Nerede Duruyoruz? İran Komünist-İşçi Partisi’nin Kuruluşunun On birinci Yıldönümüyle İlgili
Hamit Taqvai’nin Göteborg’deki Konuşması
Öncelikle kendi adıma ve parti önderliği adına hepinize hoş geldiniz diyorum. Parti’nin kuruluşunun on birinci yıl dönümünü de kutluyorum.
Bugün Komünist-İşçi Partisi’nin konumu ve durumuyla ilgili kısaca konuşmak istiyorum. Bu oturumun esas konuşmacısı “Komünizm İran’da Zafere Ulaşacak mı?” tartışmasını sunacak olan Mansur Hikmet’tir. Benim konuşmamdan sonra bu konuşmanın filmini birlikte izleyeceğiz.
Komünist-İşçi Partisi’ni on bir yıl önce kurduk. Parti kurulduğunda belki de çok az kimse on bir yıl sonra böyle bir konumda bulunucağını düşünüyordu. Parti’nin konumundan söz ettiğimde yalnızca örgütsel boyutlarını kastetmiyorum. Yalnızca programından, siyasetlerinden ve ülkülerinden de söz etmiyorum. Bunlar, başka yerde ayrıntılarıyla ele alınmaları gereken önemli noktalardır. Ne var ki yalnızca bunlarla ilgili konuştuğumuzda tartışmanın özünü bütünüyle ifade etmiş olmayız. Bugün İran Komünist-İşçi Partisi büyük bir toplumsal gerçektir. Bu partinin nasıl bir olgu olduğunu, yalnızca İran’da değil uluslararası siyaset alanında nasıl bir yeri olduğunu ve nerede durduğunu görebilmek için ona dışardan, öteki insanların gözüyle bakmamız gerekir.
İran’dan başlayalım. Partimiz İslam Cumhuriyeti’ni devirmek için çabalıyor. Hareketimiz, bugün İran Komünist-İşçi Partisi’nde bir araya gelen yönelim, yirmi dört yıldır İslam Cumhuriyeti’ne karşı durmaksızın savaşıyor. Partimiz nasyonalizme, dine, yoksulluğa, sömürüye ve İran’da yaratılan hapishane koşullarına karşıdır. Partimiz İslam Cumhuriyeti rejiminin bütünlüğüne karşı, sürekli bir harekettir. Rejim karşıtı başka muhalif hareketlerin de olduğu söylenebilir. Doğru, ama bunların nitelikleri farklı. Rejim karşıtlığı çerçevesinde bile partimiz özgül bir konumdadır. Partimiz, öteki rejim karşıtı muhalif güçlerin sahip olmadığı bir özelliğe sahiptir. Bize göre İran’da üç farklı muhalefetten söz etmek olanaklıdır. Bunlardan biri, İslam Cumhuriyeti kendisine karşı olduğu için İslam Cumhuriyeti’ne muhaliftir. İslam Cumhuriyeti bu yönelime iktidar içinde kalıp erki paylaşmasına izni verseydi bu muhalefetin rejimle bir derdi kalmazdı. Bu muhalefetin temel itirazı İslam Cumhuriyeti’nin tekelci oluşunadır, bir başka deyişle onları iktidara ortak etmemesidir. İtirazları vilayet-i fakih’in iktidar içinde kendilerinden olanları azaltmasınadır. İtirazlar rejimin güler yüzlü İslam’a, günümüz İslamı’na, demokratik İslam’a ilgisizliğinedir. Bu muhalefet gazetelerin kapatılmasına itiraz ederken kendi gazetelerini kastediyor. Siyasi tutsakların özgürlüğünü istediğinde sadece kendi tutsaklarının özgürlüğünden söz ediyor. İslam Cumhuriyeti’ne “beni niçin iktidardan dışladın?” diye karşı çıkıyor. Bu yönelimi hepimiz tanıyoruz. Bu hareketin adı 2 Hordad’dır. Bir ucu yönetimin içinde bir ucu yönetimin dışında, yurtdışındadır. Yönetim dışındakiler bile bir zamanlar iktidarın içinde yer alıyorlardı, hiçbir itirazları da yoktu. Dünya siyasal kültüründe böyle bir harekete opozisyon denmemektedir. Ancak İran’ın tuhaf siyaset alanında bunlar kendilerini opozisyon olarak nitelemekteler. Bunların muhalefet oluşları İslam Cumhuriyeti’nin onlara muhalif olmasından kaynaklanmaktadır.
Muhalefetin bir başka kanadının muhalifliği iktidarının devrilmesinden kaynaklanıyor. Muhaliftir çünkü 79 Devrimi gibi büyük bir devrim defterini kapatmıştır, onu erkten indirmiştir, İran siyaset alanının dışına itmiştir. Bu güç İslam Cumhuriyeti opozisyonu olmazdan önce devrimin opozisyonudur. İslam Cumhuriyeti’nin gitmesini, geçmişin canlanmasını istiyor. Bu opozisyonun iktidarda olduğu İslam Cumhuriyeti öncesi monarşiye bakıldığında orada da siyasal ve medeni özgürlüklerin esamesinin okunmadığı görülüyor. O zamanlarda da özgür basın yoktu, siyasal partiler şimdikinden bile azdı, ifade ve düşünce özgürlüğü yoktu, Hümayun Hazretleri değil de Şah dediğinde başın Savak’la (gizli servis) derde girerdi. O baskıyı, despotizmi yaşayan, Savak’ın kılıcı başı üzerinde sallanan bizim kuşağımızdan biri monarşik despotizmle dinsel despotizm arasında pek bir fark olmadığını bilir. Katliamda, vahşette ve insanlık düşmanlığında bütün şahların bu rejimin yanında solda sıfır kaldıkları doğru ancak bu barbarlardan biraz daha iyi olmak büyük bir hüner değildir, krallar günümüz uygarlığının yüzkarasıdırlar. Tahttan düşen, saltanatının iade edilmesini isteyen bu muhalefet monarşist opozisyon olarak nitelendirilmektedir.
Bunlara karşı üçüncü opozisyon insanların yüreğindekini konuşan opozisyondur. İnsanlar bu rejime neden karşı? Şahları olmadığı için mi? Monarşistler tahttan indirildi diye mi? Biraz daha iyi bir İslam istediklerinden mi? Geçmişe dönmek istedikleri için mi? Hayır, insanlar bu rejime karşı çünkü özgürlük istiyorlar, gönenç istiyorlar, eşitlik istiyorlar, bu toplumda kadının özgür bir insan olmasını istiyorlar. Uyuşturucu bağımlılığı yok olsun istiyorlar. Sokak çocukları gibi bir olgu olmasın istiyorlar. Fuhuş, sömürü olmasın istiyorlar. Servet dağlarına sahip mutlu bir azınlığa karşılık toplumun büyük çoğunluğunun yoksulluk sınırı altında yaşamasını istemiyorlar. Bu opozisyonu İran Komünist-İşçi Partisi temsil etmektedir. Şu an harekete geçmekte olan bu opozisyon oluşmadan önce bu ülkülerin ve ereklerin bayrağını partimiz yükseltti.
Bugün İran’da bütün siyasal tutsaklar için özgürlük isteniyor, daha bugün 6 Aralık(1) gösterilerinde, Devrim Meydanı’nda, Üniversite karşısında ve çevresindeki caddelerde siyasal tutsaklara özgürlük isteğiyle büyük gösteriler yapıldı. Son iki haftadaki öğrenci gösterilerinde din ile devletin ayrılması isteğini, idamın kaldırılması isteğini, kayıtsız koşulsuz düşünce ve ifade özgürlüğü isteğini dile getiren sloganlar atıldı. Bunlar Komünist-İşçi Partisi’nin bayrağına da yazılan toplumun Sol’unun sloganlarıdır. Partimizin sloganları bugün artık caddelerde haykırılmaktadır. Partimizin toplumsal konumunu görmek istiyorsanız bu gerçekliğe bakmalısınız. Bu partinin özgürlük, eşitlik sloganı gösterilerde erkek öğrencilerle saflarda el ele yürüyen kız öğrencilerin bandanalarına yazılıyor. Bunlar ne 2 Hordad “opozisyonu”nun sloganlarıdır ne de monarşist “opozisyon”un. Bunlar, rejime, güler yüzlü olmadığından veya “gerçek İslam’ı” bozduğundan ötürü değil toplumda yarattığı baskı, eşitsizlik ve bütün felaketlerden dolayı karşı olan partimizin sloganlarıdır. Ötekilerin muhalefeti bu rejimin güya yeterince Amerikancı olmamasından, Dünya Bankası’nın siyasetlerini yeterince izlememesinden kaynaklanıyor. Şah’a sövüp eski rejime karşı olduğundan kaynaklanıyor. Partimiz İslam Cumhuriyeti’nin yanısıra böyle opozisyonlar üreten düzenin bütününe muhaliftir.
Partimizin Programı insanların gündelik mücadelelerinin bayrağıdır. Bundan on veya yirmi yıl sonra bu dönemin tarihini, rejim karşıtı devrimci hareketin ve insanların mücadelelerinin tarihini yazacak olan tarihçi başından beri İslam Cumhuriyeti’ne karşı duran yalnızca bir hareket vardı diyecektir. Herkesin “gazeteleri kapatıyorsunuz, dert değil, Mizan(2) gazetesi zaten halk düşmanı liberallerin organıdır” veya kadınların türban karşıtı eylemleri konusunda “sorun değil, bunlar kentin varsıl kesimlerinin kadınları, türban yoksul kesim kadınlarının kültürünün bir parçasıdır, yoksul kadınların sorunu türban değil Amerika’ya karşı mücadeledir” derken bunların karşısında duran, özgürlük kayıtsız koşulsuzdur, özgürlük bütün insanlar içindir, bütün gazeteler çalışabilmelidir, düşünce ve çizgisi her ne olursa olsun hiçbir siyasal tutsağımız olmamalıdır, kadın erkek kayıtsız koşulsuz eşit olmalıdır, bütün kadınlar için eşit haklar olmalıdır ister varsıl kesimden olsun ister yoksul kesimden diyen bir tek parti vardı. Biz bunları söylediğimizde bize saldırılıyordu. Oturup bu dönemin tarihini yazacak olan nesnel, tarafsız tarihçi, herkes Humeyni gölgesinde, Humeyni rejiminin arkasında toplandığında ve onu dünyanın en büyük anti emperyalist insanı nitelendirdiğinde bu rejimin karşısında duran, ta başından, daha 1980 Nevruzu’nda bütün örgütler Humeyni’yi koşullu veya koşulsuz biçimde desteklediklerini açıklarken “Humeyni’nin Carter’e 13 Maddelik Bayramlığı” bildirisini yazan yalnızca bir örgüt vardı diyecektir. Kuruntularından dolayı gidip Humeyni rejimine evet oyu veren insanlar o gün buna karşı duran, Humeyni gericidir diyen, bir rejim Amerika’ya sövdüğü ölçüde değil işçileri ve insanları savunduğu ölçüde devrimcidir diyen partinin doğru söylediğini bugün biliyorlar.
Bu partimizin İran siyaset alanındaki konumudur. Pekiyi, bu partinin hepsi bu mu? Partimizi yalnızca İran siyaset alanında betimleyen kişi bütün gerçeği söylemiş değildir. Ya Stokholm’da? Avrupa’nın kalbinde 9 yaşındaki kızların haklarını savunduk, namus cinayetleri karşısında durduk, günümüz uygarlığının merkezinde, Kopenhag’da, Yutibori’de, Toronto’da, Los Angeles’ta kültür relativizmi tezine karşı durduk, insanların annelerinin babalarının dininden bağımsız olarak, sizlerin bu insanlara hangi dini, mezhebi, ırkı, kültürü yüklediğinizden bağımsız olarak insan olduklarını, insani değerlerin evrensel olduğunu, bütün dünyada geçerli olması gerektiğini savunduk. Bunları da eklememiz gerek. “Kendi kültürleridir” iddiasıyla namus cinayetlerini gerekçelendirenlere, kız çocuklarının başlarını örtenlere karşı durduk. Soğuk Savaş sonrasında yarattıkları o karanlık dünyaya karşı durduk. Nasyonalizme, dine karşı durduk. Yalnızca İran ve Avrupa’da değil, Irak Kürdistanı’nda, Süleymaniye’de Kürt nasyonalizminin kadınlarla, işçilerle, özgürlükçülerle, insanca bir yaşam isteyen herkesle düşmanlığına karşı durduk. Bu aynı harekettir, aynı partidir, aynı mücadeledir. Merivan’dan Los Angeles’a, Süleymaniye’den Kopenhag’a kadar uluslararası gericileğe, kadına baskıya, çocuğun hukuksuzluğuna, siyasal İslam’a verilen ödünlere, İslam’ı modern ve köktenciye bölenlere, iyi İslam kötü İslam diyenlere karşı aynı parti durmaktadır. Günümüz Avrupa Sol’u özgürlükçü olmak istiyorsa, insanlık onurunu savunmak istiyorsa bu partinin arkasından gelmelidir.
11 Eylül olduğunda partimiz İslamcı terörizm bahanesiyle insanlığa yöneltilen büyük saldırının karşısında durdu. Bu Ortaçağ gericiliğin karşısında yer alan 21. Yüzyıl gericiliğidir, ikisi de insanlık karşıtıdır dedi. Bu her iki gericilik karşısında partimiz duruyor ve uygar insanlığın bayrağını yükseltiyor.
Bu bağlamda bakıldığında bu partinin İslam Cumhuriyeti’ne karşı mücadelesinin, nerede olursa olsun, insanların onuruna duyduğu saygıdan kaynaklandığı görülür. Süleymaniye’de ve Kopenhag’da gericiliğe karşı durduğumuz aynı nedenlerden dolayı Tahran’da ve Merivan’da gericiliğe karşı durmaktayız. Dünya İran ve İran-olmayana bölünemez. Dünya gericilik ve devrime, insanlık ve özgürlük karşıtlığı ile özgürlüğü ve insanlığın onurunu savunmaya bölünür. Bu cephede, insanlığı savunma safının önünde biz yer almaktayız.
Partimiz yalnızca üyelerinin partisi değildir, İran’daki sokak çocuklarının partisidir, Kopenhag’daki 9 yaşındaki kız çocuklarının partisidir, yasallaştırılmış erkek şovenizmine, kültür göreceliği yoluyla kutsanan ataerkilliğe karşı ayağa kalkan kadınların partisidir. Namus cinayetlerinden yaşamlarını zor bela kurtaran, buna karşı savaşmak isteyen kadınların partisidir. Yaşamlarını kurtardığı ve savunduğu siyasal sığınmacı yığınların partisidir. İran’ın özgürlükçü işçilerinin, kadınlarının ve öğrencilerinin partisidir. Bu, dünya genişliğinde büyük toplumsal bir güçtür.
Partimiz, yalnızca İran’da değil dünyanın çağdaş tarihinde, opozisyonda bile etkili olan ve yaşamı dönüştüren biricik partidir. Yaşama el atmak için siyasal erki ele geçirmeyi beklememiştir. Bunu Danimarka güzellik kraliçesine, çocuklara, peşmergelere, Sakız’daki işçilere, kadınlara, Süleymaniye ahalisine sorabilirsiniz. Bu, nerede olursa olsun insanların yaşamını daha iyi bir dünya yaratmak doğrultusunda dönüştüren partidir.
Sürgün, komünistler için artık doğal bir olay sayılmaktadır, mücadelelerinin yasasına dönüşmüştür, devletine karşı savaştıkları ülkenin dışına çıkmak zorundalardır, aksi halde öldürüleceklerdir, katliama uğrayacaklardır. Bizim de öldürülenlerimiz oldu, bugün sürgündeyiz. Öteki hareketler de aynısını yapar. Örneğin Filistin’in kurtuluşu için uluslararası hareket var, belki vardı desek daha doğru olur. Güney Afrika’da Apartheid karşıtı ENC hareketi de uluslararasıydı. İran’ın opozisyon güçlerinin de çoğu günümüzde sürgündeler. Benim sorum şu: Bunlardan hangisi bulunduğu ülkenin gericiliğine de karşı durmuştur? Bu güçler yaşadıkları çevrede ne yaptılar? Tarihte bir şey yaptıklarına tanık olmuyoruz. ENC bütün dünyayı Apartheid’a karşı seferber etti, ya öteki ülkelerde? Bu hareketlerin mücadelelerinin önemsiz olduğunu söylemiyorum. Ancak konu uluslararası boyutta mücadeleye ilişkindir. Devleti yalnızca belirli bir coğrafyada, doğdukları ülkede değiştirmek isteyen savaşçıların mücadelesi eksiktir. Bu savaşçılar kendi ülkelerinin gericiliğini görüyorlar ancak öteki ülkelerdeki gericilikle belirli bir sorunları yoktur. Şah döneminde yurtdışındaki İranlı Öğrenciler Konfederasyonu’nu düşünün. Ne Avrupa işçi sınıfının mücadelesiyle, ne de Avrupa’daki herhangi bir siyasal hareketle ilişkisi yoktu. Dünyadaki bin bir felaket konusunda söyleyecek tek sözü bile yoktu. Yalnızca Şah’a karşıydı o kadar. Partimiz bugün bu sınırlamaları yıkmış durumda. Bu partinin yalnızca nüfus cüzdanı İranlıdır. Yazılarıysa İsveçce, İngilizce, Danımarkaca ve Türkçe’de bu ülkelerin gazetelerinde yayımlanıyor, aktivistleri gericiliğe karşı onlarca cephede yazıp sokaklara çıkıyor ve itirazda bulunuyor. Bu ülkelerde mitinglerde ve gösterilerde bu toplumların sorunlarına parmak basıp insanları imlediğimizde ilerici insanlar ve güçler bizi saygıyla alkışlıyorlar. Sen İsveçlisin, dünya uygarlığının tepesinde yaşıyorsun ancak insanın kültür ve dinden bağımsız olarak insan olduğunu görmüyorsun, Kosova’da komşuların birbirlerinin kanını dökmesine, kabile, din ve ırka göre yeni ülkeler oluşturmalarına seyirci kaldığında Fransız Devrimi’nin bile ülkülerinin altına gerilemişsin demektir dediğimizde bize kulak veriyorlar. Bizler olmasaydık bu toplumların Sol’u bile nasyonalizmi, serbest piyasa demokrasisini ve kültür relativizmini kabul ederdi. Şimdi bile Mansur Hikmet’in yazıları, bizlerin görüşleri kendi dillerinde güğüslerine çarpıp onları kendilerine getirene kadar böyle yapıyorlar. İçlerinde azıcık bile olsa özgürlükçülük taşıyanlar bizim söylediklerimizi okuduklarında bunların doğru olduğunu, bizim haklı olduğumuzu görüyorlar. Mansur Hikmet Farsça yazdı ama bu yazdıklarının uluslararası işlerliği bulunuyor.
Biz henüz İran’da siyasal erki ele geçirmiş değiliz, ancak kazandığımız mevziler var. 2 Hordad, İslami demokrasi ve İslami reformizm hokkabazlığına karşı zafere ulaştık. Sloganlarımızı insanların mücadelesine kazıdık. Bu mevzileri kazandık ve bunları kaydetmemiz gerekir. Kültür relativizmine karşı kazandık, bu olgunun yer yüzünden süpürüldüğü anlamında değil ama bizim sözümüzü duyanlar kültürel relativizme karşı bizim yanımızda yer alıyor. Bu sav temelinde ülkelerindeki namus cinayetlerini yasallaştırmak istediler, biz buna izin vermedik. Bu da kazanılmış ve kaydedilmiş bir mevzidir.
Ana görevse hala karşımızda duruyor: İslam Cumhuriyeti’nin devrilmesi. İnsancıl ereklerimizi ve programımızı yetmiş milyonluk bir toplumda uygulayabilmek için siyasal erki ele geçirmek istiyoruz. Bunu opozisyonda yapamazsınız. Mansur Hikmet’in Üçüncü Kongre’de dediği gibi geniş insan kitlelerinin yaşamında derin, kalıcı değişimler yaratabilmek için devlet erkini ele geçirmek gerekir. Yaşadığımız kentlerin insanlarının yaşamında küçük değişikliklere yol açtık ama bu yeterli değildir. Bu küçük zaferleri bile kalıcı kılabilmek için siyasal erki ele geçirmek gerek. Biz İran’da siyasal erki ele geçirmeye doğru yürüyoruz, bu hareket İran’da başlamış durumdadır. İnsanların hareketine baktığınızda partinin ereklerine, ülkülerine, sloganlarına yüzlerini döndüklerini görüyorsunuz. Şu an görünen buzdağının sadece ucudur, bu kütlenin büyük gövdesi henüz ortaya çıkmış değil. Baskı buna izin vermiyor. Parti’nin Genç Komünistler Örgütü’ne duyulan büyük ilgi, kuruluş bildirgesinin mürekkebi henüz kurumamış Kadın Özgürlüğü Örgütü’ne duyulan büyük ilgi, Parti’nin radyo ve televizyonuna gösterilen büyük ilgi toplumda bu büyük dağın oluşmaya başladığını gösteriyor. İleride büyük fırtınalar kopacak. Bizler şu an yalnızca öncülerini görüyoruz.
Bu büyük dağın onun omuzları üzerinde yükseldiği kişiyi anmadan bu konuşma bitirilemez, Parti kuruluş yıldönümü kutlanamaz. Bu kişi, Mansur Hikmet, bugün artık aramızda yok. Bu, Mansur Hikmet’in partisidir, bu ufuk Mansur Hikmet’in ufkudur, Parti’nin nereye doğru gittiğini, nereye doğru gitmesi gerektiğini o gördü. Partimiz bugünkü konumunu az kimsede bulunan Mansur Hikmet’in derin düşüncesine, açık görüşlülüğüne, radikalizmine ve insancıllığına borçludur. Bu Parti Mansur Hikmet’in partisi olduğundan başarılı ve ilericidir, biz bununla övünüyoruz. Bu partiye bakılıp Mansur Hikmet’in sevgili yüzü görüldüğü sürece bu parti sağlam ve başarılı biçimde ilerleyecektir.
Yaşasın Mansur Hikmet!
Yaşasın İran Komünist-İşçi Partisi!
Notlar
(1) 6 Aralık İran’da, Şah döneminde Tahran Üniversitesi’nde Şah’a ve ABD’ye karşı gösteride vurularak öldürülen üç öğrencinin anısına Üniversite Öğrencileri Günü olarak kutlanıyor.
(2) Mizan gazetesi 11 Şubat 1979’da şah rejimi devrildikten sonra İslamcılar’ın ilk geçici hükümetini kuran “liberal” Mehdi Bazargan çevresinin gazetesiydi. 1980’de, İslamcılar’ın iç çekişmeleri sonucunda bu gazete kapatıldığında Komünist Militanlar Birliği dışında hiçbir parti ve örgüt buna itiraz etmemişti. KMB’nin bu gazetenin kapatılmasına karşı itirazıysa o dönem “sol” örgütleri tarafından “sosyal demokratçılık” ve “entelcilik” olarak nitelenmiş, “eleştirilmiş”ti.
6 Aralık 2002’de İsveç’in Göteborg kentinde gerçekleştirilen bu konuşma ilk kez 15 Aralık 2002’de Rowzane’de Farsça yayımlandı.
Hamit Taqvai İran Komünist İşçi Partisi Siyasi Bürosu üyesi ve Merkez Komitesi Başkanıdır.
Leave a reply