İslam Toplumdaki Lumpenciliğn Bir Parçasıdır

 

Radyo Hambastegi’nin Mansur Hikmet ile İslam ve Kültür Konusunda Söyleşisi (13 Haziran 1999).

Radyo Hambastegi: İran Komünist-İşçi Partisi İslam Cumhuriyeti’nin İran toplumunun istekleri, arzuları, yaşama biçimiyle uyuşmadığı, daha çok topluma yamanmış uyumsuz bir parça olduğunu söz konusu eden biricik siyasal harekettir. Sizin bu konudaki uslamlamalarınız neye dayanmaktadır: İran’ın Müslüman bir toplum olmadığını söylemenizi nasıl açıklıyorsunuz?

Mansur Hikmet: Öncelikle İran’ın Müslüman bir toplum olduğunu söyleyen veya kimi toplumu İslami diye tanımlayanların tanımlarına dikkatle baktığımızda bunların hangi gereksinimleri karşıladıklarını anlayabiliriz. Batı’daki İran toplumunun imgesi İslam’a inanan, gereklerine uyan ve bunları yerine getiren bir halkın imgesidir. Namazlarını kılar, oruçlarını tutarlar, inançları da dini kitaplarına veya dini yetkelere dayanmaktadır. İran toplumunun yurttaşı gerçekten Humeyni’nin izleyicis, biri başı açık sokağa çıksa alınan, Batı müziğini sevmeyen, alkollü içecek içmeyen, domuz eti yemeyen vs. bir kişi olarak algılanıyor.

Ancak hepimiz bu anlamda İran toplumunun Müslüman bir toplum olmadığını biliyoruz. Bu, Batı’nın kendi yurttaşının doğrudan algı alanı içinde olmayan, yurttaşının bağımsız, nesnel biçimde tartamayacağı Batı’nın yarattığı tipik ve basmakalıp bir imgedir. İslam dini İran’da Hristiyanlığın İrlanda veya İtalya’da olduğu gibi kimi kişilerin düşüncelerinde ve edimlerinde etkili olduğu kesindir. Bu dinsel kültür, bu kaç bin yıllık dinsel, kültürel karabasan kesinlikle kişilerin davranışı, inançları, birbirlerine bakışları üstüne bile bir ağırlık gibi çöküyordur, bundan kimsenin kuşkusu yoktur. Ancak bu, sekülarist olmalarına karşın, İtalya, İrlanda ve Fransa için de doğrudur. Birileri size bunların Hristiyan olduklarını söyleyebilir, kesin olarak da bir Fransız size Fransa’nın Hristiyan bir toplum olmadığını ancak Hristiyanlığın geçmişlerinin bir parçası olduğunu, üzerlerinde ağırlık gibi çöktüğünü söyleyecektir. Bu anlamda İran’da doğal olarak İslam’ın ağırlığı söz konusudur. Örneğin siz İranlı aydınların, yazarların, şairlerin yapıtlarını okuduğunuzda kadın imgesi olarak karşılaştığınız şeyde İslam’dan devralınan mirası görürsünüz. Bütün kültür içinde yayılmış olan mutluluk ve hüzün, ölümden kaynaklanan baş dönmesi, çaresizlik, özveri ve şehitlik imgelerinin hepsinde İslam’ın damarları bulunur. Ancak Batı’da Müslüman toplumudan söz edildiğinde söylenmeye çalışılan İslami kuralların kişiler tarafından içselleştirildiği ve kendi içlerinden kaynaklandığı bir toplumun resmi çizilir. Oysa bizim tartışmamız İslam’ın siyasal bir süreç içinde tutsak evleri, öldürmeler, tutklamalar, Hizbullah sürüleriyle Sarullah Muhafızlarının saldırılarıyla insanlara dayatıldığı biçimindedir. İran Müslüman bir toplum değildir, çünkü bunlar gelmeden önce böyle değildi. Bunlar geldiklerinden beri de insanlar bunlar karşısında kendilerini savunuyorlar. Bir demir çubuğu eğmeye çalıştığınızı düşünün. Eğiyorsunuz ancak elinizi çeker çekmez ilk durumuna geri dönüyor. Bu çubuğun olağan durumu eğik değildir, olağan biçimi düz olmasıdır, dolayısıyla eğdiğinizde yaylanıp ilk biçimine geri dönüyor. Birileri yirmi yıllık katliam ile, zorla, onlarca radyo televizyon yoluyla propagandayla kadınların başını örtmeye çalışıyorsa ancak asit, bıçak ve silahı kısa bir süreliğine bir yana bırakır bırakmaz baş örtüsü bir yana atılıyorsa, artık bu toplumdaki kadınların İslami kuralları istemediklerini anlamalıdır. 60 milyon arasında kesin olarak yüz bin kişi kabul eder, bunu yaymaya bile çalışır. Ancak milyonluk ölçekte o ülkenin insanları baş örtüsünü istemiyor ve kendi özlerinin, kültürlerinin bir parçası olarak görmüyorlardır.

İran halkının dinlediği müzik bunların resmen izin verdiği veya belli dengelerle elde edilmiş alanlardaki müzik değil Micheal Jackson, Maddona ve diğer Batılı pop şarkıcılardır. Guguş, bu ülkenin tarihinde, Humeyni’den çok daha sevilen bir kişiydi. Bira üretimi ve tüketimi bu ülkede namaz mührü, tesbih ve seccade üretiminden her zaman daha fazlaydı ve bu halk aynı halk. Benim ve sizin gibi birileri orada yaşamışsa ve İran’ı medya üzerinden tanımak istemezse bu ülkenin Müslüman bir ülke olmadığını, ruhunda ve yüreğinde Batı toplumlarına benzemeyi çok istediğini anlayabilir. Şimdilerde bile bir İranlı yurt dışına adımını atar atmaz birçok ülkenin yurttaşından yeni ülkeye çok daha çabuk uyum sağlar, güncel davranışı Batı insanına benzer. Erillik, namusçuluk, taassüp, Doğulu erkek şovenizmi her ne kadar İranlılar arasında güçlüyse de İslam karabasanının ciddi biçimde etkisi altında olan ülke yurttaşlarınkinden daha çabuk biçimde erozyona uğramakta.

İran, kesin olarak, ne Batılı oryantalistlerin tanımlamalarına göre, ne Batı medyasının ne İran’ın yönetiminin tanımlamalarına göre Müslüman bir toplum değildir. İran aydınlığa, uygarlığa susamış bir toplumdur, dünyaya Yirminci Yüz yıl Batı kültürü gözlükleriyle bakmaya çalışmaktadır. Bilime inanıyor, bizden iki kuşak önce başı açık geziyordu. Batı sineması ve müziği bu kültürün her zaman bir parçası olmuştur, Batı’nın tanınan simaları bu toplumun da her zaman ünlüleri arasında yeralmıştır. Batı’ya benzemek ister su şebekelerini kurmakta olsun ister şehircilikte, ister üniversite kurmakta, bilimde ve sanatta her zaman olumluluk olarak değerlendirilirdi. Bu da eleştirilerbilir, ben bu tartışmaya girmek istemiyorum ancak İran toplumu Batı’yı varılması gereken bir örnek olarak önüne koymuştur, tam da bu anlamda İslam Cumhuriyeti bu insanlarla baş edemez. İslam Cumhuriyeti yönetimi altında doğmuş olan kuşakların bu yönetimle düşmanlıkları sizden ve benden bile daha fazladır.

İran Müslüman bir toplum değildir ve İslamiyet’i kabul etmiyor, ancak hala İslam karşıtı güçlü bir harekete, bu toplumun tarihsel bir kazanımına dönüşen İslam karşıtı güçlü siyasal ve düşünsel harekete sahip değiliz. Örneğin 1999 yılında toplumun köhnemiş mirasıyla, İslam’la, sorununu çözecek harekete sahip değiliz, bu da bu ülkenin önemli sorunlarından biridir.

Radyo Hambastegi: Geçmişte Avrupa dinle savaş merkeziydi, sonunda din kişilerin özel sorununa dönüştü. Şimdi öyle görünüyor ki İran’da da özel olarak İslam’a genel olarak da dine karşı bir hareket oluşmaktadır, acaba bu durumu Avrupa’da gerçekleşen din karşıtı hareketle karşılaştırmak olanaklı mı? Bir başka soru da şu: İslam’ı utangaç biçimde savunan hareketlerin propaganda etkinliklerinin dayanaklarından biri de İslam’ı iyi ve kötü İslam olarak ayırmaları, kötü İslam’a karşı iyi İslam’ı savunma gerekliliğidir. İslam’ın kurtarıcı olabileceğini savunuyor genelde kurtuluş tanrıbilimi gibi kavramları tartışmalarına sokuyorlar, sizin bu siyasal harekete ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Mansur Hikmet: İlk sozrunuza yanıtımı daha önce de dile getirdim, halk kitleleri arasında İslam karşıtı bir nefretin ve İslam karşıtı bir kültürel hareketin oluşmasına tanık olmaktayız.Özelde bu dinin genelde ise dinciliğin temellerini deşifre etmek ve bu konudaki düşünsel mücadeleye ilişkili olduğu ölçüde özgürlükçü bir insan için din toplumdaki lumpenciliğin bir parçasıdır, dincilik ve külhanbeylik aynı aileye mensuplar, ikisi de tasfiye edilmelidir. Bu mücadele bugün sürüyorsa bizim gibi komünistlerin etkisiyledir, hem de siyasal bir örgütün çerçevesindeki komünistlerin. Ulusal çapta toplum düzeyinde aydınlanmacı aydınlardan oluşan, dinim yoktur, ateistim diye haykıran bir hareket yoktur. Oysa Avrupa, Kilise azametinin önünde durup sözlerini söyleyen düşünsel devlerle doluydu. Bilimsel, felsefi, toplumsal düzeyde bu hurafeleri eleştirdiler, bir çoğu da bunun karşılığını ödediler. Bizim toplumumuzun düşün kişileri arasında böyle tinsel, siyasal, düşünsel cesaret bulunmamaktadır. Günümüzde “eleştirel düşünür” Hatemi’nin dostlarına verilen addır. Öyleyse bu savaşımı kesin bir sonuca ulaştırmak belki de İran işçi sınıfının ve Komünist-İşçi Partisi’nin ellerinden öpmektedir. Bence İran’da sürmekte olan savaşım bizim gibi partilerin ve işçi sosyalizmi gibi hareketlerin ortaya çıkmasına neden olursa ve bu hareket karşısına dikilecek bütün engellere karşın kendi ayakları üzerinde durabilirse uzun erimde dinin kökü kurutulabilir. Ancak sadece İslam Cumhuriyeti’nin gitmesiyle yetinilirse, yalnızca ona parlemento veya sivil haklar eklenmek noktasında durulursa bence insanlar hakkettiklerine ulaşamamışlardır.

Kurtuluş tanrıbilimine gelince, bu Tudeh Partisi’nin mirasıdır. Bunların hiç biri insanların yüreğinin derinliklerinden kaynaklanan samimi, gerçek düşünceler değildir. Kurtuluş tanrıbilimi diyen kişinin kendisi o kurtuluş tanrıbilimcisiyle birlikte yaşamak istemez, o partiye katılmak istemez. Bu hep bir taktik sorunudur, hep politikadır, baskıya karşı geniş bir cephe oluşturabilmek için mollalar arasında onlara yardım edebilecek bir fraksiyon bulmak istiyorlar hep. Bu Tudehist bir düşünce biçimidir. Düşüncesini söylemek yerine sürekli politik manevra ve oyunbozancılık peşindedir. Kurtuluş tanrıbilimi Latin Amerika diktatörlüklerine karşı konuşan Hristiyan mollaların adıdır, kurtuluş tanrıbilimi bu hareketin adıdır. Ancak hiç bir tanrıbilim tanımı gereği kurtarıcı değildir, tanrıbilim kurtuluşun karşı kutbudur, tanrıbilim insanın gözlerinin, kulaklarının kapanmasıdır, bağımsız düşünmesinin önlenmesidir, onu alıp bilinmeyen bir yaratıcıya havele etmektir. Bu anlamda kurtuluş tanrıbilimi saçmalıktır. Özgürlükçü faşist demek gibi kendi kendisiyle çelişmektedir. Tanrıbilim kurtarıcı olamaz, ister Hristiyan, Budist olsun ister Müslüman. On dokuzuncu Yüzyıl aydını için kurtuluş herşeyden önce dinin pençesinden kurtulmak demekti. Onlarca, yüzlece yıl için aydın için kurtuluş dayatılmış dinsel düşüncelerden kurtulmak demekti. Şimdi ise tanrıbilim kurtarıcı mı olmuş? Niçin? Çünkü Doğu Bloku adında bir blok Batı toplumunun bir kısmını kendine daha iyi bakmasını sağlaması gerekiyordu, kendisine taktiksel yandaş bulmak zorundaydı. Taleqani bey “devrim safının üyesi” oluyordu, şimdi ise Hatemi oluyor, Kolombiya veya Boliviya’daki falanca keşiş oluyor. Oysa gerçekte bu ülkelerin kurtuluşu, bu ülke insanlarının kurtuluşu her türden tanrıbilimden kurtuluştur. Ben bunu kabul edemem, bence bunları söyleyenler her şeyden çok Tudehist ve Stalinist yetiştiriliş biçimlerini gösteriyorlardır yoksa kendi düşüncelerini değil. Kuratarıcı tanrıbilim diyen kişi gidip bu tanrıbilim yönetimi altında olan bir ülkede yaşamak istemez, gidip Fransa’da veya İngiltere’de yaşamaya tercih eder, ancak Boliviya halkı için kurtuluş tanrıbilimiyle işbirliği yapmak için reçete yazmaktan da vaz geçmez! Bence bu iki yüzlüce ve gayri samimi bir tutumdur.

Radyo Hambastegi: Kimileri İslam modernleşebilir diyorlar, İslam’ın modernizasyonunu istiyorlar. Bu sorun sol hareketin bir kısmında da yankılanmıştır, onlar da böyle bir şey istemektedirler. Sizin bu hareket ve bu alış veriş konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

Mansur Hikmet: İslam’ı modernleştirmek isteyen kişi evinin garajında bakırı altına dönüştürecek yöntemi bulmaya çalışan unutkan dahiye benzer! İslam’ın modernizasyonu iyi birşey mi? İlk soru şu: Niçin İslam modernleşsin, bu işte ısrarınız neden? Biri kölecilik de insanileşebilir derse ben de niçin köleciliği insanileştirmeye çalışıyorsunuz diye sorarım. Yoksa insancı, modern düşünce kıtlığıyla mı karşılaştınız? Modern İslam’dan konuşan kişiden şunu sormalı: Sen kendin sözünü ettiğin o modern Müslümanlardan mısın? Değilsen ne diye baskı ve geri kalmışlık canavarının yeni biçimlerde yaşamasına izin verecek yollar arıyorsun? Diyelim İslam modernleşebilir. Ne diye modernleşmesine yardım edeceksiniz? Bırakın da olduğu gibi kalsın, sonra da dükkanını kapatıp çekip gitsin. Ayrıca İslam modernleşebilir diyenin modern tanımı oldukça dardır. Her halde İslam kadına diz altı etek giyip okula gitme izni verirse veya kadına yargıç olma olanağı verirse, tabii cinsel isteklerinden söz etmemek koşuluyla, artık modernleşmiştir. Bu kabul edilemezdir.

Benim modern diye nitelediğim şeyde -bu sözcüğün kendisi de görecelidir- içinde yaşamak istediğim toplumda, hakkettiğimiz modernizmde İslam’a yer yoktur. İslam gitmelidir. Kimilerinin faşizme inanmaları gibi, kimilerinin de şiddetle ataerkiye inanmaları gibi kimileri de İslam’a inanmaktadır. Ben bunlardan biri değilim, kanımca İslam’ın karnesi onu kurtarmaya kalkışmak istetmeyecek ölçüde kötüdür. Bence İslam modernleşebilir diyen kişi dinsel yaşamını sürdürmek isteyen ve dinini korumak isteyen bir Müslümandır. Kendisi Müslüman olmayan kişinin İslam’ı modernleştirmek istemesinin anlamı kendi devrimine taktik yandaş bulmanın ötesinde anlaşılabilir değildir.

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *