Şaron-Bush Planı: “Haritasız Yol”a Dönüş
Hamit Taqvai
Şaron’un planını onaylayarak Amerika devleti Filistinliler’e karşı İsrail’i resmi ve aleni olarak kayıtsız, koşulsuz savunma politikasına geri döndü. Şaron’un planı bütün eski anlaşmaların, Birleşmiş Milletler kararlarının ve bizzat ABD’nin önerdiği “yol haritası”nın çiğnenmesidir. Yeni planda İsrail Batı Şeria’daki bazı Yahudi yerleşim birimlerini boşaltmayacağını ve Filistinli mültecilerin yurtlarına geri dönme haklarını tanımayacağını bildiriyor. Bush Hükümeti’nin bu planı kayıtsız koşulsuz desteklemesi yol haritası planı ve “barış süreci”nin bir yana bırakılmasının, ABD’nin resmi ve aleni biçimde Filistinliler’e ve tüm Arap Dünyası’na sırtını dönmesinin göstergesidir. Amerika devleti barış arabulucuğu ve hakemliği rolünü bırakıyor, bütün bütününe İsrail’in yanında ve Filistinliler’in karşısında yer alıyor. ABD’nin Şaron’un planını desteklemesinin önemi bu planın olumlu içeriğinden kaynaklanmıyor, bu plan da büyük olasılıkla Filistin Sorunu’nu tanıma konusunda yan çizen onlarca başka tasarı gibi kağıt üzerinde kalacak, olasılıkla da gelecekteki ABD Başkanı tarafından bir yana bırakılacaktır. Şimdiden Birleşik Avrupa, Birleşmiş Milletler ve Filistinliler bu plana karşı çıkıp onu kınadılar. Bush ve Şaron’un anlaşmasının önemi ABD’nin bugüne dek hiç olmazsa resmi politikasında bağlı olduğunu ilan ettiği tasarılar, stratejiler ve anlaşmaların çiğnenmesidir. Arafat ve Filistin Başbakanı’nın sert bir açıklamayla bildirdikleri gibi bu plan Ortadoğu Barış Süreci’nin sona ermesi anlamına gelmektedir. ABD Şaron’un planını imzalayarak gerçekte eski konum ve taahütlerini geri alıyor ve Filistin Sorunu’nu yeniden ilk kareye geri gönderiyor.
Öte yandan ABD’nin bu konumlanmasının önemini Yeni Dünya Düzeni stratejisi ve bu ülkenin Sovyetler’den sonraki tek kutuplu dünyada dayatmacılığı ve Ortadoğu bölgesinde at koşturması bağlamında aramak gerekir. Amerika’nın Şaron’un planını desteklemesi dünyaya ABD’nin uluslararası anlaşmalar ve BM kararlarını, müttefik Arap ülkelerini, AB’deki müteffiklerinin görüş ve konumlarını bile önemsemediğini ve bir başına karar aldığını bildiriyor. Bu 11 Eylül’den sonra ABD dış politikasının etkin içeriğini oluşturan “herkes benim peşime” çizgisinin uzantısıdır. Yalnızca Filistin makamları değil Avrupalılar ve Birleşmiş Milletler de bu karar alma sürecinde oyuna alınmıyorlar, ABD’nin savladığı büyük, demokratik Ortadoğu düşü de bir anda buharlaşıp yok oluyor. Ne var ki tıpkı Şaron’un planının içeriği gibi ABD’nin Ortadoğu’daki Yeni Dünya Düzeni yanlısı tasarıları kağıt üzerinde kalacaktır. Filistin Sorunu ve milyonlarca Filistinli sürgünün günlük acı, sıkıntı ve yoksunluğu sorunu gerçek, ivedi bir sorun ve Ortadoğu bunalımının eksenidir. Bu gerçek sorunu görmezlikten gelen bütün diplomatik manevra ve konumlanmalar, propaganda ve devletler arası diplomasi düzeyinde bile, bir yere varamaz. Filistin ve Ortadoğu sorunu yalnızca İsrail’in bütün işgal altındaki topraklardan geri çekilmesi, bütün mültecilerin yurtlarına geri dönmeleri haklarının tanınması, İsrail ve bölgedeki öteki devletlerle eşit haklara sahip bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasıyla çözülebilir. Filistin Sorunu çözülmeksizin Ortadoğu bunalımı, özellikle de siyasal İslam’ın bölgedeki kudurganlığı önlenemez. ABD, İsrail ve siyasal İslam bu bunalımı çözme doğrultusunda hareket etmedikleri gibi bizzat Ortadoğu Sorunu’nun ögeleridirler.
Irak Bunalımı: Terörizmin İki Yüzü
İtalyan bir rehinenin öldürülmesi bir hafta önce dört Amerikan yurttaşının Felluce’de öldürülüp cesetlerinin parçalanmasıyla başlayan terörizmin yeni çevriminin son ürünüdür. Irak’ta başlayan yeni barbarlık ve terörizm çevriminde ilk ve son terörist girişim siyasal İslam tarafından gerçekleşti, ancak bu vahşeti son noktasına ulaştırma övüncü Amerika’ya ait. Masum Felluce halkını yerden ve gökten roket ve bomba yağmuruna tutup altı yüzü aşkın genç, yaşlı ve çocuğu katleden ABD ordusuydu. ABD ve Batı’nın 21. Yüzyıl terörizmleri İslamcı-Baasçı terörizmden pek farklı değildir. Birbirlerine giriyor varlıklarını duyurma ve iplerini koparma için birbirlerine zemin hazırlıyorlar. Bu arada iğne ucu kadar değer vermedikleri şey insanların yaşamları ve yaşantılarıdır. Siyasal İslam’ın ve Muktada Sadr, Hamenei ve Bin Ladin’in ne oldukları ortada. Bunlar bu canice görevleri yerine getirmek üzere Ortaçağ’dan günümüze fırlatılmışlardır. Ne var ki serbest piyasa kapitalizmi temsilcileri, demokrasi, insan hakları ve Batı uygarlığı iddiasını taşıyanların bu canavarlardan geri kalan tarafları yok. İnsanlığı, insanların hak ve onurunu ilgilendirdiği kadarıyla siyasal İslam ile Amerika devleti aynı çizgi ve aynı cephede yer alıyorlar. Bunun kanıtı yalnızca siyasal İslam’ın bizzat çağdaş sermayenin siyasal gereksinimine karşılık vermesi, Taliban, Humeyni ve Bin Ladin’in Amerika ve Batı sermayesi stratejisinde istenilir olmamaları durumunda siyaset alanında bir konum edinemeyecekleri değil savaşları, askeri taktikleri ve karşılaşma yöntemlerinin aynı ölçüde insanlık karşıtı ve canice oluşudur. Günümüzde bu gerçeği her zamankinden daha açık biçiminde Ortadoğu’nun, özellikle de Irak’ın siyaset sahnesinde gözlemlemek olanaklıdır. Irak’ın günümüzdeki bunalımı nasıl son bulursa bulsun siyasal İslam ve ABD yöneticilerinin cinayet dosyalarına yeni bir belge daha eklenecektir. Bush, Bremer ve Amerikalı generalleri Muktada Sadr, Hamenei ve Rafsancani yanında uygarlık ve insanlığı savunma mahkemesinde yargılamak gerek.
İlk kez İran Komünist-İşçi Partisi yayını Enternasyonal’in, ikinci dönem, 16 Nisan 2004 tarihli 17. sayısında Farsça yayımlandı.
Hamit Taqvai İran Komünist-İşçi Partisi lideridir.
Leave a reply