hizmet sağlayacağı, din tarafından desteklenen bir alan olarak tanınmıştır. İmam ve halife bir tarafta, Sultan ve Şah diğer taraftadır. Sultan ve Şah onanmalarını dini hiyerarşiden alır. Bunlar dini vergilendirme ve İslami hukuka ortam sağlarlar. Yöneticinin kendisi genellikle dini hiyerarşide bir konuma sahip olmasa da İslam’ın kılıcıdır. Hükümet, devlet ve ordu dini hiyerarşiyle uzlaşmaya varan Sultan’ın elindedir. Sözünü ettiğimiz s’yasal İslam farklı bir ideoloji öne sürmektedir ve İran’da olduğu gibi devlet ve hükümetin İslami olmasını savunuyor. Suudi Arabistan’da hükümet İslami değildir. İslam hakimdir ancak hükümet kılıcını İslam’a hizmet için kullanan özel bir kabilenin elindedir ve bunun meyvelerini paylaşıyorlar. Bu anlamda s’yasal İslam, açıkça insanların bütün yaşam alanlarına karışan İslam’ın alışageldik anlamından farklıdır çünkü özel olarak devlet alanını İslami ideoloji temelinde örgütlemek istiyor. Bu anlamda yeni bir görüngüdür. Mutlak olarak 20. yüzyıl tarhinde yeni demek istemiyorum ancak onun yeni bir dönemine tanık oluyoruz ve açıktır ki bu görüngü 20.yüzyılın başında sahip olduğu rolün aynısına sahip değildir. Aşırı biçimde anti-komünist ve işçi karşıtıdır. Bölgede ve uluslararası alandaki burjuva rekabet bağlamında bir harekettir. Toplumun iktidarı elde etmek için soysuz dini geleneklere dayanan kesimlerinin yükselttiği bir bayraktır. Özgür düşünen, seçim ve düşünce özgürlüğünün savunucuları bir grup olarak bu Sağ kanat, insanlık dışı, şiddet kullanan gruplara karşı çıkıyoruz. Siyasal İslam olarak göndermede bulunduğumuz iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen bu harekettir.
Bu önerge etkinliklerimizi özellikle İslam’a karşı da yoğunlaştırıyor mu yoksa sadece bu gruplarla mı sınırlıdır?
Mansur Hikmet: Onların düşüncelerine meydan okumadan sadece sözü edilen siyasal İslamcı hareketlerle savaşıp onlara karşı sıkı bir barikat kuramazsınız. Bir komünist parti olarak bizlerin İslam’a bir düşünce, düşünce sistemi ve yaşam tarzı olarak karşı olduğumuz açıktır. Açık olan şudur ki Teslime Nesrin gibi özgür düşünürleri ölümle tehdit eden bu hareketlerle yüz yüze geldiğinizde bir kez daha Kuran’a göndermede bulunmak ve bu gericiliğin tam olarak bütün bu geriliği formüle eden bir kaynaktan beslendiğini söylemek zorundasınız. Kuran diğer birçok tarihi kitaplar gibi bir kitap olabilir. İnsanlar ona bakabilirler ve fazla bir duyarlılık göstermeyebilirler. Ancak bir hareket onu çağdaş siyasal mücadelenin bayrağı haline getirdi mi o zaman insanlar onun bayrağını ondan almaya, eleştirmeye, incelemeye ve vazgeçmeye zorlanıyorlar. Diğer taraftan, onun Firdevsi’nin Şahname’si gibi bir köşeye bırakılabileceğini ve çok fazla referens almadığını varsayın. Eğer herhangi bir eski kitaba göndermede bulunursanız, tabii ki çok fazla gericilik bulursunuz. Ancak 20. yüzyılın sonunda bir hareketin kendisi sert biçimde bu Kuran’ı sosyalist partilere, sendikalara ve kadın örgütlerine karşı kullanıyorsa, benim düşünceme göre, kadınlar, işçiler ve sosyalistler ondan bu bayrağı almak ve gözden düşürmek zorundadır.
*13 Haziran 1999’da Radyo Hambastegi’de Farsça olarak yapılmış söyleşinin ilk bölümüdür.
** Mansur Hikmet, İran Komünist-İşçi Partisi lideridir.
Leave a reply